KAN VE GÖZYAŞININ MERKEZİ… Kudüs’ün savaş tarihi

A -
A +
Mehmet Fatih Oruç
Araştırmacı Yazar
 

İsrailoğulları, yeryüzünde en çok peygamber gönderilen kavimdir. Fakat her peygamber sonrası kavim, ellerindeki imkânların artmasıyla Tevrat’ın hükümlerini değiştirdi ve farklı yollara saptı. Bunun üzerine Calut, üzerlerine bela olarak gönderildi.

 

Calut, İsrailoğullarını vatanlarından sürüp çıkardı. Bu durum Talut’un gelişiyle son buldu. Devleti düzene soktu ve Calut ile savaştı. Ölümü ise Hazreti Davut’un elinden oldu. Talut’un ölümünden sonra İsrailoğullarının başına Davut aleyhisselam geldi. Böylece Birleşik İsrail Krallığı da kurulmuş oldu. Kudüs başşehir ilan edildi ve Mescid-i Aksa adıyla büyük bir mescidin inşasına başlandı. Hazreti Davut, mescidin bitirilmesini oğlu Süleyman aleyhisselama vasiyet ederek yüz yaşında vefat etti. O da babasının vasiyetine yerine getirdi ve “Süleyman Mabedi”ni inşa etti.

 

Vefat ettiğinde İsrailoğulları iyi durumdaydı ancak kısa sürede yine yoldan çıkmaya başladılar. MÖ 586 yılında güneyde kurulan Yahuda Krallığı ile bozulan düzen Babil Kralı Nebukadnezar’ın saldırısıyla yıkıma sürüklendi. Daha sonra Yahudilerin taşkınlıkları sebebiyle MÖ 576 yılında Kudüs’e de girdi ve Süleyman Mabedi’ni yıktırdı, İsrailoğullarını şehirden sürdü. Fakat Yahudilerin imdadına Persler yetişti. Kral Kiros, onların tekrar Kenan iline yani Filistin’e dönmelerine müsaade etti. Yıkık mabetlerini de inşa ederek, şehri ihya etti.

 

Ancak MÖ 333’te ise Makedonyalı hükümdar Büyük İskender, Filistin’i ele geçirip Kudüs’e hâkim oldu. Onun ölümü üzerine Yahudiye diye anılan bölgesi, Selevkos İmparatorluğu’na dâhil oldu. MÖ 2. yüzyılda İmparator Antiyokus’un Helenistik dinini tesis etmeye çalışmasıyla Yahudiler isyan etti ve bölgedeki Yunan hâkimiyeti son buldu. MÖ 64 yılına gelindiğinde Yahudiye, General Pompey’in fethiyle altı asırlık bir Roma hakimiyetine dönemine girerken, şehir yağmalandı ve Süleyman Mabedi zarar gördü.

 

Tarihler MÖ 37’yi gösterdiğinde ise Roma Kralı Büyük Herod, şehri aldı ve Süleyman Mabedi’ni tekrar inşa ettirdi. Fakat İsrailoğulları bundan da memnun olmayıp karışıklıklar çıkarmaya başladılar ve tarihler 70 yılını gösterdiğinde Romalı komutan Titus; Kudüs’ü kuşattı, Yahudileri mağlup etti ve şehri yerle bir etti. Süleyman Mabedi de ikinci defa yıkılmış oldu.

 

Devrin Roma İmparatoru Hadrianus, bu gidişatı tamamen değiştirmeyi arzuladığından şehrin ismini “Aelia Capitolina” olarak değiştirdi. Mabedin yıkıntılarının üstüne de Helenistik inancı gereği Jüpiter Tapınağı inşa etti. Yahudilerin girişini yasakladı. Yahudiye ismini de Palestina olarak değiştirdi. Yahudilerin ümitlerini kırıp sindirmeyi ve huzuru sağlamayı amaçlıyordu. Ancak bu çabaları çok işe yaramadı. Bir sene sonra Yahudi lider Şimon Bar Kohba, Romalılara karşı büyük bir isyan başlattı ve şehre yine “İsrail” adını verdi. Fakat bu durum, Hadrianus’un kanlı bir şekilde isyanı bastırmasıyla son buldu.

