Edebiyatta ve hayatta cimrilik hastalığı

A -
A +
Prof. Dr. Suat Ungan
Trabzon Üniversitesi Öğretim Üyesi
ungan@trabzon.edu.tr
 

Sosyolojik ve psikolojik boyutları olduğu için tam tarifi yapılamayan kavramalardan birisi de cimriliktir. Toplumumuzda cimriliği tarif etmek için birbirine yakın anlama gelecek “pinti”, “eli sıkı”, “açgözlü”, “tutumlu” ve “nıhıs” mefhumları kullanılmıştır. Farsçadan dilimize geçen cimri kelimesinin anlamı için Tarama Sözlüğü’nde “soysuz”, “hasis”, “adi”, “değersiz”, “sefil”, “ayaktakımı”, “baldırı çıplak”, “züğürt” ve “fakir” manaları verilmiştir. Yine “kıskınç”, “saran”, “berklig”, “kıvırga”, “karın”, “kısın”, “kısırkan” ve “yarlıg” kelimelerinin de eski Türk metinlerinde cimri için kullanıldığı görülmektedir.

 

Bir insanın başına gelebilecek en büyük manevi hastalıklardan birisi cimri olmasıdır. Cimrilik bir daralmadır. Cimri olmak, insanı olaylara tek açıdan bakmaya yönlendirir. Cimri insan kendisine bir ikram yapıldığında bu ikramı bir ödünç olarak görür; ödünç hissi onun algılarını zayıflatarak o anki durumun keyfini yaşamasına mâni olur. Cimriler bir şey yerken kendileri huzursuz olduğu gibi, cimrinin yemeğini yiyen kişiler de cimrinin lokmalarını saydığını sanarak rahatsız olur; onun yemeğini bir daha yememek için bu tip ortamlardan uzak durmaya çalışır.

 

Cimriler ötelenmiş hayatın bekçileri gibidir; yarın onlar için sığınılacak en büyük limandır. Cimrilerin hayatına hep tereddütler hâkim olur, onlar adımlarını atarken tereddütle, attıktan sonra ise keşkelerle yaşarlar.

 

Cimriler insanların beklentilerini karşılamadıkları, sosyal sorumluluk isteyen durumlardan kaçtıkları için halkın tepkisine maruz kalmışlardır. İhtiyacı olanların yanında olmak yerine, karşısına çıkan ihtiyaç sahiplerine “Allah versin!” diyerek sorumluluktan kaçma alışkanlıkları, onları halkın nazarından itibarsızlaştırmıştır.

CİMRİNİN MALINI DÜŞMANLARI YER

Cimriler en büyük huzursuzluğu aile efradına yaşatırlar. Onların olduğu ailede her daim problem çıkar. Yapılanlar, yapılacak olanlar problemin kaynağını oluşturur. Cimrileri, cimriler bile sevmez bu sebeple onların dostu pek az olur. Hatta aile fertleri arasında bile cimrilere karşı bir soğukluk oluşur.  Osmanlı İmparatorluğu’nun divan şairlerinden Sünbülzade Vehbi, oğlu Lütfi’ye öğüt vermek için yazmış olduğu “Lutfiyye” adlı mesnevisinde şöyle demektedir:  

 

“Ehl-i hisset hele pek nekbet olur/ Halk içinde katı bî-kıymet olur/ Müntic-i hayr olamaz âmâli/ Dostı yok düşmene saklar mâli.”

 

Sünbülzade, cimri kişilerin talihsiz olduklarını, halkın gözünde değerlerinin bulunmadığını, isteklerinin hiçbir zaman hayır getirmediğini, onların dostları olmadığı için mallarını düşmanlarına biriktirdiğini beyan etmiş cimri kişilere başta aile efradının düşman kesildiğini fakat ne hazindir ki cimrinin de kendisini sevmeyen kişilere mal biriktirdiğini beyan etmiştir.

 

Sünbülzade Vehbi’den yaklaşık beş yüz yıl önce yaşamış olan şair Edib Ahmed Yükneki de “Bahıl nâ-kes otun tavar pasbanı/ Yıgar yimez içmez tutar berk anı/ Taturmaz eseninde tuz dostuna/ Ölür kalır ahir yiyür düşmanı” diyerek cimrinin yiyip içmeyip her şeyi biriktirdiğini, yaşarken dostuna bir tuz bile ikram etmeyen bu kişilerin öldüğünde biriktirdiklerini düşmanlarının yiyeceğini ifade ederek cimrilerin ortak olan kaderlerini tarif etmiştir.

