Gençlerimiz, futbol ve fanatizm

A -
A +

Prof. Dr. Burak Gönültaş

 

Cumhuriyet Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

 

 

 

 

Avrupa’da statları “mabet” olarak tanıtılıp yani ibadet edilen bir yer gibi görülürken, marşlarına ise sanki “ilahi” gibi bir ulviyet kazandırılmaktadır. Maalesef ülkemizdeki taraftarlar da bu yolda hızla ilerliyorlar. Üstelik futbol fanatizmi, başta illegal bahis olmak üzere

 

birçok illegal oluşumun da önünü açıyor.

 

 

 

 

 

Futbol maalesef spor olmaktan öte, büyük paraların aklandığı, güç savaşlarının döndürüldüğü, zorbalık gösterme alanları hâline geldi. 

 

 

 

 

 

Maalesef içinde bulunduğumuz cemiyet, fonksiyonlarını yerine getiremiyor.

 

 

 

 

 

Toplumun belki de en önemli vazifesi, bünyesindeki fertleri sosyal problemlere karşı koruyabilmesidir. Ancak günümüz dünyasında maalesef bu istenildiği gibi olmuyor.

 

Toplum, ferdin beşerî hâle gelebilmesine katkıda bulunabilirse işe yarıyor demektir. Bunun için de insanla toplum arasında olumlu ve güvenli bir bağ kurulması gerekmektedir. Olumlu bağ kurabilmenin şartı ise kişinin, “bir insan olarak” varlığını devam ettirebilmesinde maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayabilecek beşerî bir zeminin oluşturulmasıdır. Bu amaçla toplum, değerleri ve kuralları uygulayabilmeli, roller üretebilmeli (annelik, arkadaşlık, hocalık vs. gibi), sistemler (mesela aile, akrabalık vs. gibi) kurabilmeli ve bunları beşerî amaçlar doğrultusunda işletebilmelidir. Böylece fertler arasında sağlıklı sosyal münasebetler gelişebilir ve güven ortamı oluşarak kişinin cemiyete aidiyet hissini arttırabilir. Aidiyet hissi artan bir fert ise kurallara uyar ve değerlerine sahip çıkar. Maddi ve manevi olarak tatmin olması kolaylaşır.

 

 

 

OSMANLI NASIL MUVAFFAK OLDU?

 

 

 

Tarihî kaynaklara baktığımızda Osmanlıda böyle bir cemiyet yapısının oluştuğunu görebiliyoruz. Osmanlı “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturuyla yerleştiği her yerde beşerî zemini iyi oluşturmuş ve beşerî hayatı en üst seviyede tutabilecek bir cemiyet yapısına kavuşmuştu. Bünyesindeki her insan; dil, din, ırk, renk vs. fark etmeksizin içinde bulunduğu cemiyetten maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayabiliyor, dışlanmıyor ve en önemlisi de kendini cemiyetine ait olarak görüyordu. Osmanlı, beşerî varlığın devamlılığı için kişinin temel maddi ihtiyaçlarını hakkaniyetli bir sistemle karşılarken bir yandan da aile kurumunu güçlendirerek insanların özellikle ilim ve gönül adamları ile münasebet kurabileceği müesseseler teşkil ediyordu. Beşerî zemin, pek çok ilmî, edebî, mimarî eserin ortaya çıkmasını sağladı. Şu an Orta Doğu ve özelde ise Gazze meselesini gördükçe insanlık, Osmanlıyı ve kurduğu cemiyet hayatını çok arayacaktır diye düşünüyorum. 

 

 

 

GÜÇLÜ CEMİYET, BAŞARILI SOSYALİZASYON

 

 

 

Konumuza dönersek, kendini topluma, cemiyete ait hisseden bir insanın çok küçük bir göstergesini söyleyebilirim: Onu kimse görmese bile yere bir çöp bile atmaz, en ufak bir suçu bile işlemez, kimsenin hakkına tecavüz etmez ve ahlaki kurallara hep riayet eder. Demek ki burada temel mesele ferdi her daim beşerî zeminde tutabilecek fonksiyonel bir toplum olmasıdır. Fonksiyonel toplumdan kasıt ise cemiyetin, ferdin maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir yeterlilikte olmasıdır. 

