Erken dönemde mecburi eğitim şart mı?

A -
A +
Doç. Dr. Mustafa Şeker
Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi
sekeroglu2003@gmail.com
 
Çocuk eğitimi; çeşitli kuram, teori ve faraziyelerle binlerce kitapta tanımlanmış olsa da hâlâ yeni yönleri ortaya çıkmaya devam etmektedir. Çocuk, farklı bir dünyadır ve her ne kadar çeşitli faraziyelerle tarif edilse de tam manasıyla anlaşılabilmesi zordur. “Bugünün çocukları, geleceğin yetişkinleri” sloganları arasında büyüyen çocuklar, her anlayış ve oluşum tarafından belli kalıplara sokulmaya hazır neferler olarak görülmüştür. Bu doğrultuda da bütün ülkeler, kendi çocuklarını, kendi hedeflerine göre yetiştirme gücüne sahiptir. Bunun için de çocuklar, çerçevesi önceden belirlenen kalıp yargıları öğrenmek ve bunları hayatında sorgusuz sualsiz tatbik etmek mecburiyetindedir!
 
Bu anlayışın ve algının yerleştirilmesinden mesul müesseseye de okul denmektedir. Bunun için hemen herkes mutlaka okula gitmeli, bütün temel ve insani meziyetleri ancak burada öğrenmelidir! Başka yerlerde öğreneceği bilgilerin onu doğru adrese götüremeyeceği mesajı da her platformda mutlaka verilmektedir. Bu mesajların verildiği yerler iletişimin her mecrası olabilir. Bu sebeple; genel algı, “Her çocuk ne kadar erken okula alınırsa toplumun istediği ideal insan(!) tipine sokmak da o kadar kolay olacaktır” şeklindedir. Bu algı çok kuvvetli bir algıdır ve kamuoyuna göre aksini iddia etmek, sağlıklı bir insanın sergileyeceği davranış değildir.
 
Fakat bu anlayış, artık dünya genelinde tartışılmaya başlamış, tenkitleri de beraberinde getirmiştir. Bu tenkitler çoğunlukla içtimâî müesseseler içinde okuldan başkası yokmuş gibi bir yaklaşımın sıklıkla savunulmasına karşıdır. Tenkitleri yapanların çoğunlukla sorduğu sualler ise şunlardır:

> Çocuğu daha kaliteli ve nitelikli yetiştirmek için çerçevesi önceden çizilmiş umumi teorik bilgileri, belli programlar çerçevesinde zihnine zorla zerk ederek mi daha mükemmel insan olarak yetiştireceğiz?

 

> Çocuğun tek sıkıntısı akranlarıyla sosyalleşememe problemi midir ki “öz güven” adlı kavramı sürekli tekrarlayıp duruyoruz? Çocuğun öz güven kazanmasından önce sahip olması gereken daha ehemmiyetli beceriler ve duygular yok mudur?

 

> Onlarca yıl önce klasik kuramlarla çerçevesi çizilmiş, sınav kitapları dışında artık geçerliliği kalmamış, işe yaramayan gereksiz bilgi yığınlarını çocuğa ezberleterek veya aşılayarak mı bütün insanlık problemlerimizi çözeceğiz?

 

> Çocuklarımızı daha gözünü açar açmaz gönderdiğimiz okullarda, her türlü motivasyon unsurlarına (resmî gün ve bayramlar ile aralarda kutlanan diğer gün ve haftalarda okunan şiirler, şarkılar, marşlar ve mesajlar) rağmen nasıl oluyor da farklılıklar üzerinden ayrılmamayı öğretemiyoruz?

 

> Mahalle aralarındaki okullarda aylar öncesinden başlayan abartılı seslerle resmî gün kutlama provalarıyla mı devletine daha sadakatli kişiler olarak yetiştireceğiz bu çocukları?

 

> O kadar çok müşterek yanları olan ülke vatandaşlarını, küçücük farklılıkları üzerinden birbirlerine düşman eden ve bunu kolaylıkla başarabilen zihniyetlere karşı eğitim sistemimizin genel stratejisi şimdiye kadar ne olmuştur?