 

IV. yüzyılın başlarında Doğu Roma İmparatorluğu Hristiyanlığı resmî din olarak kabul etti. İsrail şehrinin ismi yine değiştirilerek Kudüs adı geri getirildi. Hristiyan göçünün etkisi ile, Kudüs bir Hristiyan şehri hâline geldi. Yahudilerin bu bölgede yaşama yasağı ise devam etti. Yahudiler Sasaniler’i Bizans’a karşı kışkırttılar ve bunun neticesinde 611 yılında savaş patlak verdi. II. Hüsrev, Yahudilerin yardımı ile 614 yılında Kudüs’ü ele geçirdi ve şehrin kontrolünü Yahudilere bıraktı. 617 yılında ise Yahudiler, bu sefer söz aldıkları Bizans İmparatoru Herakleitos’u destekleyerek taraf değiştirdiler. Persler büyük bir mağlubiyete uğradı ancak imparator sözünü tutmayarak topraklarında Yahudiliği yasakladı.

MÜSLÜMANLARLA HUZUR GELDİ

637 yılına gelindiğinde ise Hazreti Ömer’in fethiyle bu topraklarda yeni bir dönem başlamış oldu. Bölgeye Müslümanlar yerleştirilmeye başladı. Bununla birlikte Yahudilerin yasağı da kalktı. Müslümanların hâkimiyetiyle beldede büyük bir huzur ve sükûn oluştu. Dört Halife devrinin tamamlanmasıyla, önce Emeviler sonra Abbasilerin kontrolüne geçen şehir belki de tarihindeki en rahat ikinci devrini geçirdi. Dokuzuncu asrın sonlarına doğru ise bölgede sular tekrar ısınmaya başladı. Şii Fatımi Devleti bölgeye hâkim oldu ancak Hristiyanlar, 1099 yılında düzenledikleri Haçlı Seferi ile burayı işgal etti ve Kudüs Krallığını kurdular. Hristiyan olmayan halkı ise acımasızca katlettiler. 1187 yılında ise düşlediği Kudüs’ü fetheden Selahaddin Eyyübi ile bölge tekrar Müslümanların kontrolüne geçti. Memluk Sultanı Seyfettin Kutuz ve selefi Baybars’ın gayretleri ile de tekrar mamur hâle geldi. I. Selim Han’ın (Yavuz) fethine kadar da bu devletin hakimiyetinde kaldı. Bölgenin en huzurlu devri ise Osmanlı günlerinde yaşandı.

THEODOR HERZL’İN PLANI

Fakat 1896'ya gelindiğinde Theodor Herzl’in “Yahudi Devleti” kurma fikri ile bölgede huzur tekrar bozuldu. “Siyonist Örgüt”ün amacı Filistin topraklarında uluslararası güvencelerle koruma altına alınmış bir Yahudi devleti kurmaktı. II. Abdülhamid Han bu düşünceye şüpheyle yaklaştı ve izin vermedi. Fakat Sultan’ın geri plana itildiği II. Meşrutiyet’in ilanından sonra kesif bir şekilde Yahudi göçü başladı.

 

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlının yenilmesiyle Filistin topraklarının ve Kudüs’ün huzuru bir daha düzelmemek üzere bozuldu. Devrin İngiliz Başbakanı Lloyd-George Siyonizm’e sıcak bakıyordu. 1917'nin sonlarında Türkler Filistin'den çıkarıldı. İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour’un, Rothschild'e gönderdiği ve "Balfour Deklarasyonu" olarak anılacak mektup ile Yahudi devletinin ilk temelleri atılmış oldu. 1922’de ise Milletler Cemiyeti tarafından onandı. 1939 yılında çıkan II. Dünya Savaşı ile bölge tamamen farklı bir hâle büründü. 6 milyon Yahudi’nin öldürülmesinin de etkisiyle hayatta kalan ülkesiz Orta Avrupa Yahudilerinin çoğunluğu, kademeli olarak Filistin'e göç etti.

 

Bu sıralarda İngilizler ekonomik sıkıntılarla boğuşmaktaydı ve imparatorlukları büyük bir ölçüde zayıflamıştı. Başlarda Yahudi devletinin kurulmasına sıcak baksalar da petrol sebebiyle ilgi alanları Araplara doğru kaydı. Bu sebeple Yahudilerin bölgeye girmelerini serbest bırakmamışlardı. Göç yasadışı yollarla sağlanıyordu. 1945 yılından 1948 yılına kadar İngilizler ile gerilla tipinde yapmış oldukları çatışmalarda onlarca Yahudi öldü. Bu durum üzerine ABD’nin de desteği ile Yahudilerin durumu BM Genel Kurulu’nda konuşuldu. 29 Kasım 1947'de, biri Yahudi ve biri Arap olan iki devletin kurulmasına ve Kudüs’ün statüsü sebebiyle BM’nin kontrolünde kalması, İngilizlerin ise topraklardan çekilmesi yönünde karar alındı.

