Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk dilinde bozulma

Sesli Dinle
A -
A +
 
Dr. Mehmet Can
mailmehmetcan@gmail.com
 
Tarih, uzun zaman başkalarının idaresinde kalmış milletlerin kendilerine mahsus kültürü ve dolayısıyla millî şuurlarını nasıl kaybettiğinin örnekleriyle doludur. Bilhassa Türk dünyası bu konunun işlenmesi için mükemmel bir laboratuvardır. Bu coğrafyada uygulanan stratejiler, meydana gelen değişmeler her sahada olduğu gibi dilde de etkisini göstermiş, bilhassa Türkistan’da Rus İhtilali sonrası suni devletlerle birlikte yeni lisanların ortaya çıkması yönünde gelişmiştir. Rus misyonerlerinin; her boyun kendi lehçesini canlandırması yönündeki telkin ve teşviklerinin, sosyalistler tarafından resmîleştirmesi neticesinde Türkistan Türkleri bugün kendi ana dillerindeki şive farklılıkları sebebiyle birbirleriyle anlaşamaz duruma itilmişlerdir. Bu hususta Kazan Türkoloji Enstitüsü Müdürlüğü de yapan Ortodoks misyoneri N. Ilminsky’nin eğitim ve dil konusundaki düşünceleri, çalışmaları dikkat çekicidir.

TÜRKLER ASİMİLE EDİLMELİDİR!

N. Ilminsky “Yabancı milletlerin eğitilmesi ve bunların Rusya’nın ruhuna yakınlaştırılması, istikbâl için büyük siyasî önemi olan bir vazifedir… İnanç ve dil bakımından Ruslarla kati olarak kaynaştırılmaları, yabancı milletlerin eğitim sisteminin ulaşmak istediği son gaye olmalıdır” diyerek, Türkistan Türklerini Ruslaştırma siyasetini başlatmıştır.
 
O, ortak bir Türk dili yerine her boy için boy şivesinin ana dil olarak kabul ettirilmesi fikrini müdafaa etmiştir. Onun öğrencilerinden olan ve Türkistan Vilayeti gazetesinin 1887-1917 yılları arasında başyazarlığını yapan N. P. Ostromov ise 34 yıl çalışarak “Sart Dili” adında uydurma bir dil oluşturmuş özbeöz Türklerden suni bir Sart milleti meydana getirme fikrini ortaya atmıştır. Bilhassa İlminsky, Ostromov, Samayloviç gibi Rus Türkologları siyasî talimatlar doğrultusunda Türk ve Müslüman coğrafyasında çeşitli suni diller ortaya çıkarmışlardır. Mesela Türkmen Türkçesi 1921’de, Kırgız Türkçesi ve Özbek Türkçesi 1923’te o cumhuriyetlerin dili olarak kabul edilmiş; Dağıstan Cumhuriyeti’nde ise resmî dil olarak Avar, Dargin, Lak, Lezgi, Tabasaran ve Çeçen gibi daha mikro düzeyde parçalanmalar gerçekleştirilmiştir.  İmlâ meselesinde de Türkçenin öz karakterinden ziyade Rusça şeklini almakla Rusluk ruhunun korunması düşünülmüştür.

RUS COĞRAFYASINDA OSMANLI TÜRKÇESİNİN SOSYAL ROLÜNÜ ANLAYANLAR…

Çarlık Rusya’sı zamanında Osmanlıcayı kullanmanın sosyal rolünü anlayan münevver insanlar, ilk önce bu dili gençlere öğretme işine başladılar. Bulgar, Altın Ordu, Kazan Hanlığı devrindeki medreselerde İslâmiyeti öğrenmek için Arapça bilmek yeterli idi. Ancak, 18. asrın sonlarından itibaren açılan birçok medreselerinde Arap ve Fars dilleriyle beraber Osmanlı Türkçesine de önem verildi. 20. yüzyılın başlarında, medrese mezunları Osmanlıca şiir yazabilecek derecede öğrenmişlerdi. Osmanlıca, Kazan Üniversitesi’nde okutuluyordu.

TÜRKİYE’DE DE YENİ BİR UYDURMA DİL FURYASI BAŞLADI

Cumhuriyet döneminde Türkiye’de de, Türkçede tasfiyecilik hareketi 1930’dan, 1950’li yıllara kadar devam etti. 1960’lı yıllarda yeniden başladı. 1970’li yıllardan sonra tam manasıyla hızlandı. Âdeta yeni bir dil ortaya çıkarıldı. Uydurma kelimeler, Türkçe diye lisana sokulup birbirine yakın manalar, tek kelimeyle ifade edilerek dilimizin ifade gücü zayıflatıldı. Böylece kavramlar çarpıtılarak düşünce kabiliyetimiz köreltildi, Türkçenin ahengi ve musikisi bozuldu.
 
