Türk asrının şafağı ne zaman ağaracak?

Sesli Dinle
A -
A +
Dr. Mehmet Can
 
Türkiye’de pek çok insan şimdilerde kapı komşumuz hâline gelen; Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan isimlerini çok sık duymaya başlamıştır. Bu kadim Türk yurtlarının daha iyi anlaşılabilmesi için tarihlerinin çok iyi bilinmesi icap eder.
Medeniyetin beşiği olan bu ülkelerden bir zamanlar dünyaya ilim yayılır, talebeler gönderilirdi. Zamanla emperyalist ülkeler, stratejik ve jeopolitik imkânlarından istifade edilmek için bu muazzam coğrafyayı hedef hâline getirdi. 
 
XIX. asırda bölgeyi işgale başlayan Çarlık Rusya’sı ve ardından daha büyük faciaların yaşandığı Sovyet dönemi ve Türkistan’ın doğu kesimine hâkim olan Çin, coğrafyayı tarumar etti; bu topraklarda kan, gözyaşı ve feryat hiçbir zaman eksik olmadı. Çarlık idarecileri, Türkistan’ın kuzeyini “Step Genel Valiliği”, güneyini ise “Türkistan Genel Valiliği” olarak ikiye böldü. Çin de ele geçirdiği doğu kısmına “Sinkiang “(Yeni Eyalet) adını verdi. Sovyetler Birliği devrinde Moskova siyasi endişelerden dolayı “Türkistan” ismini yasaklayıp yerine “Orta Asya” kavramını getirdi.

TÜRKİSTAN COĞRAFYASI KARANLIK GÜNLER YAŞADI

Yıllarca Çarlık ve Sovyet Rusya tarafından maddi manevi olarak sömürülen bu coğrafya, emperyalist devletlerin gaddarca uygulamaları ile karşı karşıya kaldı. İnsanlık dışı muameleler, iğrenç işkenceler tatbik edildi. Türkler yıllarca kendi inanç ve idealleri, ekonomik ve coğrafi imkânlarının öksüzü olarak yaşadılar.
 
Bu insanların ıstırabı, çektiği çileler maalesef yeterince gönüllerde makes bulmadı. Oysaki ırkı, inancı ve yaşayış tarzı hiç bize benzemeyen fertlerin başına gelen ufak bir musibet için sokaklarda verilen kavgalar malumunuzdur. Her ne hikmetse “Türkistan” coğrafyasında yaşanılanlara bütün dünya kör, sağır, dilsiz. Ne acı!..

TÜRKİSTAN’IN İŞGALİ ÇOK PAHALIYA MAL OLDU

Türkler ve Ruslar, tarih boyunca yan yana zaman zaman da iç içe yaşadı. Aralarında sayısız savaşlar, barışlar, düşmanlıklar, rekabetler gelip geçti. Her fırsatta birbiriyle çarpışan topluluklar oldu. Dolayısıyla bu tarihî tecrübelerden geriye kalan acı hatıralara sahibiz. Rusların Kafkaslar ve Türkistan’ı işgali çok pahalıya mâl oldu. Maddi manevi bütün değerleri sömürüldü. Kaba, zalim ve emperyalist bir düşüncenin koskoca bir coğrafyayı ne hâle getirdiğini burada anlatmak mümkün değildir. Türkistan’ın parçalanmasına engel olmak isteyen binlerce Kazak, Kırgız, Tacik, Türkmen ve Özbek münevver 30’lu yıllarda Stalin tarafından öldürüldü. Turar Riskul, Feyzullah Hocayev, Ekmel İkram, Nusretullah Maksum, Yoldaş Hacıbayev Sovyet döneminde katledilen yüzlerce devlet adamından birkaçıdır. Türkistan dışında ise Mustafa Çokay, Veli Kayyum Han, Baymirza Hayit ve İsa Yusuf Alptekin zor şartlar altında mücadele verdiler.

