Ahımız niçin yerde kalmaz?

A -
A +

Prof. Dr. Suat Ungan
Trabzon Üniversitesi Öğretim Üyesi
ungan@trabzon.edu.tr

 

 

 

Tütsü sadece koku vermek amacıyla değil, aynı zamanda tarih boyunca nazarlardan korunmak maksadıyla da kullanılır, bunun için de tütsünün oluşturduğu dumandan faydalanılırdı. Şairler ise belki de ahlarının yerde kalmadığını beyan ederken tütsü yakma geleneğinden ilham almışlardı.

 

 

 

Bazen kültürün bir anlam örgüsü içinde katmanlaşarak kendi mecrasında varlığını devam ettirdiği görülmektedir. Katmanları iç içe girmiş olması, mananın o katmanın içinde kaybolduğu anlamına gelmez. O katmanın son halkası o kültürün şekil değiştirdiğinin ve hâlâ varlığını devam ettirdiğinin göstergesi olmaktadır. İnsanların düşünce yapıları değiştikçe eski kültürler, yeni şartlara ayak uydurmak için şeklî yeniliklere girmektedir.

 

 

 

‘Ah’ kelimesi şiirimizde hüzün, yas gibi anlamları çağrıştıracak şekilde kullanılmıştır.

 

 

 

Kültürün özelliklerinden birisi de art zamanlı oluşudur. Her fiilin geçmişle bir bağlantısı bulunmaktadır. Tarihî boyutunu tam olarak bilmiyor oluşumuz, o eylemin sadece bir alışkanlıktan ibaret olduğu anlamını taşımaz. Fiillerin, düşüncelerin geçmişle bağının olması, onun şekil değiştirerek günümüzde de varlığını devam ettirmesi kültürlerin aynı zamanda iletişim aracı olduğunun da göstergesi olmaktadır.

 

İnsanların semboller üzerinden geniş bir anlamlı dünya üretmesi, onların pratik zekâlarını ve kültürlerinin iletişim boyutunu göstermektedir. Çevremizi dikkatle incelediğimizde her hareketin arka planında belirli bir zihinsel yapıyı, bir inanışı görmemiz mümkündür.

 

İnsanların oturuş şekli, elbisesi, takmış olduğu yüzüğü, sıkmış olduğu parfümü, bir canlıya, bir çiçeğe yüklemiş olduğu mana günlük yaşantıda iletişim diline dönüşmektedir. İnsanların bazıları bu fiilleri bilinçli yapıyorken bazıları da alışkanlık şeklinde günlük hayatlarının bir parçası hâline getirmektedirler.

 

Dönem dönem bazı semboller daha derin, daha vurgulu bir anlam taşıyor olsa bile zamanla bu sembollerin anlamsal özellikleri kaybolmakta ve sadece insanlar arasında taklidî bir davranışa dönüşmektedir.

 

 

 

MANALAR DÖNÜŞÜYOR

 

 

 

Bu tekrarlar daha sonra başka bir anlama evrilerek ilk anlamlarından tamamen uzaklaşmakta, bazen de kök anlamını bozmadan yeni yan anlamlar kazanarak süreç hâlinde zihinlerde varlığını devam ettirmektedir.

 

Bazen kültürün bir anlam örgüsü içinde katmanlaşarak kendi mecrasında varlığını devam ettirdiği görülmektedir. Katmanları iç içe girmiş olması, mananın o katmanın içinde kaybolduğu anlamına gelmez. O katmanın son halkası o kültürün şekil değiştirdiğinin ve hâlâ varlığını devam ettirdiğinin göstergesi olmaktadır. İnsanların hayat tarzları, düşünce yapıları değiştikçe eski kültürler, düşünceler yeni hayat şartlarına ayak uydurmak için şeklî yeniliklere girmektedir.

 

 

 

AHIMIZIN GEÇMİŞİ

 

 

 

Günlük dilde kullandığımız “ahın yerde kalmaması” ifadesi de içinde çok derin inançları, kültür katmanlarını, düşünce yapılarını barındırmaktadır.

 

İnsanlar bir dönem duman kullanarak birbirleri ile iletişime geçme ritüellerini “Tanrı”ları ile iletişim kurduklarına inanarak da kullanmışlardır.

 

Ahın yerde kalmaması inancının arkasında geçmiş zamanda iletişim için kullanılan dumanın ve tütsü yakmanın izleri de bulunabilir.