İNGİLİZLERLE ŞİDDET ARTTI

Bölgedeki savaşlar bitmeyecekti. BM’nin aldığı bu karar ile huzurun sağlanması beklenirken tam tersi oldu ve Filistin'deki Arap ve Yahudi cemaatleri arasında çatışmalar başladı. Komşu Arap ülkeleri, Yahudi devleti kurulması durumunda savaş ilan edeceklerini duyurdu. Buna mukabil Arap Özgürlük Ordusu oluşturuldu. İngilizlerin bölgeden çekilmesiyle 1948 baharında şiddet gittikçe arttı. Bölge tekrar on dokuz asır önceki kaos ve şiddet günlerine geri döndü.

 

Mayıs 1948'de son İngiliz güçleri Hayfa'yı terk ettiğinde Yahudi Ajansı, 1947 BM Paylaşım Planına göre İsrail Devleti'nin kurulduğunu bildirdi. ABD ve Sovyetler, İsrail'i derhal tanıdı. Filistin’in Arapların özerkliğinde olması gerektiğini iddia eden Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak, BM'nin paylaşım planını reddedip İsrail'e karşı savaş ilan ettiler. Hemen arkasından da istilaya giriştiler. Bu süreci hızlanmasında, Siyonistlerin 107 Filistinliyi vahşice katletmesi de etkili oldu. Böylece Arap Birliği ile İsrail mücadelesi başladı ve 11 Haziran'da BM’nin bir aylık ilk ateşkes ilanına kadar devam etti.

 

Ateşkes ile geçen bir aylık süre sonrasında 9 Temmuz’da İsrail’in saldırısı ile şiddetli çatışmalar yeniden başladı. İsrail’in ordusundaki aktif asker sayısı 49 bin civarına kadar çıkmıştı. İlkine nazaran bu ikinci saldırılarda Araplar zorlanmaya başladı. Tedarik sıkıntısına da girince dört gözle ateşkes ilanını beklemeye başladılar. Ancak bu mola İsrail’e yaradı ve asker sayısını ikiye katlayıp 90 bine çıkardı. Arap Birliği, kısa sürede biteceğini düşündükleri savaşın bu kadar sürmesi sebebiyle moral olarak çöktü. İsrail ise BM’nin aracılık yapmak istemesine tepki gösterdi. Çünkü bütün kazanımlarını geri vermesi isteniyordu. Ara bulucu İsveçli Kont Bernadotte’nin Batı Kudüs’te öldürülmesi de bir nevi bunun cevabı oldu. Hemen arkasından da ateşkes ilan edildi.

 

Fakat İsrail başladığı işi bitirmekte kararlıydı ve eylül ayında Mısır’a saldırdı. Diğer yandan Lübnan’ı da durdurmayı başardı. Kasım sonuna gelindiğinde ise İsrail, Suriye ve Lübnan arasında yine geçici bir ateşkes ilan edildi. Bunu fırsat bilen İsrail bütün güçleriyle Mısır’a saldırdı. Buna cevap veremeyen Mısır, acil ateşkes ilanı için BM’ye başvurdu. İsrail Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye ile ateşkes imzaladı ve İsrail’in sınırları da bununla belirlenmiş oldu. Mayıs 1949'da İsrail, BM üyesi olarak kabul edildi. BM raporuna göre bu savaşın sonunda 726 bin Filistinli topraklarından çıkarıldı. Büyük mülteci kamplarına yerleştirildiler. İsrail güçleri resmen tanınırken, Yahudi nüfusu da hızlı bir şekilde artışa geçti. 1948'den 1958'e kadar 800 bin kişilik İsrail'in nüfusu iki milyona yükseldi.

ALTI GÜN SAVAŞI

1967'de Suriye, Mısır ve Ürdün orduları bir kere daha İsrail sınırına dayandı. İsrail buna sert bir şekilde karşılık verdi. Yine bozguna uğrayan Arap güçleri, BM’nin ateşkes teklifini kabul etmek zorunda kaldılar. Bu harekât yıllar boyunca akıllarda soru işaretleriyle yer aldı. Çünkü savaştan mutlak galip olarak çıkan İsrail, ciddi kazanımlar da elde etti. Sina Yarımadası, Gazze Şeridi, Golan Tepeleri ve eskiden Ürdün kontrolündeki Batı Şeria İsrail'in kontrolüne girdi ve Doğu Kudüs’ü ilhak etti. BM’nin çekilmesi yönündeki kararını ise uygulamadı.