 

Bir tercih yapmak istediğinizde, mesela araba almak gibi, bir büyüğünüzün yanına gidiyor ve danışıyorsunuz. Danıştığınız kişi ehil biri ise sizi sağlıklı bir şekilde yönlendiriyor, tercih yapmanıza yardımcı oluyor ve sizi böylece pek çok maddi manevi zarardan ve bunun stresinden kurtarmış oluyor. Bu gerçekten paha biçilemez. Çocuklarımızın eğitimi ve sosyalizasyonu açısından da durum aynı. Çocuğumuzun kimliğini, kişiliğini, manevi yapısını ve ideallerini belirlemesinde cemiyetin katkısı elzem boyutta. Meşhur kriminolog Sampson diyor ki, bir mahallin sosyal problemler (mesela suç gibi) açısından en önemli önleyicisi tesirli komşuluk ve cemiyet ilişkileridir. Komşunuz çocuklarınızı, evinizi, arabanızı gözetir, mahallede bir problem olduğunda müdahale eder, çocuklarımız için rol model olurlar. Hem de bu işleri bedava yaparlar. Bu işler cemiyetin ulvî fonksiyonlarıdır. Eğer cemiyet bu hususiyetini kaybederse o zaman korkmalı. Çünkü gelecekte bu işi binlerce lira harcayarak danışmanlık şirketlerine, kurslara, eğitim merkezlerine belki yaptırabileceğiz.

 

 

 

SOSYAL PROBLEMLERİN FORMÜLÜ

 

 

 

Yukarıdaki çerçeveye bağlı olarak günümüz sosyal problemleri için şu formülü kurabiliriz: Cemiyet, ferdin maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde organize olamıyor, yani kuralları ve değerleri uygulayamıyor, sosyal rolleri ve sistemleri işletemiyor. Bu sebeple insanlar nerede nasıl davranacağını, nasıl münasebet kuracağını bilemiyor. Böylece beşerî çizginin dışına çıkıyor. Kendini iyi hissetmiyor, kendine ve çevresine faydalı olamıyor ve bu durum onun cemiyetle olan bağını koparıyor. Cemiyetle bağı kopmuş, kendini çevresine ait hissetmeyen bir fertte ise psikososyal rahatsızlıklar (mesela yalnızlık, hasımlık, zır muhaliflik, yabancılaşma, antisosyal davranışlar vs. gibi) zuhur ediyor ve maalesef her türlü günahı ve suçu işleme potansiyeli ortaya çıkıyor. Günümüzün sosyal problemlerine müteallik olan kimi görsem bu formülü gözlemliyorum. 

 

17 Mart Pazar günü oynanan Trabzonspor-Fenerbahçe maçı sonrası yaşanan şiddet hadiselerini de göz önünde bulundurarak; gençlerimizi, futbolu ve statları bu meyanda tahlil etmekte fayda var.

 

 

 

ÇAĞIMIZIN SOSYAL BOZULMA

 

ALANLARINDAN BİRİ: FUTBOL VE FANATİZM

 

 

 

Öncelikle nasıl bir problemle karşı karşıyayız? Futbol ve futbolla ilgili diğer unsurlar (maçlar, takım ürünleri, bahisler, statlar, futbol tartışmaları, transferler, futbolcuların özel hayatı vs.), çocuğundan yetişkinine kadar insanlar arasında çok teveccüh gören bir popülarite alanı hâline geldi. Öyle ki ortalama gelir seviyesine sahip bir ülkede milyonlarca dolara, avroya 19-25 yaşlarındaki gençlere ücretler veriliyor. Kulüpler, bir futbolcusunu yüksek meblağlara aynen bir meta gibi “satınca” büyük bir başarı gibi kamuoyuna yansıtıyor. 