 

 

 

TÜTSÜNÜN KÖKENLERİ

 

 

 

Milattan önce Güney Arabistan (şimdiki Yemen), tütsünün üretim merkezi olduğu için Romalılar Güney Arabistan’a “Arabia Felix” (Arabistan mutluluğu) adını vermişlerdi. Umman’ın güneyinde dikenli ağacın gövdesinden elde edilen, gözyaşına benzeyen su damlacıklarına çöl incisi veya tütsü denilmekteydi. Bu damlacıklar tütsünün ana maddesini oluşturmaktaydı. Tütsü uzun uğraşılarla çıkarılıp kurutulduktan sonra kervanlarla ilk önce Gazze şehrine, oradan da deniz vasıtalarıyla farklı Akdeniz ülkelerine gönderilirdi. Roma İmparatorluğu tütsünün büyük bir tüketim merkeziydi.

 

Arabistan krallıklarının en zengini olan Saba Melikesi bu zenginliğini tütsünün üretiminden ve nakliyesinden elde etmekteydi.

 

Reçine, tütsü, buhar, Roma İmparatorluğu devrinde devlet töreninin vazgeçilmez unsuru olmuş, köylüler tarlalarında yakmış oldukları tütsüyü gökyüzüne yollayarak ürünlerinin verimli olması için “tanrılarından” ricacı olmuşlar, yine insanlar Yunan Güneş Tanrısı Apollan’a Babil Güneş Tanrısı Bel’e doğru tütsü yakmış, gökyüzünde hoş kokulu bulutlar oluşturarak iyi niyetlerini, arzularını dile getirmeye çalışmışlardır.

 

Güzel kokan, kokusu günlerce çıkmayan tütsüye o dönemde çok büyük rağbet edilir, onu elde etmek için büyük paralar verilirdi. Güzel kokması için zengin kişiler, bazen evlerin yapımında harcın içine tütsü katar, kadınlar parfüm niyetine; hekimler ise şifa olarak tütsüyü kullanırlardı.

 

Tütsü sadece koku vermek amacıyla değil, aynı zamanda tarih boyunca nazarlardan korunmak amacıyla da kullanılır, bunun için de tütsünün oluşturmuş olduğu dumandan yararlanılırdı. Hatta tütsü yakmak için tütsülük denilen özel bir mangal çeşidi bile yapılmıştı. Tütsü aynı zamanda muska (nüsha) yapımı için de kullanılır, hastalar bununla tedavi edilmeye çalışılırdı.

 

Halk arasında nazarlardan koruması için mavi boncuk kullanılmasında aynı mantık yatmakta, insanlar kem bakışlardan koruması için yine mavi bulut şeklindeki nazar boncuklarını kullanmışlardır.

 

Bugün petrolün nimetinden faydalanan Araplar o dönemde de tütsü ticaretinden çok büyük gelirler elde etmekteydiler.

 

 

 

EDEBİYATIMIZDA ‘AH’

 

 

 

Divan şairleri, içlerinden gelen ahlarının beyaz bir duman gibi yükselerek çekmiş oldukları sıkıntılarını Allah’a bildirme düşüncesine kapılmalarının altyapısında acaba tütsü yakma geleneğinin etkisi var mıdır?

 

 

 

HÜZÜN VE YAS

 

 

 

‘Ah’ kelimesi şiirimizde hüzün, yas gibi anlamları çağrıştıracak şekilde kullanılmıştır. Ata Çatıkkaş, “Şiirimizin Beyitler ve Mısralar Sözlüğü” adlı eserinde ah kelimesi ile birlikte şu ibarelerin oluşturulduğunu bildirmektedir: âh-ı âşık (aşığın ahı), âh-ı âteş-bâr (ateş yağdıran ah), âh-ı âteşîn (ateşli ah) âp-ı âteş-nâk (ateşli ah), âh-ı bî-bak (korkmayan ah), âh-ı bî-eser (etki etmeyen ah), âh-ı bîhîcab (utanmadan edilen ah), âh-ı dil-i bülbül, (bülbülün gönül ahı), âh-ı hasret (hasret ahı), âh-ı hazîn, (hazinli ah), âh-ı derûn (içten gelen ah), âh-ı hezâr (binlerce ah), âh-ı inkisâr (beddua ahı), âh-ı mazlum (mazlumun ahı), âh-ı Mecnûn (Mecnun’un ahı), âh-ı mücessem (görünen ah), âh-ı pinhân (gizli ah), âh-ı seher-gâh (seher vaktinin ahı), âh-ı serd (soğuk ah), âh-ı sabuh-efrûz (sabahı aydınlatan ah), âh-ı subhgâh (sabah vaktinin ahı), âh-ı şeb-gîr (geceyi kaplayan ah) âh-ı şerer-bâr (kıvılcım yağdıran ah), âh-ı şerer-efşân (kıvılcım saçan ah), âh-ı şerernâk (kıvılcımlı ah), âh-ı tegâfül-sûz (anlamamazlığı yakan ah), âh-u efgân (ah vah), âh u enîn (ah vah, inleme), âh u eyvah (ah vah, eyvah), âh u feryâd (ah ve feryad), âh-u nâle (ah ve inleme), âh u vâh (ah vah etme, inleme) ah u zâr (inleyip sızlama… Bütün bu tanımlar ‘ah’ın edebiyatımızda çok geniş bir şekilde kullanıldığını göstermektedir.

