Peygambersiz İslam’ın sonu: Ağacı sev, yeşili koru!

Düzenleyen:
Peygambersiz İslam’ın sonu: Ağacı sev, yeşili koru!

YAŞAM Haberleri

İslam’a yönelik aktüel tehlikelere dikkat çeken Prof. Dr. Gencer “Eğer ‘Sünnet’ reddedilirse Kur’ân boşlukta kalır, Hristiyanlıkta olduğu gibi “Ağacı sev, yeşili koru” türünden bir din anlayışı ortaya çıkar” diyor.

Murat Öztekin - İçerisinde bulunduğumuz İslam coğrafyası, iki asırdır bir fay hattının üzerinde gidip geliyor. Dinin artık daha dar bir sahaya hapsolduğu, Müslümanların modernleşip sonrasında bunu inançlarına yansıttığı, nihayetinde de daha evvel işitmediğimiz bir “din anlayışıyla” karşılaştığımız günlerdeyiz... Hadisten başlayarak “Peygamberimizin dindeki yeri”ne kadar uzanan sorgulamaların yaşandığı günümüzde, insanların inanç dünyaları karmaşıklaşmaya başladı. Hatta bir araştırma, Türkiye’de Peygamberimizi “rol model” kabul edenlerin nispetinin %63 olduğunu ortaya koydu. Biz de yaşanan bu tekamülü anlamak ve “Nereye gidiyoruz?” sualine cevap aramak için “İslam’da Modernleşme”  kitabının yazarı Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı  Prof. Dr. Bedri Gencer’e misafir olduk...

¥ İslam dünyasının 19. asırda modern Batı ile karşılaşmasından sonra bir muhasebeye giriştiğini söylüyorsunuz. Ne oldu tam olarak?
Önceleri Doğu ve Batı dünyasının ülkeleri kendi düzenlerini kökten değiştirseler bile, birbirlerinden yalıtılmış olarak yaşayabiliyorlardı. Modernleşmenin zirveye çıktığı Sanayi Devriminden sonra durum değişti. Artık ülkelerin birbirleriyle temas etmeden yaşamaları imkânsız hâle geldi. Batı hâkim güç olunca, dünyanın geri kalanını tehdit etmeye başladı. Bunun en müşahhas adımı Napolyon’un Mısır işgaliydi. Bugün bile süren Doğu-Batı arasındaki asimetrik münasebet safhası, bu işgalle başladı. İslam dünyası da bizzat varlığına meydan okuyan Batı dünyasına karşı ayakta kalmak için sancılı bir modernleşme sürecine sürüklendi.

¥ Nasıl bir yol izledi İslam dünyası?
Bu karşılaşma, Müslümanları Batı karşısında geri kalmışlığın muhasebesine zorladı. Normalde geri kalma, mutlak değil, nisbî bir durumdur. Müslümanlar, daha önce Moğol İstilasında, Haçlı Savaşlarında ve Endülüs’te benzer travmalar yaşamışlardı. Ama o zamanlarda problem, bizzat dinde değil, diyanette, yani dinin beşerî telakki ve tatbikatında arandı. Ama 19. asra gelindiğinde durum değişti, Batı karşısındaki geri kalmışlığın sorgulanması giderek diyanetten bizzat dine, Müslümanlıktan İslam’a yöneldi.

EFGANİ VE ABDUH’UN ŞÜPHESİ...
¥ Kimler yaptı bu sorgulamayı?

Bu, bilhassa Batı’nın doğrudan sömürgeciliğine uğrayan Mısır ve Hindistan gibi ülkelerde görüldü. Önceki Müslümanlar “Rüya, ideal doğru ama biz gerçekleştiremedik” diye düşünürlerken, Muhammed Abduh ve Cemaleddin Efgani gibi modernistler, açıkça “Problem İslam’da” diyemediler, ama giderek “Acaba yanlış, bir türlü gerçekleşmeyen bizzat ‘rüya’da mı?” şüphesine düştüler.
Peygambersiz İslam’ın sonu: Ağacı sev, yeşili koru!
¥ Ne yaptı bu isimler peki?

