Filistin'in dramı...

A -
A +

Orta Doğu yine karıştı. Filistinliler, yakın tarihin en büyük saldırılarından birini yaptı. Ansızın...

 

İki taraftan da yüzlerce kişi öldü. Akabinde propaganda savaşı başladı. Hamas, esir aldıkları askerlerin görüntülerini servis ederken İsrail ise vurulan siviller üzerinden katliamına bahane sundu.

 

Bu konuda çoğu zaman tek ses olan Türkiye ayrışmayı başardı. "Filistinliler geçmişte topraklarını sattı" tartışması baş gösterdi.

 

Ne zaman Filistin-İsrail savaşı başlasa Tarih ve Düşünce dergisinin Haziran 2002'de yayınlanan İsrail Özel Sayısı aklıma gelir. Dr. Ahmet Uçar, Filistin'deki gafleti anlatan Osmanlı belgelerini yayınlamıştı. Alıp saklamıştım. Yeniden göz attım.

 

Yahudiler, Osmanlı'nın Avrupa'ya 30 milyon sterlini bulan borcunu tasfiye karşılığında Filistin'i ister, "Hiç olmazsa Hayfa ve Akka'yı verin" derler. Sultan II. Abdülhamid bunu reddetmekle kalmaz, Yahudilerin Filistin'e yerleşmemesi için tedbir aldırır.

 

1883'te Siyonistlerin Osmanlı ülkesinde taşınmaz alması yasaklanır. Ancak Osmanlı vatandaşı olanlara yasak yoktur. Siyonistler, yerli Yahudiler üzerinden arazi almaya başlar. İlk Siyonist koloniler böyle kurulur. Bunun üzerine yurt dışı temsilciliklerine yazı gönderilir, şüpheli görülen Musevilere vize verilmemesi emredilir. 1898'te Filistin'in kapıları Yahudilere tamamen kapatılır. Padişah, Filistinlilerin topraklarını kendisi satın alır. 1893'te üç Filistinli yöneticinin gönderdiği rapor, ihaneti gözler önüne serer.

 

Rapora göre; Siyonist baronlar toprakları toplamaya başlar. Akka Mutasarrıfı Sadık Paşa, eski Hayfa Kaymakamı Mustafa Efendi, yeni Hayfa Kaymakamı Ahmet Şükrü, Akka Müftüsü Ali, Hayfa Belediye Reisi Mustafa, Hayfa İdare Meclisi Azalarından Necip Efendi satışa aracılık eder. Aralarında bir yüzbaşı ve polisin de bulunduğu bu 'çete' sahte mukavele düzenler. Hayfa Belediye Reisi sahte ve çok eski tarihli ruhsatname hazırlatır mesela. Bu yolla Yahudi köyü kurulur. Gelenler asırlardır orada yaşıyormuş gibi gösterilip nüfusa kaydedilir. Yahudilerden yıllardır vergi alındığına dair belge bile düzenlenir. Bu ekip Fransız rahiplerine de 15 bin dönüm arazi satar. Alman rahipleri kıskanır, hani bize derler. Onlara da 10 bin dönüm arazi verilir. 5 bin dönüm de İngilizlere sus payı verilir. Anlayacağınız Filistin, bazı bürokratların para kazanma hırsına kurban gider... Filistinlilere "sattı" tezviratının aslı budur. Sonra devreye İngiliz aklı girer. Maalesef katakullilerle başlayan Siyonist işgali, yüz yılda Filistin'i yok edip bitirme noktasına kadar getirdi. Filistinliler şimdi öz yurtlarında garip öz yurtlarında parya...

 

 

 

Togg görmüş muhalif!

 

 

 

Yerli ve millî otomobilimiz Togg'un fabrikasında CHP'li gazeteciler İsmail Saymaz ve İsmail Küçükkaya'nın da aralarında bulunduğu gazeteciler misafir edildi.

 

Milliyet yazarı Zafer Şahin "Çeşitli mecralarda belki 50 kez Togg'un Türkiye’de üretildiğine inanmayanlara işin aslını anlatmaya çalıştık. Ne hakaretlere uğradık. Bir kez bile davet edilmedik oraya" diye sitemde bulundu.

 

Cem Küçük de köşesinde "Belli ki Togg CEO'su karşı tarafa yaranmaya çalışıyor" sözleriyle AK Partililerin "ev danası" muamelesi gördüğünden şikâyet etti.

 

Cem Küçük'ün ve Zafer Şahin gibi isimlerin hâlâ fabrikaya davet edilmemesi büyük eksiklik. Ama Togg'un ayrım yaptığını da söyleyemeyiz. Mesela otomotiv editörümüz Ali Çelik defalarca davet edildi.

 

Her ne kadar ben de çağırılmasam da kimlerin fabrikayı ziyaret ettiğini izledim. Otomotiv ve teknoloji editörleri, muhabirler, YouTuberler Gemlik’teki kampüsü gördüğünü, kimi muhalif geçinen gazetecilerin saçma sorularla çamur atmaya çalışırken rezil olduğunu biliyorum. (Ertuğrul Özkök de Marmaray'ın açılırken böyle bir abukluk yapmış 'hani balıklar' demişti!)

 

Gelelim mevzuya. İsmail Saymaz Sözcü'deki köşesinde Togg fabrikasına genişçe bir yer ayırdı. "Rizeli Teyze de Togg'a binecek mi?" diyerek 'kılçık' atsa da "Kuşkusuz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ısrarı olmasa Togg'un doğup yaşaması mümkün olmazdı" diyerek hakkı teslim etti. Sonra da noktayı koydu: Artık Togg'u siyasi rekabetin nesnesi olmaktan çıkarmalıyız.

 

İşte bu hakikati görmeleri için oraya daha çok muhalif götürmeli.

 

 

 

'Çukur'daki ihmal

 

 

Sancaktepe'de üç küçük kardeş kaçan toplarını almak isterken inşaat temeline biriken suda boğuldu.

 

Olay yeri bir cemevi inşaatıydı. Bazı gazeteler bu detaytan hiç bahsetmedi.

 

Burası bir cami ya da Kur'ân kursu inşaatı ya da bir alışveriş merkezi olsaydı ortalığı yıkarlardı.

 

Önce neden buraya cami yapıldığını sorgular, sonra ülkedeki cami sayısının fazlalığından dem vururlardı.

 

İnşaat Kur'ân kursunun ise yaptıran cemaate saldırır, varsa geçmişte yaşanmış skandal olayları hatırlatır, rezil karikatürlerle İslamofobinin dibine vururlardı.

 

AVM olsa, o çukuru Beştepe'ye kadar iltisaklandırırlardı.

 

Oysa üç kardeş ölmüş. Bir eve ateş düşmüş. Cami veya cemevi inşaatı olmuş ne önemi var?

 

Elbette ihmal sorgulanmalı, mesuller cezalandırılmalı. Ancak Türkiye'de olaylar, çoğu zaman hep kör, bağnaz, art niyetli bakış açısıyla yansıtılıyor. Malum kesim, istediklerini görmüyor, istediklerinin suyunu çıkarıyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.