Mesela “âlemşümul” kelimesinin karşılığı olarak Fransızca, “universel” kelimesinden bozma “evrensel” kelimesi kullanılıyordu. Yine, “cité” kelimesi “site” yapılıyor ve “belde” karşılığı kullanılıyordu; “univers”, “evren” yapılıyor ve “cihan” kelimesi yerine konuluyordu; “encümen” atılıyor, yerine “comiission” kelimesinden bozma “komisyon” getiriliyordu. Misalleri alabildiğince uzatabiliriz. Yeni yeni kelimeler yapılırken tek ölçü şuydu: İslam kültürüyle alakası olan Arapça, Farsça kelimeler olmasın da ne olursa olsun…

TÜRK KÜLTÜRÜNE MÂLOLMUŞ ARAPÇA VE FARSÇA KELİMELER ATILMAKTA

Bugün Türk Dil Kurumu’nun verilerine göre Türkçede 5.000’nin üzerinde Fransızca kelime kullanılmaktadır. Her gün de dilimize yeni yeni İngilizce kelimeler girmektedir. Ancak bu kelimelerin hiç biri atılmamakta sadece Türk kültürüne mâl olmuş Arapça ve Farsça kelimelerin atılması bütün hızıyla devam etmektedir. Bu da samimi olunmadığını göstermektedir.
Ord. Prof. Ali Fuat Başgil, 1930’lu yıllarda Türkçenin devlet eliyle bozulmasından dolayı duyduğu endişeyi şöyle dile getiriyor: Sayısız fikir ve kalem sahibi nesillerin asırlar içinde göz nuru dökerek karınca sabrı ile işleyip şimdiki inceliğe eriştirdiği Türkçemiz…
 
Bugün hükûmet ve kanun zoru ile içinden çıkılmaz tenakuzlara saplandığı ve bir trajikomik mesele hâline konulduğu artık herkesçe ve her sınıf halkça bilinmektedir. Hakikatin yüzü pektir. Bunu inkâra mecal yoktur. Mızrak çuvala girmez. Güneş balçıkla sıvanmaz. Eğer bu memlekette insan hakkını ve ebedî insanlığın yüksek şerefini ve imtiyazını koruyan bir hakkaniyet kanunu varsa, bu kanunun kanatları altına sığınarak söylüyorum ki, memleket dili Türkçemiz, tarihin hiçbir devrinde ve hiçbir diyarında rastlanmadık bir hükûmet hatasının kurbanı olmaktadır. Tekrar ediyor ve dünya alimlerini şahit tutuyorum: Dil işi, bir hükûmet ve politika işi ve bir kanun mevzuu değildir. Dile müdahale ve dilde tasarruf, ilim, ihtisas ve kalem sahibi insanların işidir.

OSMANLI TÜRKÇESİ, EN ZENGİN DİLLERDEN BİRİYDİ

Yine Cumhuriyet döneminde dilde sadeleştirme adı altında başlayan faaliyet neticesinde Türkçedeki kelime mevcudundaki azalmayı Prof. Dr. Ayhan Songar da şu şekilde izah ediyor: Meşhur Redhouse İngilizce-Türkçe Lügatinin 1890 yılında yapılan baskısının önsözünde, o zamanki konuşulan Türkçede ortalama yüz bin kelime bulunduğu kayıtlıdır. Yine aynı tarihte İngilizcenin de yüz bin kelimesi vardır. Bu sebeple lügatin nâşiri, İngilizce ve Türkçenin dünyanın en zengin dilleri olduğunu söylüyor ve dillerin lügatini basmaktan şeref duyduğunu yazıyor. O tarihten bu tarihe kadar bir asırdan fazla zaman geçti ve bugün için elimizde Türkçenin on bin kelimesi kalmıştır. İngilizcenin kelime hazinesi ise bir milyona yükselmiştir. Bu zaman zarfında biz onda bire düşüyoruz, İngiliz dili on defa katlanıyor.”
 