 

> Her 5 yılda yaptığımız veya yenilediğimiz müfredat programları eğitimdeki nitelik problemlerini çözmekte niçin zorlanıyor? Eğitimde nasıl oluyor da istenilen seviyeye bir türlü gelemiyoruz?

 

> Şimdiye kadar hangi mükemmel okul ve eğitim kadroları ailelerin veremediği insanlık erdem, şeref ve haysiyetine ait değerleri en mükemmel şekilde verebilmiştir? Bu konuda, “Benim çocuğum okulda ahlaki değerleri en mükemmel şekilde öğreniyor, bu konuda içim rahat!” diyebilen veli sayısı ve oranı hakkında yapılmış kaç araştırma vardır?

 

> Çocuk, aile dışındaki müesseselerde daha iyi yetiştirilebilecekse aile müessesesi ne işe yaramaktadır? Devletler, aileyi ayakta tutmak için niye bu kadar çırpınıp durmaktadır? Çocuğu dünyaya getirdikten sonra başkasına bırakıp onunla ilgilenmeyi ikinci meşgale olarak kabul ederek mi aileyi ayakta tutacağız?

 

> Millî Eğitim yetkililerinin adını koydukları “Esnek zamanlı ve alternatif erken çocukluk eğitim modelleri” ile “Biz ailede çocuğu yetiştirmeyi beceremiyoruz, onu daha süt kuzusu iken annesinin koynundan alıp dört duvar arasına sokarak müesses nizamın çerçevesi önceden çizilmiş bütün kalıp yargılarını ve emirlerini ikiletmeden kabul eden ideal insan(!) tipine sokacağız” demek mi istenmektedir? Ayrıca ebeveynin sevgi, şefkat ve ilgiyle veremediği hangi değerleri dört duvar arasına tıkış tıkış doldurulmuş ve onlarca çocuğun mesuliyeti yüklenmiş, en nitelikli, kalibresi yüksek, eksiksiz, hangi mükemmel öğretmenlerle verebileceğiz?

Bu sualleri başta devlet yetkilileri olmak üzere çocuğun bütün eğitim paydaşları kendine sormak mecburiyetindedir.
 

ERKEN ÇOCUKLUK EĞİTİMİNDE DÜNYADAKİ UYGULAMALAR

Peki, dünyada mecburi eğitim yaşı ne durumda, ülkeler mecburi eğitimde kaç yaşını esas alıyorlar? Biraz da buna bakalım…
 
Dünyanın pek çok ülkesinde ilkokula başlama yaşı 6 yaş yani 72 aydır. Okula başlama yaşı açısından dünyadaki misaller incelendiğinde; çocukların 1 ülkede dört, 19 ülkede beş, 119 ülkede altı, 47 ülkede yedi ve bir ülkede sekiz yaşında ilkokula başladıkları görülmektedir. Dünya çocuklarının neredeyse %95’i ise 6 yaş ve üzerinde ilkokula başlamaktadır. Hatta çoğu ülkede okul öncesi dönem “mecburi eğitim” çerçevesi içinde değildir. 
 
Mesela beyaz zambaklar ülkesi olarak dünyaya eğitim ihraç ettiği iddia edilen ve yakın zamanda yaşadıkları sıkıntılar sebebiyle eğitim sisteminde ciddi düzeltmeler yapma ihtiyacı hisseden Finlandiya’da mecburi eğitime başlama yaşı bile 7’dir. Dünyada bunun dışında, okul öncesi de dâhil olmak üzere 6 yaşından önce okula mecburi başlama neredeyse yok gibidir.