TUTUMLU İLE CİMRİ FARKI

Tutumlu olma ile cimri olma arasında bazı farklar vardır. Tutumlulukta akıl; cimrilikte ise hisler hâkimdir. Tutumlular öngörülebilen veya görülemeyen riskler için harcamaları gereken miktarı harcamaz; kendilerini, çevresindekileri mağdur ederek tedbir almaya çalışır. Cimriler ise duyguları ile hareket eder, duyguları ile karar verirler. Cimri sadece parasını değil, aynı zamanda bahçesinde biten ve belki bir zaman sonra yok olup gidecek olan bir meyve veya sebzeyi de başkaları ile paylaşmaktan kaçınır. Cimrinin mutluluğunun kaynağını benciliği oluşturur.

 

Riyazet ehline şeklen en yakın görünen kişiler cimrilerdir. Onlar, hoşlarına giden nimetleri öteleyerek nefislerini terbiye etmeyi başaran kişilerdir. Cimri aza kanaat etmeyi, nefsin isteklerine karşı gelmeyi öğrenmiş kişidir. Onun eylemi riyazet ehline benzemekte fakat niyeti, eziyetini mahvetmektedir.

 

Varlık, mutluluk aracıdır. İnsanlar ona sahip olurken de onu başkaları için harcarken veya harcamayıp kendisi için biriktirirken de mutlu olur. Burada insanları rahatsız eden durum, kişilerin mutluluğu seçme yöntemlerinin toplum tarafından onaylanması ile alakalı bir kısımdır. Herkesin cimri olduğu yerde cimrilik ayıplanacak bir davranış olarak algılanmaz. Fakat cömert insanların fazla olduğu yerde cimri olmak da bir kişinin başına gelebilecek en büyük talihsizlik olur, bu tutumları yaşadığı bölgedeki herkesin nazarını üzerine çeker.

 

Cimriliği doğuran birçok sebep bulunmaktadır. Yapılan araştırmalarda cimriliğin oluşmasına yüzde 70 oranında çevresel faktörlerin etkili olduğu, kişilerin yaşanmışlıklarının onların eşyaya karşı tutumlarını belirlediği görülmüştür.

CİMRİLİĞİN ÖLÇÜTÜNÜ ORTAM BELİRLER

Yokluğun fazla olduğu ortamlarda cömert olmanın önemi daha fazla artmaktadır. Bu gibi toplumlarda küçük bir ihsan büyük bir lütuf gibi algılanır. Arap edebiyatındaki meşhur şair Hatem-i Tayyî, cömertliğin sembolü olarak nam salmış ve oradan da bizim şiirimize geçerek edebiyatımızda şairlerin muhayyilesinde çok büyük yer edinmiştir. Yazdığı kasidede Damat İbrahim Paşa’yı öven şair Nedim, Hatem-i Tayyî hakkında şöyle demiştir:

 

“Cihânda Hâtem-i Tayy kıssası tahkiki budur kim/ Heman şâirlerin beyninde çıkmış bir hikâyettir/ Hakîkatte bu Hâtem çölde bir begdir ki ol yerler/ Kemâl-i kaht ile ma’rûftur bî-nân u ni’mettir/ Pes ol yerler de beg lutf ederse aç urbândır/ Birine bir çanak süt vermek sehâvettir.”

 

Böylece cömertliği ile ün yapmış Arap Hatem-i Tayyî’nin aslında çölde bir beg olduğunu, o yerlerin nimet olarak fakir yerler olduğunu, orada bir zenginin bir çanak süt vermesinin büyük bir cömertlik olarak algılandığını savunmuştur.