İşte bu yüzden gençliğimiz, değil Yunus’u, Nedim’i, Bâki’yi, Fuzuli’yi, meşhur şairlerimizden Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerini bile anlayamayacak hâle sokuldu. Bu hususta yazar Sâmiha Ayverdi de “Bugün İngiliz milletine Shakespear’i, İngiliz edebiyatı ve tarihinden silmek şartıyla Hindistan’ı kazanmayı tekrar teklif etseler, hiçbir İngiliz vatandaşı milletlerinin gururu olan büyük şairlerini feda edip yerine altın kaynağı olan Hindistan’ı istemez” ifadelerini kullanıyor.

MAKSAT TÜRKLERİN KÜLTÜREL BAĞLARINI KOPARMAK     

Maalesef muhteşem mazi ve tarihimiz ile geleceğimiz arasına aşılması zor bir uçurum koymuş bulunuyoruz. Gençliğin kendi ecdadının yazmış olduğu bir neşriyatı okuyup-anlayamamasın yegâne sebebi kelime mefhumunun kıtlığıdır. Bu durum yabancı ilim adamları tarafından da esefle karşılanmıştır.
 
Mesela bunlardan  Oxford Üniversitesi Profesörlerinden Geoffrey Lewis’in, Türk dilinin son 50-60 yılda içine düştüğü acı ve hazin durumu dile getiren ve Türkçeye “Trajik Başarı” diye tercüme edilen kitabının İngilizce orijinal adı, “The Turkish Language Reform : A Catastrophic Success”dir ki bunun “Mahveden Başarı” diye tercüme edilmesi daha uygun olurdu; mahveden veya felakete sürükleyen başarı daha doğrusu… Lewis, Türk lisanındaki bu değişiklerin maksadını, “Türkiye’nin İslamî doğu ile olan bağlarını koparmak ve Batı dünyası ile olan münasebeti kolaylaştırmaktı” şeklinde yorumlamıştır.

O KİTABI TÜRKÇELEŞTİRECEK KİMSE BULAMADIK!

Lewis’in, “Trajik Başarı” diye Türkçeye tercüme edilen bu kitabının 180. sayfasında, 7 Mayıs 1995 tarihli Cumhuriyet gazetesinden alınmış, M. Fuat Andic’ın ibret verici aşağıdaki bir yorumu da bulunmaktadır:
 
“Galiba geçen sene idi. Babıâli’de (İstanbul Fatih ilçesi Cağaloğlu semti) Yakup Kadri’nin bir kitabını, ‘Erenlerin Bağından’ı arıyorum. Hiçbir yerde yok. Onun birçok kitabını basmış yayınevi, ‘Erenlerin Bağından’ı neden basmadınız sualime, ‘O kitabı Türkçeleştirecek kimse bulamadık!’diye cevap verdi. 1930’lu yıllarda basılan ve benim orta mektepte okuduğum bir kitabı bugün Türkçeleştirmek lazımmış. Çincemi yazmış acaba Yakup Kadri? Üstelik o Türkçeyi anlayıp da uydurma dile çeviren bulunamıyor!..”

TÜRKÇE GIRTLAĞINA İP DOLANMIŞ BİR ADAM GİBİ

Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletin başına gelmemiş böylesi bir fâciaya, ne yazık ki Türk milleti kurban edildi.  Kelime hazinesi zayıflatılan gençlik, okumaktan, öğrenmekten, araştırmaktan ve milli değerlerini, kültürünü tam manası ile bilmekten mahrum bırakıldı. Bugün Türkçe gırtlağına ip dolanmış bir adam gibi, yerden yere sürükleniyor, komaya sokulmuş bir hasta gibi can çekişiyor. Bu millî şuur manzumesi içinde zaman kaybetmeden müdahale gerektirir. Çünkü bu şüphe götürmez bir hakikattir. Bahusus lisanın kıymet ve ehemmiyetini, devlet düzeninde, teessüsünde ne kadar mühim olduğunu Çin filozofu Konfüçyüs şöyle ifade etmektedir:
 
“Bir memleketin idaresini ele alsaydım, yapacağım ilk iş, hiç şüphesiz dilini gözden geçirmek olurdu. Çünkü dil kusurlu ise, kelimeler düşünceyi iyi ifade edemez. Düşünce iyi ifade edilmezse, vazife ve hizmetler gerektiği gibi yapılamaz. Vazife ve hizmetin gerektiği şekilde yapılmadığı yerlerde âdelet, kaide ve kültür bozulur. Âdet, kaide ve kültür bozulursa adalet yanlış yollara sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey lisan kadar mühim değildir.”
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.