ERKEN DÖNEMDE OKULA BAŞLAMANIN PROBLEMLERİ

Bazı araştırma (Kapçı ve diğerleri, 2013) sonuçları; küçük yaşlarda okula (okul öncesi dâhil) başlayan öğrencilerin, altı yaşında okula başlayanlara göre sosyal, duygusal ve bilişsel açıdan eğitim-öğretim ortamında pek çok problem yaşadıklarına işaret etmektedir. Birçok ülkede gerek okul öncesi gerekse ilkokul kademelerine erken yaşlarda başlayan çocukların yaşadıkları travmalara karşı yoğun araştırmalara girişmişler, buna karşı da tedbirler almaya başlamışlardır.
 
Gelişmiş ülkeler de dâhil olmak üzere dünyada çoğunluk itibarıyla bu şekilde bir tatbikat var iken Türkiye’de 3-4 yaşındaki çocukları ilgi, bakım ve biyolojik yönünü yok sayarak anne sıcaklığından zorla alıp mecburi eğitime tabi tutma planları yapmak geleceğimize hizmet etmeyecektir.
 
Bu tür plan ve program arayışına girişmek, eğitim adına bir şeyler yapılıyor görüntüsü vererek bütün eğitim problemlerimizin üstünü örtmek manası mı taşıyor?

AİLE NİÇİN VAR?

Büyük/küçük fark etmeksizin insanlığın tek ihtiyacı bir tek okuldan mı ibarettir? Onu hayata taşıyan ailesi ve çevresi değil midir? Dedeler ve nenelerin hikâyeleri ile büyüyen ve temel insani değerlerini ilk onlardan ve ebeveyninden alan nice aileler vardır. Bu mecburiyet anlayışı yüzlerce yıllık kültürel birikimi olan Müslüman Türk aile yapısını tarumar etmek değil midir? Nerede kaldı öyle dedeler ve neneler diyenlere ise cevabımız şudur: Bu millet aysberg gibidir.
 
Göründüğü kadar bir de görünmeyen yüzü vardır. Müslüman Türk milletinin aile yapısı her ne kadar yozlaşsa da arî ruh hâlâ algılarında ve damarlarında dolaşmaktadır.
 
İsteyen 2 yaşında da çocuğunu istediği eğittim kurumuna gönderebilir ama bunu “mecburi” tutmak hem pedagojik hem de temel insan hakları noktasında doğru bir yaklaşım değildir. Bu durum aynı zamanda aileyi tesirsiz hâle getirmek demek olacaktır.

AİLELER ASLİ HÜVİYETİNE DÖNMELİ

Burada ailelere de bazı uyarılarda bulunmak lazım… Okullarda değerler eğitimini verme konusunda sınıfta kaldık fakat aileler de artık aslî hüviyetine geri dönme konusunda çok zorlanıyor. Zira aile, planlı ve koordineli bir saldırı altındadır; özel plan ve projelerle iki asra yakın zamandır hedef tahtasının tam ortasında yer almaktadır. Buna karşı da ailelerin şuurlu davranma ve üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirme konusunda daha kararlı olmaları gerekmektedir. Yoksa nesillerin kaybı telafisi mümkün olmayan durumları da beraberinde getirecektir.   
 
Geçenlerde bir dostum şunu anlattı:
 
Bir okula ziyarete gittim. Öğretmenler lavabosu arızalı olduğu için öğrenci lavabolarına girdim. Alaturka tuvaletlerde temizlik için hiçbir aparat yok. Ne maşrapa ne de hortum… Çıkışta müdür beye sordum, ‘Hocam bu ne iştir’ diye… Müdür Bey, meğerki çok dertliymiş: “Hocam çocuklar bunlarla top oynuyor, temizlik malzemelerini avuç avuç birbirlerine atıyorlar.
 