ÖLÜMCÜL DARBEYİ MİHAİL GORBAÇOV VURDU

Komünist sermaye sahipleri 20. asırda bir taraftan biçare halka boş ümit vaat ediyor, diğer taraftan da milyonlarca insanı sömürüyordu. Buna rağmen münevverler ve bir kısım geri kalmış ülkeler arasında Komünizmin cazibesi sönmüyordu. Sovyetler Birliği’ne esas ölümcül darbeyi liderleri Mihail Gorbaçov’un başlattığı reformlar vurdu. “Glasnost” (şeffaflık) ve “perestroyka” (yeniden yapılanma) yıllardır devleti ayakta tutan, siyasi ve toplumsal hayatın her yanını kontrol eden tek parti diktatörlüğünün sonunu getirdi.  
 
18 Mayıs 1988’de Sovyetler Birliği’nin meşhur ekonomi profesörlerinden Vyaçeslav Danişev’in ülkenin itibarlı gazetelerinden birisi olan “Litaraturnaya Gazeta”da bir makalesi neşredildi. Danişev yazısında L. İlyiç Brajnev (Sovyetler Birliği Komünist Parti Genel Sekreteri) liderliğinin tarihi yanlış okuduğunu, dünyanın bütün büyük devletlerinin Sovyetler Birliği’ne karşı koalisyon yapmasına sebep olduğunu ve bunun sonucunda Sovyetler’in silahlanma yarışına dayanamadığını yazdı. O devirde Soğuk savaş yılları, korkuya dayalı idare sistem yüzünden sıcak savaşa döndü.

HÂLÂ NİYE SEFALET İÇERİSİNDE YAŞIYORUZ?

Sovyetler Birliğinde yaşayan insanlar içerisinde bulundukları durumdan rahatsızdı. Bunu açıkça ifade etmeye başladılar. “Kömürümüz, petrolümüz, demirimiz, doğalgazımız var. Hâlâ niye sefalet içerisinde yaşıyoruz?” diyorlardı. Çünkü mevcut kaynaklar belirli bir zümreye hizmet ediyordu.
 
28 Haziran-1 Temmuz 1988 tarihleri arasında yapılan 19. Parti Konferansı’nda Gorbaçov kuvvetli bir başkanlık sisteminin gerekliliğinden bahsediyor ve aşağıdaki hususlarda değişiklik yapılması gerektiğini ifade ediyordu:
 
-Stalin diktası ve kültürü
-Siyasal terör
-Komünizm partisinin etkinliği ve tekeli
-Devlet işlerinde kapalılık
-Komünist dünyanın tek parçalı merkeziyetçi görünümü.
 
Fakat bu reformların yapılması için kadro lazımdı. Buna karşı çıkan bütün asker ve bürokratları değiştirildi. Gorbaçov buna rağmen Sovyetler Birliği’nin dağılmasını engelleyemedi. Halk başkaldırdı. Darbeden sonra Gorbaçov Komünist Partisi’ni ve istihbarat teşkilatı KGB’yi kapattı. 8 Aralık 1991’de istifa etmek zorunda kaldı.

TÜRK CUMHURİYETLERİ HÜRRİYETİNİ İLAN ETTİ

Sovyetlerin dağılıp Türk Cumhuriyetlerinin hürriyetine kavuşması ile “Dünya Türklüğünün göz bebeği” Türkiye’deki kamuoyu, Türk dünyasının dört bir köşesinde meydana gelen sevinci gözyaşları ile takip ediyordu. Bu uğurda yüzlerce makale ve şiir yazıp konuşmalar yapan; Necip Fazıl Kısakürek, Osman Yüksel Serdengeçti, Abdurrahim Karakoç, Zelimhan Yakup ve Bahtiyar Vahapzade’lerin ektiği tohumlar yeşermeye başlamıştı. “Ağlama yurdum eğer ki bugününde yoksa bahar/Gelecek günlerde bahtın yıldızı parlar” diyerek “Esir Türkler”e umut aşılayan meşhur Özbek Şairi Abdülhamid Çolpan’ın gönlündeki “Esir Türkistan” artık hürdü…
 
Türkiye bu cumhuriyetleri hemen tanıma kararı aldı. Sovyet döneminin ateizm zorlamasından sonra uzun müddet kapalı olan camiler yeniden açılmaya başladı. O devirde 100’den az cami açıkken (ki Stalin bunları da propaganda maksadıyla kapatmamıştı) 1993’ün sonunda 5000’den fazla cami vardı.