 

 

 

AH, DİVAN ŞİİRİNDE

 

KARA SEVDAYA DÖNÜŞMÜŞTÜR

 

 

 

Aşkın en şiddetli safhaları için Yunancada “melankoli” “malihulya” tabirleri kullanılmaktadır. Bizim edebiyatımızda bu seviyedeki kişiler için kara sevda tanımlaması yapılmaktadır. Aşkı bu seviyede yaşayan kişiler, delilik mertebesinde hareketler yapmakta, anlamsız bağırışlar, çığlıklar atmaktadırlar. Bu seviyedeki âşıklar, gereksiz haykırışlar, anlamsız davranışları ile çevrelerine rahatsızlık vermektedirler. Şair Sururî’nin “Ah eylerim sadâ-yı bülend ile her seher/ Halk uyanıp sanır ki müezzin ezan okur” beytindeki ifade aşkın bu hâlini yansıtmaktadır.

 

İbnü’l Arabi “Fütühat-ı Mekkiyye ve Tedbirât-ı İlâhiye” adlı eserinde, ilahi aşka düşen kişilerin çıkardığı ahın adının “zefre” olduğunu, bu ahı çıkarmanın âşıkları rahatlattığını söylemekte, bu ahın kalpten ciğerlere yayılması neticesinde âşıkların ahlarında yanık bir kokunun oluşacağını, aşkın şiddeti sebebi ile âşığın kalbinin ve ciğerlerinin yanması ile hâl sahibinin ölebileceğini beyan etmektedir.

 

Bu yanma neticesinde bazı kişilerin kalbinin en alt noktasında ince siyah bir noktanın oluştuğu düşünülmekte buna da halk arasında kara sevda denildiği bilinmektedir.

 

Bazı kişiler ilahi aşkın bu hâllerini kendi beşerî aşkları için kullanmış, yaşamış oldukları mağduriyet sebebiyle ağızlarından çıkan ahlarının gökyüzüne ulaşarak arşı yakacağını beyan etmişlerdir ki şair Fuzulî’nin “Beni cândan usandırdı cefadan yâr usanmaz mı/ Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı?” beytinde ifade ettiği gibi şairin ciğer yangını ile birlikte ağzından çıkan ahının felekleri (dokuz gezegeni) yaktığını ama onun muradına ermesinin işareti olacak bir mumu yeryüzünde yandırmadığının şikâyetini dile getirmiştir.

 

Şairler neyin inlemesi ile kendi ahları arasında bağlantı kurmuş, ahlarını bir aleve benzetmiş, ateşe dönüşen ahlarının yağmurlu havalarda çakan şimşek gibi geceyi aydınlattığını, ahlarının gökyüzünü hâk ile yeksan edeceğini (toprak ile bir edeceğini, yıkacağını), ahlarının cennetin kapasına kadar ulaşacağını iddia etmişlerdir. Halk şairi Seyrani, “Yedi kat gökleri sanma direksiz/ Âhım benim arşa dikildi” diyerek, ahının arşa direk olacağını bile iddia etmiştir.

 

 

 

TÜTSÜ ŞAİRLERE İLHAM VERDİ

 

 

 

Bu benzetmelerin temelinde MÖ ziyadesiyle kullanılan tütsünün dönemin şairlerine vermiş olduğu ilhamın etkileri olabilir. Şairler bu gerçeği hayal dünyalarında genişleterek ve güzelleştirerek farklı bir anlam yüklemişlerdir.

 

Yenişehirli Avnî, “Eşk-i çeşmüm yere geçti göğe çıktı âhım/ Hâlime yerde beşer gökte sürûşân (melekler) acıdı” demiştir.

 

Gökyüzüne fırlatılan uzay araçları gibi mazlumların ağzından çıkan ahlar da ateş ve duman yayarak göğe doğru yükselir ve orada mazlumun derdini dile getirirler.

 

Bir kültürel davranışın başka milletlerce farklı algılanmasına kültürel görecelik denilmektedir. Bu kültürel görecelik bazı durumlarda yanlış anlaşılmalara sebep olsa bile çoğu zaman milletler kök anlam üzerinden yeni fikirler üretebilmektedirler…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.