 

 

 

STATLAR “MABET” DİYE ANILIYOR!

 

 

 

Memlekete neredeyse müspet katkısı olmayan maçlar, derbiler yapıldıkları günün ana gündemi oluyor. Taraftarlar bir hafta maçı bekliyor, hayatının ana teması hâline getiriyor.

 

İngiltere’de taraftarlar, maç günü pub’lara giderler, akşama kadar sarhoş olurlar, oradan da bağıra çağıra statlara giderler. Fitilli oldukları için de geçmişte çok ciddi şiddet olaylarına karışmışlardır. Ortalama bir İngiliz’in tüm hayatı böyle geçmektedir.

 

İspanya’da da futbol en büyük para döndürme alanlarından biridir. Statlarını “mabet” olarak tanıtırlar. Yani statlara aynen ibadet edilen bir yer gibi bakılırken, marşlarına ise sanki “ilahi” gibi bir ulviyet kazandırılmaktadırlar! Maalesef ülkemizdeki taraftarlar da bu yolda hızla ilerliyorlar.

 

Taraftar profiline baktığımızda ise çoğunluğunun gelir seviyesi düşüktür, maçlara girebilmek için her imkânlarını kullanırlar. Diğer takımın taraftarını kendine düşman bilir ve kavga etmeyi-tartışmayı-zarar vermeyi ulvi bir şeymiş sanırlar. Futbolcular gençlerin ve çocukların önüne rol model olarak sunulur. Bir futbolcu, çok kazanır, lüks arabaya biner, mankenlerle evlenir. 90'larda bizler maalesef akşamları “Televole” izler, gündüzleri de futbolcuları konuşurduk. Bir nesli “Televole”ye kurban ettik.

 

Futbolun tabirleri de müstehcen şeyleri ifade etmek için kullanılır hâle geldi. En enteresanı ise şu an 6-7 yaş grubu çocukların o takımı tutmasına vesile olan “sempatik” futbolcu, maç içerisinde binlerce taraftarın ve kameraların önünde müstehcen hareket yapabiliyor. Çünkü futbol maalesef spor olmaktan öte, büyük paraların aklandığı, güç savaşlarının döndürüldüğü, nezaketten öte (fair-play!) zorbalık-şiddet-erkeklik gösterme alanları hâline geldi. 

 

Yine futbol fanatizmi birçok illegal oluşumun da önünü açıyor; başta illegal bahis olmak üzere. Sosyal medyada içinde müstehcen kadın temalı reklamlarla pek çok genci bu çukura çekiyorlar. Gençler kısıtlı imkânlarını “iddia” bayilerinde harcıyorlar. Kulüp başkanları, federasyon seçimleri sanki başbakan seçiliyor havasında oluyor. Çok ilginçtir ki bu kulüplerin taraftarının çoğunlukla sosyoekonomik seviyesi düşükken, başkanları iş adamı, zengin, kapitalist, elit kesimden oluyor. Başkanlar aynen parti liderleri gibi birbirlerini suçluyor, sanki memlekete önemli bir şey katmışlar gibi canlı yayında kamuoyuna izletiliyor. Binalara, mekânlara, caddelere, sokaklara isimleri veriliyor.

 

 

 

VE BEŞERÎ TAHLİLİMİZ…

 

 

 

Görüldüğü üzere futbol mecrası, ferdin gönlünden öte nefsine hitap eden her şeyi sunmaktadır: Bunların başında popüler olana takılma, eğlence, heyecan, haz geliyor. Yani şu an günümüz gencini cezbeden her şeyi sunuyor. Tabii ki ölçülü heyecan ve haz herkesin hakkı ancak neticesi zarar veren bir şey ne kadar sağlıklı olabilir? En önemlisi de bu kadar olumsuz tesiri ve katkısına rağmen kitleleri (arttırarak) arkasından sürükleyebiliyor. Peki, neden böyle oluyor? Demek ki bu mecra, insanların ihtiyaç duyduğu bazı şeyleri sunabiliyor. Bunun en başında kimlik arayışı geliyor. Şu an toplumda taraftar kimliğinin güçlü bir kimlik olduğunu görüyoruz. Sağlıklı bir kimliğe kavuşamamış bir fert için taraftar kimliği bir alternatif olabiliyor. Bunda ne var denilebilir? Doğru, ancak taraftarlığın sunduğu husumet, şiddet, anti sosyallik, zorbalık gibi olumsuzlukları ferdin öğrenmesi kolaylaşıyor ve zamanla fert için cemiyet içinde kendini ifade etme ve sosyal etkileşime girebilme aracı hâline geliyor. Yani başka bir takımın taraftarını, sırf o takımı tutuyor diye yaralayabiliyor. 