İnsan, bir dindarlık örüntüsüyle dünyaya mana verir. Bu dindarlık örüntüsü “Cemaat, Sünnet, Tasavvuf”a ait olma, inanma ve bağlanma olarak üç boyuttan oluşur. İnsan, önce içinde doğduğu babasının evindeki birincil aile cemaatine, sonra Allah’ın evindeki ikincil müminler cemaatine ait olarak Müslüman kimliğini kazanır. Sonra müminler cemaatini kuran din yolu olarak Sünnet’e inanır. Bilahare Sünni akideyi ahlaka dönüştürerek ferdi Müslüman cemaatin mensubu kılan tasavvufa bağlanır. Abduh gibi isimler, önce “Tasavvufun dünyayı ihmale yol açan pasif tevekkül zihniyeti bizi miskinleştirdi, geri bıraktı” gibi tenkitlerle tasavvufa hücum ederler. Güya “kaderci”(!) zihniyetin ve kaynağı tasavvufun tenkidinden sonra doğrudan kader akidesini sorgulamaya geçerler. Böylece Batı karşısında geri kalmışlığın sorgulaması giderek diyanetten bizzat dine yönelir.

İnandığı gibi yaşamayan yaşadığı gibi inanıyor
 Prof. Dr. Gencer: İnsanların hayat tarzları değişince inanç tarzlarının değişmesi de kaçınılmazdır. Kapitalist gibi yaşayan biri feodal gibi düşünemez. 

¥ Abduh gibilerin geriye sosyolojik bağı mı kaldı yani?
Böylece Sünnet, Tasavvuf ve ikincil Cemaate inanış, bağlanış ve aidiyet çözülünce geriye sadece birincil cemaat olarak Müslüman aileye aidiyet kalır ve ortaya “Ateist Müslüman”(!) çıkar. Burada “Müslüman” kelimesini sosyolojik, kültürel, “ateist”i de “mülhid” manasında kullanıyorum; Efgani gibi… Batı’da gelişen laiklikle birlikte insanların “ateist Yahudi-Hristiyan” olarak kendilerini ifade etmeleri daha kolay ve yaygın. Ancak İslam dünyasında o kadar kolay olmadığı için insanlar dinsizliklerini kamufle ediyorlar. Basitçe modernleşmeyi hayat tarzının, sekülerleşmeyi de inanç tarzının değişmesi olarak tanımlayabiliriz. “İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanırlar” sözü gereğince insanların hayat tarzları değişince inanç tarzlarının değişmesi de kaçınılmazdır. Kapitalist gibi yaşayan biri feodal gibi düşünemez. 

¥ Bu noktada aktüel bir tartışma mevzuu olarak “Kur’ân Müslümanlığı”nı nasıl yorumluyorsunuz?
Rabbimizin mealen “Ant olsun ki Allah’ın Resulü’nde sizin için uyulacak güzel bir model vardır” buyurduğu gibi din, peygamberin getirdiği/gösterdiği nizamdır. Sözde “Kur’ân Müslümanlığı”, “deizm” çerçevesindeki “Peygambersiz İslam” projesinin kılıfıdır. Bu, tencere-kapak misali, iki asırlık siyonistik projeyle giderek hızlanan sekülerleşme sürecinin örtüşmesinin mahsulüdür. “Kur’ân Müslümanlığı” projesi, özellikle Mısır ve Hindistan gibi İngiliz sömürgelerinde uygulanmıştır. Mısır’da Tevfik Sıdkı, Ahmed Emin, İsmail Edhem ve Ebû Reyye gibilerle bilahare bunların peşinden gidenler, Hindistan’da Gulâm Perviz Ahmed’in kurduğu Ehl-i Kur’ân Cemiyeti, “Kur’ân’ı esas alma” bahanesiyle “sünnetsiz İslam” projesini uygulamaya koymuşlardı. Ancak güçlü bir etki-tepki münasebetinden dolayı, bir taraftan Gulâm Perviz Ahmed’in “Kur’ân dışında mütevatir bir hadisle bile amel eden, “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir” ayetinin hükmüne girer” diyecek kadar ileri gitmesi, diğer taraftan buna karşı Hindistan’daki güçlü ilim, hadis geleneği sayesinde bu hareket, Hindistan’da püskürtülmüştü. Ancak maalesef bizde bir taraftan sekülerleşmenin hızlanması, diğer taraftan Hindistan’daki gibi güçlü bir ilim, hadis geleneğinin olmaması, sözde Kur’ân Müslümanlığı eğiliminin hızla yayılmasına yol açıyor. Zaten inandığı gibi yaşamayan, modernleşmeyle din=sünnetten kopan birinin “Kur’ân Müslümanlığı” anlayışına kayarak yaşadığı gibi inanması, sekülerleşmesi kaçınılmazdır.
Peygambersiz İslam’ın sonu: Ağacı sev, yeşili koru!
Kur’ân değil ‘Google Müslümanlığı’
¥ Modernist çığır ilerlerse neticeleri ne olur?