GEÇMİŞTEKİ YARALAR SARILIYOR…

Türkleri yeniden bir araya getirmek, mazideki yaraları sarmak; sosyal, kültürel ve ekonomik dayanışma içinse 2009’da şimdiki ismiyle “Türk Devletleri Teşkilatı” (TDT) kuruldu.

MİLLÎ KÜLTÜR ÖNE ÇIKARILMALI

Bu, Türk siyasi hayatında çok önemli bir gelişmedir. Tarihî bir fırsattır. Yarından tezi yok, Türklüğün sınır bekçisi olan dil, din, tarih, sanat ve diğer kültür sahası komünizmin kanlı savaş alanından kurtarılmalıdır. Genç nesiller kendi millî kültür kaynakları ile temasa geçirmelidir. Yıllardır içerisine düştüğü aşağılık kompleksinden kurtarılmalıdır. Kendine güvenen, tarihine ve millet olarak büyüklüğüne inanan kadrolar yetiştirilmelidir.  
 
Esasında bugünkü konjonktür bu teşkilatın içerisini doldurmak için önemli bir fırsattır. Türkler tarihte büyük devletler kurmuş, büyük coğrafyalara hükmetmiştir. Bu tarihî tecrübe bize göstermektedir ki, aynı kültür pınarından beslenen, müşterek bir lisanı konuşan TDT üyeleri, Avrupa’ya göre daha şanslıdır. Bunun için serbest gümrük birliği ve vizesiz seyahatin önü açılmalıdır. Şunu da üzülerek belirtelim ki bugün hâlâ Türk Devletleri Teşkilatı’na üye devletlere davetnamesiz gidilememektedir. Bu şartlarda arzu edilen, meydana getirilmek istenen “Türk Birliği”nin hayata geçirilmesi zaman kaybına yol açacaktır. Şayet bu kardeş ülkeler arasındaki mevcut potansiyel hakkıyla değerlendirilir, iş adamları karşılıklı ticari faaliyetleri arttırırsa “Türk Asrı” çok uzakta değildir.
 
Türk tarihindeki örnekleri esas alarak bu konuya baktığımızda böyle bir sağlam zemini oluşturmak, “Türk Asrı”nı teşekkül ettirmek için önce; Ahmed Yesevi’lere, Yunus Emre’lere, Mevlâna’lara, Şeyh Edebali’lere ihtiyaç vardır. Bu değerlerimiz bir ümitsizliğin ifadesi değil, tam aksine ortada duran bir realitedir.
 
“Türk Asrı’nın şafağı ağarmaya başlarsa, Allah birçok zorluğu kolaylaştırır ve nice insanın gönlüne dokunmayı nasip eder.” Bu anlamda Türk Devletleri Teşkilatı büyük bir imtihanla karşı karşıyadır.

GÜÇLÜ TOPLUM MEYDANA GETİRMELİYİZ

Koca bir toplumun dağılmış fertleri bir kurtarıcı sesini kulaklarında hissetmek istemektedir. Uyuyan koca devin uyanma vaktidir. Şurası da göz ardı edilmemelidir; Türkiye her dönemde tarihin omuzlarına yüklediği bir görev şuuruyla hareket etmektedir. Dünyadaki mağdur ve mazlum milletlere el uzatıp onların feryatlarına kulak vermeyi şerefli bir vazife bilmektedir. Millet olarak şayet kendi içimizde güçlü bir toplum oluşturabilir, sorumluluk şuuruyla hareket edebilirsek, dün olduğu gibi gelecekte de bütün insanlığa umut olabiliriz.

KASITLI BİR EL

Zira biz geçmişte “bir millet nasıl çökertilir, öz kardeşler birbirine nasıl boğdurulur”un misallerini çok acı şekilde gördük, yaşadık. Kasıtlı bir el milletimizin bu konularda daha fazla malumat sahibi olmasını engellemektedir. İngiliz Joan Haslip’in şu meşhur sözü meseleyi bütün yönleriyle ortaya koymaktadır: “Dünyada uyuyan bir dev var; Türkler. Bu devi uyandırmayınız!..” 
 
Artık uyanma vakti gelmedi mi?
 

 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.