 

Cimrilik Yüce Allah’ın vermiş olduğu nimetleri inkâr anlamı taşıdığı için Müslüman âlimler, cimrileri Allah’ın nimetini örtmekle, Allah’ın nimetlerini inkâr etmekle itham etmişlerdir. Allahü teala, Tevbe suresinin 34. âyeti kerimesinde mealen: “Ey iman edenler ahbar ve ruhbanın (Yahudi hahamları ve Hristiyan papazlarının) birçoğu, insanların malını, hakkı olmadan (din istismarı ve sahtekârlıkla) alıp yemekte ve onları Allah yolundan çevirmektedirler. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar, işte onlara acı bir azabı müjdele” diye buyurarak Müslümanlara Yahudi ve Hristiyanlara benzememesini öğütleniştir.

 

Devlet adamı ve şair Kınalızâde Ali Çelebi, “Ahlâk-ı Alâî” adlı eserinde cimriliği bir kişi için en büyük rezalet olarak görmüş, cimrilerin cennete giremeyeceği hadisi şerifini zikretmiştir. Kınalızâde, zengin olan bir kişinin az bir iyilikle kendisini cimrilikten kurtulamayacağını, o kişinin malı ile tasadduk etmesi gerektiğini, öyle olmaz ise cimriler sınıfına dahil olacağını beyan etmiştir.

İKİ DÜNYADA KÂR GETİREN İŞ

Hazreti Mevlânâ da cömertliği iki dünyada kâr getiren eşi ve benzeri bulunmayan bir kazanç olarak tarif etmiş ve cömertliğin Allah’ın vasfının insanda tecelli eden yönü olduğunu ifade etmiştir. Mevlânâ hazretleri, güneşin cömertliğinin onun nurunda bir eksiklik meydana getirmediği gibi, Allah için halis niyetle verilen sadakanın o kişinin malında bir eksiklik meydana getirmeyeceğini, Allah’ın, sadaka veren kişinin malına bereket vereceğini söylemiştir.

 

Ahiret inancının olmadığı tek kutuplu dünya anlayışı cimriliği beslemektedir. İnsanlar her şeyin karşılığını bu dünyada bekledikleri, bu dünya üzerine yatırımlarını yaptıkları için harcamalarının karşılığını bu dünyada görmek istemekte, karşılık alamayacakları kişilere ihsanda bulunmaktan kaçınmaktadırlar.

 

Fransız tarihçi François Georgeon, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Yaşamak” isimli eserinde, Osmanlıcada bağışa ilişkin hediye, ikram, ihsan, atiyye (ikramiye) bahşiş kelimelerinin kullanıldığını, Fransızların Osmanlıcadaki bahşiş kelimesini “bakchich” yaparak ona rüşvet anlamı yüklediklerini belirtmektedir.

CİMRİ ABDULLAH CEVDET

Bizim edebiyatımızda Şair Nâbî ile pozitivist Abdullah Cevdet’in cimri oldukları yönünde bir kanaat oluşmuştur. Şair Osmanzâde Taib Efendi’nin (ö.1724) şahsi kini nedeni ile Nâbî’nin cimri olduğu söylemleri dışında Nâbî’nin cimri olduğuna dair yeteri bilgi yokken, birçok kişi Abdullah Cevdet’in çok cimri olduğu, dostlarına bir bardak çay içirmediği, üç kuruş alacağı için hemen mahkemelere koştuğu noktasında büyük şikâyetlerde bulunmuşlardır.

 

Toplum tarafından istenmeyen bir davranış olarak algılandığı için cimrilik üzerine birçok fıkralar üretilmiş, hatta cimri tiplemeleri yapılmıştır. Osmanlıda “Pinti Hamit” adı ile tanınan bir kişi cimriliğin sembol ismi olmuş, cimrilikle ilgili fıkralar onun adı üzerinden anlatılmıştır.  “Pinti Hamit” hastalanmış, doktor çağırmışlar, hastanın cimriliğini bilen doktor “Peşin kırk kuruş verir iseniz sizin hastalığınıza bakarım” demiş. “Pinti Hamit” ise “Yarın gel, sana cevap vereyim” diyerek onu göndermiş. Doktor gittikten sonra Hamit, mahalle imamını çağırarak, ben vefat edersem kaç kuruş ile beni kaldırırsın diye sormuş. İmam, “Yirmi kuruşa kaldırırım” deyince, Hamit, etrafındakilere “bu surette ölmek, doktora tedavi olmaktan daha kârlı görünüyor!” demiş.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.