Kitap (Kur’ân-ı kerim) icmal, ‘Sünnet’ beyandır. Mesela Rabbimiz, kitabında “Namaz kılınız” diye emreder, ama bunun şeklini, vakitlerini, rükünlerini, rekâtlarını Peygamberimizden öğreniriz. Bu yüzden Evzâî, Mekhûl gibi birçok İslam âlimi, “Kur’ân ‘Sünnet’e, ‘Sünnet’in Kur’ân’a olduğundan daha muhtaçtır. ‘Sünnet’, ‘Kitap’a hükmeder ama ‘Kitap’, ‘Sünnet’e hükmetmez” demiştir.  Dolayısıyla eğer ‘Sünnet’ reddedilirse Kur’ân boşlukta kalır, Hristiyanlıkta olduğu gibi, “Ağacı sev, yeşili koru” türünden bir din anlayışı ortaya çıkar. Aslında “Kur’ân Müslümanlığı” denen şey, Kur’ân değil, meal, hatta Google Müslümanlığıdır. Çünkü bu tipler, ibadet olarak Kur’ân tilavetini bile bilmezler, sadece Google’dan buldukları ayet mealleriyle Peygamber’e ve müminlere diklenirler. 
Peygambersiz İslam’ın sonu: Ağacı sev, yeşili koru!
EFGANİ’NİN bağlantıları çok derin
¥ Türkiye’de modernizm cereyanı nasıl başladı peki?
Batı’nın doğrudan sömürgeciliğine uğramadığımız için, modernizm bize sömürgecilik mağduru Müslüman ülkelerin aydınları vasıtasıyla dışarıdan geldi. Mesela Goldziher gibi Yahudi oryantalistlerinden ilhamla metin tenkidi diye hadislerden şüphelenilmesi çığırını açanlar, Türkiye’de Kazan Tatarlarından Zakir Kadiri Ugan, Arap dünyasında da Ahmet Emin olmuştur. İlk modernistlerden Mehmet Akif’e baktığımızda da İngilizlerle derin bağları olan Efgani ve Abduh’un tesiri altında kaldığını görüyoruz.

¥ Aşırı İngiliz karşıtı gibi görünüyorlar ama…
Yılmaz Karadeniz, yeni çıkan “Osmanlı ve İran’ın İngiliz Paraleli Cemalettin Esedabadi” kitabında Cemaleddin Efgani’nin İngiliz ajanı olduğu verilerini daha da güçlendirdi. Bu gibi isimlerin İngiliz muhalifi gibi görünmeleri hedef şaşırtmacadır. Bir şeye çok karşı çıkanlar hep şüphe doğurur.

¥ Ülkemizdeki sosyolojik durum şimdi ne hâlde?
İnançların giderek sarsıldığı bir çağda yaşıyoruz. Din, peygamberin getirdiği-gösterdiği nizamdır. Bugünse Müslüman olduklarını iddia ettikleri hâlde Peygamber’i doğrudan veya dolaylı olarak reddeden insanların sayısı az değil. Hepimizin çevresinde, akrabaları arasında böyle tipler var maalesef. Bunlara “Beş vakit namazı ve rekâtlarını nereden öğrendiklerini” sorduğunuzda “Kur’ân’da yoksa Allah niçin sorumlu tutsun?” cevabını alıyorsunuz! Allah muhafaza, Türkiye’de bu gidişle  30 yıl sonra dedelerimizin inandığı gibi İslam’a doğru inanan belki de çok az kimse kalacak.
Fotoğraflar: Ali Çelik

 

 

Düzenleyen:  - YAŞAM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...