Maalesef çocukları takip ediyoruz çoğu ellerini bile yıkamıyor. Okullarda adab-ı muâşeret değerleri verilmiyor. Program yapısı buna müsait değil… Çocukların ne birbirine ne de büyüklerine saygıları yok. Sadece günü kurtarmaya çalışıyoruz. Toplum hızla değiştiği gibi bu sosyal değişikliklere okul adapte olamıyor. Göreve yeni başlayan öğretmenler, mesleki yeterliliğe sahip olsa da çok ciddi kısmı sadece öğretmenlik yapıyor, çocuğun gönlüne dokunamıyor. Muallimlik yapmak ayrı öğretmek ayrı meziyetler… Okullara gelen öğrenciler davranış yönünden geldikleri seviyeden daha geriye gidiyorlar. Önemli davranış problemleri gözlemliyoruz…”
 
Müdür bey konuşmaya devam etti:
 
“Hocam artık okulda eğitim veremiyoruz. Öğretmenlere çocuklara insani değerleri anlatmalarını telkin ediyoruz fakat öğretmenlerden bazılarına bakıyorum temel insani değerler konusunda kendisinde yok ki çocuğa ne versin? Artık okullar, vakti belli zamanlarda girilmesi gereken sınavlara, insan yetiştirme müesseselerine dönüşmüş durumda… Bu konuda hızla dip yapıyoruz ve her geçen zaman bir önceki zamandan daha kötüye gidiyor.”
 
Bu ifadeler, meslekte 40 yılına yaklaşmış bir okul müdürüne ait… Bütün öğretmenleri tenzih ederiz ama temel değerler konusunda öğretmenlerin bazılarında da öğrenciler kadar eksiklikler olduğu algısı maalesef halk arasında yaygın. Ebeveynlerin, temel değerlerin öğretmenler tarafından eksiksiz verilebileceğine olan inançları çok düşük. Velilerin bu algılarını destekleyen araştırmalar da mevcuttur. Bazı araştırmalara (Kotluk, 2018) göre; kültürel değerlere duyarlı eğitim anlayışını gerekli ve önemli bulan öğretmenler kadar, bu anlayışın eğitim sistemini ve toplumun yapısını olumsuz etkileyeceğini düşünenler de vardır. Başka araştırmaları da incelediğimizde, maalesef bu durumda bulunanların sayısı da bir hayli fazladır. Bu şekilde eğitimde nasıl bir öğretmen profili ile karşılaşabileceği konusunda tedirginlikler yaşayan ebeveynlere onları hayata bağlayan yavruları üzerinden öğretmen tercih hakkı bile vermeden eğitim sürecine sokmak başta eğitime olan güveni ortadan kaldırmaktadır. Bu konuya da acil tedbirler alınması şarttır.
 
Öyle ki artık okullarda değerler eğitiminin layıkıyla verilebildiği konusunda ciddi tereddütler bulunmaktadır.  
 
Temelde ortaokul çağlarında verilmesi gereken duygular ve meziyetler maalesef yok sayılıyor. Fakat ülke olarak okullar konusunda bütün sermayeyi bitirmiş ve değişimin hızına ayak uydurmakta zorlanan okulları ayakta tutma derdine düşmüş durumdayız. Çocuklarımızı ise gelişimlerinin en hassas dönemlerinde öğrenilmiş karşılıklı menfi davranışlarla birbirlerine benzetmeye çalışıyoruz. Evde ahlaki değerler noktasında iyi yetiştirilmiş bir çocuğu, sosyalleşme adına, iyi yetiştirilememiş çocukların hallerini benimsemeye mecbur bırakmak eğitimin temel amaçlarıyla çelişmektedir. Bir girdaba sürüklenen çocukları kendi elimizle bu girdaba itmek hangi akla hizmet etmektir? Bu sebeple, mecburi erken çocukluk eğitimi olamaz olmamalı...
.....
Kaynaklar
-Gül Kapçı, E., Artar, M., Avşar, V., Daşçı, E. ve Gülçin Çelik, E. (2013). “İlkokul Birinci Sınıfa Farklı Yaşlarda Başlayan Çocukların Ruhsal ve Sosyal Gelişim ile Akademik Benlik Algıları Açısından Karşılaştırılması”, Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projesi Sonuç Raporu.
-Kotluk, N. (2018). “Kültürel Değerlere Duyarlı Eğitime İlişkin Öğretmenlerin Öz Yeterlik Algılarının Görüşlerinin İncelenmesi”, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi.
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.