 

Toplumda taraftar kimliği ile öne çıkan fert için, o cemiyetten maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılama sırası geliyor: Futbol izleyerek zamanını geçirebilirken, haftasını gelecek maça endeksliyor. Kendini taraftarı olduğu takımın futbolcularının hayatlarına bakarak idealize ediyor. Daha iyi imkânlara sahip olmak için çalışmak, emek harcamak yerine, parasını bahislere yatırabiliyor. Bahis oynamak için Arjantin'in ikinci lig takımlarını ezberleyebiliyor. Maçı izlemek için stada gittiğinde koreografilerle, marşlarla ibadet etmiş gibi manevi haz duyduğunu zannederken; hakeme, karşı takıma söverek rahatladığını iyi bir şey yaptığını düşünüyor. Kısacası futbol ve fanatizm, ferde başta kimlik olmak üzere maddi ve manevi ihtiyaçlarını sunmuş gibi gösteren hâlbuki kitleleri büyüleyen-uyutan bir alt toplum-kültür yapısı oluşturuyor.

 

 

 

DEVLETLERİN İŞİNE GELİYOR

 

 

 

Günümüz sosyal problemleri o kadar arttı ki, futbolun bu fonksiyonu, sanıyorum ki devletlerin de işine geliyor. Futbol başta genç yetişkin gibi dinamik bir kitleyi kontrol etmeye yarıyor gibi. Nereden mi belli? Devletler bunları muhatap alıyor, vergi borçlarını siliyor, başkanlarını en üst düzeyde ağırlıyor… Bir misal verecek olursak, 2000’li yılların başlarında soruşturmacı olarak çalıştığımız günlerde, en rahat çalıştığımız zaman perşembe akşamları idi. Çünkü bir kanalda ünlü bir dizi vardı ve o saatte dışarıda olabilecek ne kadar genç varsa, büyülenmiş gibi televizyonların başında olurlardı. Unutulmamalı ki bu büyük bir yanılgı olabilir, şöyle ki Gezi Parkı olaylarında taraftar grupları en öndeydiler, maalesef bunu tecrübe ettik…

 

Özetle günümüz için şunu söyleyebiliriz: Maalesef içinde bulunduğumuz cemiyet, fonksiyonlarını yerine getiremiyor. Bağışıklığı zayıflamış bir bünye gibi, olumsuzluklar hemen vücudu işgal edebiliyor. Gençlerin en çok ihtiyaç duyduğu maddi ve manevi yönü kuvvetli psikososyal ihtiyaçlarını karşılamasını sağlayacak bir kimliği sunamıyor. Hatta daha kötüsünü söyleyeyim ki, şu an cemiyet fonksiyonel olmadığı gibi ters-fonksiyonel hâle gelmiş durumda. Yani gençlere olağan-faydalı sosyalleşme alanları sağlanamadığı için ya sosyal medyaya ya da futbola yöneliyorlar.

 

Bu sebeple insanların manevi ihtiyaçlarına cevap verebilecek gönül insanlarının toplumda görünürlüğü artmalı, devlet tarafından desteklenmelidir. Üniversitelerde ise başta şahsım olmak üzere profesörlerin, doçentlerin artık odalarından çıkması bu dertle dertlenmesi gerekiyor. Umarım cemiyet olarak uyanır ve farkında oluruz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.