 

1968 yılında ise İsrail’in El Fetih üssüne yapmış olduğu saldırı büyük bir başarısızlıkla neticelendi. Bu hadise El Fetih'in ve FKÖ'nün (Filistin Kurtuluş Örgütü) Arap dünyasında namının yayılmasını sağladı. Bu durum ABD’yi ve diğer Avrupa ülkelerini arkasına alan İsrail’i gittikçe saldırgan bir hâle getirdi ve sivil katliamlarına başladı.

YOM KİPPUR SAVAŞI VE YERLEŞİM ZORBALIĞI

1973’te Yahudiliğin en kutsal günü olan 6 Ekim’de Yom Kippur Savaşı başladı. Suriye ve Mısır, İsrail savunmasını hazırlıksız yakaladı ve sürpriz saldırı gerçekleştirdi. ABD ve Sovyetler, hemen müttefiklerinin yardımına koştu. Suriyeliler Golan'da püskürtüldü. Mısır, Sina'nın bir bölümünü ele geçirmesine rağmen geri adım atmak zorunda kaldı. Her iki tarafın da ağır kayıplar verdiği bu savaş, 1974'te ABD’nin liderliğinde Mısır ve Suriye ile yapılan anlaşma ile son buldu.

 

Modern Ortodoks Yahudiler, Guş Emunim hareketini başlatıp Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde Yahudi yerleşim birimleri kurmaya başladı. Günümüzde de hâlen devam ve Filistinlilerin elinden zorbalıkla alınan yerlere Yahudilerin yerleştirilmesinin temeli de buna dayanmaktadır.

MISIR İLE YENİ DÖNEM VE OSLO BARIŞ ANTLAŞMASI

1977 yılına gelindiğinde ise İsrail ile Mısır arasında yeni bir dönem başlıyordu. Mısır Başkanı Enver Sedat, İsrail ile olan 30 yıllık husumete son verip İsrail Başbakanı Begin'in davetini kabul etti ve Kudüs'ü ziyaret etti. Bu bir dönüm noktası oldu. Artık Mısır yaşanan katliamlarda ve İsrail’in saldırılarında sessiz kalma yoluna gitmeye başladı.

 

13 Eylül 1993'te İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü, Beyaz Saray'da Oslo Barış Anlaşmasını imzaladı. Bölgenin yetkisini İsrail'den geçici Filistin otoritesine bırakan ilkelere karar verildi. İlkeler anlaşmasına göre Batı Şeria ve Gazze'nin kalıcı statüsünün Mayıs 1999'da başlamasına karar verildi. 26 Ekim'de imzalanan İsrail-Ürdün Barış Antlaşması ile 1948'den beri süren savaş ABD Başkanı Clinton şahitliğinde son bulmuş oldu.

GAZZE ABLUKASI, AKDENİZ’DEKİ KATLİAM, DEMİR KUBBE…

İsrail Mayıs 2010 tarihinde dünyaya meydan okurcasına büyük bir katliam yaptı. Yabancı aktivistlerin, Gazze’ye karşı uygulanan ablukayı aşma çalışmaları sırasında, Akdeniz’de uluslararası sularda Mavi Marmara adlı gemiye müdahale edildi ve dokuz Türk aktivist öldürüldü. Buna rağmen yaptıkları İsrail’in yanına kaldı.

 

İsrail, Gazze etrafındaki nüfusu füze tehdidine karşı savunma amacıyla, Mart 2011'in sonunda “Demir Kubbe” sistemini kullanmaya başladı. Ekim 2011'de İsrail ile Hamas tutuklu takası konusunda anlaşmaya yaptı. İsrail askeri Gilad Şalit'e karşılık, 280 Filistinli ve İsrailli 1027 Arap serbest bırakıldı. İsrail ile Hamas arasındaki bu çatışma, günden güne katlanarak arttı.

 

Günümüze bakıldığında da İsrail güçlerinin geldiği noktayı net olarak görebiliyoruz: Çocukların ve sivillerin “buraya saldırılmaz” diye sığındığı Hristiyan hastanesini bombalayacak kadar ileri gidebiliyorlar. ABD’li ve Avrupalı politikacılar ise ortada katliam yokmuşçasına ve İsrail’in ortaya koyduğu soykırımı gölgelemek adına destek turlarına devam ediyor. Ancak tarihte de çok defa görüldüğü gibi; her şey inceldiği, zulüm ise kalınlaştığı yerden kopar…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
ibrahim ethem MARAŞLI 3 Kasım 2023 15:52

Diline sağlık hocam bilmediğimiz çok şeyi sayenizde öğrendik ve tarihtede gördük ki yine içimizdeki Müslüman görünümlü HAİN ler yine iş başındalar.