Türk dünyasının geleceği ve 14 Mayıs seçimleri

Sesli Dinle
A -
A +
Doç. Dr. Telman Nusretoğlu
Azerbaycan Hazar Üniversitesi Öğretim Üyesi
Türk-İslam Araştırmaları Merkezi Başkanı
t.nusretoglu@mail.ru
 
Dünyada hâlihazırda çok ciddi jeopolitik mücadele, kutuplaşma ve paylaşım savaşlarının yaşandığı herkesin malumudur. Yeni dünya düzeninin ve buna bağlı olarak global sistemin geleceğinin de belirlendiği derin süreçlerin içinden geçmekteyiz. Çok yönlü güç merkezlerinin varlığını da düşünecek olursak, birçok amilin ve muhtelif merkezlerin karmaşık rekabetini anlamak ve ona göre saf belirlemek için ciddi zekâ ve tecrübe gerektiren değişim sürecinin iştirakçisiyiz.
 

BÜTÜN SÜREÇLERE HAZIRLIKLI OLMALIYIZ

Tabii ki bu karanlık ortamda meydana gelmesi muhtemel jeopolitik afetlerden mümkün olduğu kadar az kayıpla çıkmak, safhayı kendi lehimize çevirmek için muhtemel bütün senaryolara hazırlıklı olmak elzemdir. Kritik bir coğrafyaya yerleşen Türk-İslam dünyasının doğru siyasî, iktisadî, askerî hedefler ve hızla hayata geçirilen entegrasyon süreciyle yeni dünyanın kudretli güç merkezlerinden biri olma fırsatı bulunduğu gibi, global güçlerin nüfus mücadelelerinin hedefi hâline gelme riski de mevcuttur.
 
Hâlihazırda; dev sanayisi, yüksek teknoloji hamleleriyle Çin’in yükselişini, ABD’nin dünya egemenliğini kendi elinde tutmak için gösterdiği çabaları, Rusya’nın işgalleri ve yeni genişleme iddialarıyla global sistemin esas aktörlerinden biri olarak “Ben de varım!” duruşunu, NATO’nun büyüme çabalarını ve Almanya-Rusya ile Fransa-Rusya yakınlaşmasının Ukrayna meydanında engellenmesiyle neredeyse Avrupa Birliği’nin de yeniden formatlandığını gözlemlemekteyiz.
 
Çin, beklenmedik bir hamleyle İslam dünyasının iki uç ve zıt ülkesini, Suudi Arabistan ve İran’ı uzlaştırarak ABD’ye mesaj göndermiştir. Ayrıca İran rejiminin iç ve dış faktörler açısından kaçınılmaz bir zarurete çevrilen değişim ve dönüşüm sürecinin, küresel ve bölgesel politikaların gelişimine etkisi ve Azerbaycan-Ermenistan ihtilafının bu jeopolitik mücadelenin içinde hangi istikamete yöneleceği ayrı ayrı siyasi meseleler olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Bütün bunların arka planında, stratejik bir coğrafya olan Avrasya’nın en kilit noktalarında bulunan Türk devletlerinin nasıl bir gelecek dizayn edecekleri, yukarıda bahsetmeye çalıştığımız hazırlıklardan, bu gücün lokomotifi olan Türkiye’de cereyan edecek siyasi süreçle doğrudan alakalıdır.

TÜRK DEVLETLERİ, GÜÇ MERKEZLERİNİN ÇIKAR ÇATIŞMALARININ KESİŞME NOKTASINDA BULUNUYOR

Unutmamalıyız ki Türk devletleri yukarıda değindiğimiz gibi güç merkezlerinin çıkar çatışmalarının kesişme noktasında bulunmakta. Bütün güçler, yeni dünya düzeninde daha etkili konuma sahip olma adına ticaret yolları, stratejik koridorlarda hâkimiyet, coğrafî avantaj, demografik potansiyel ve tarihin derinliğinden gelen güç yükselişini dikkate alarak Türk-İslam dünyasına nüfuz etmeye çalışmaktadır. Bu manada Türk-İslam dünyasının ana karargâhı sayılan Türkiye, son derece önemli bir role sahiptir. Türkiye’nin savunma sanayisinden haricî siyasetine, özellikle son 20 yılda gerçekleştirdiği millî politikanın devam ettirilmesi, bu geniş coğrafyanın istikbali bakımından da büyük ehemmiyet taşımaktadır. Libya’da ve Suriye’nin kuzeyinde kurulmak istenen terör devleti projelerine karşı yapılan operasyonlarda, 44 günlük Karabağ Savaşı’nda gördüğümüz gibi Ankara’nın dış güçler karşısında sergilediği dik duruş, olayların gidişatını kökünden değiştirmiştir.
 

AZERBAYCAN’DA 30 YILDIR İZLENEN SİYASET SONUÇ VERDİ

Azerbaycan’ın tarihî zaferi ile sonuçlanan 44 günlük “Vatan Savaşı” gösterdi ki, Azerbaycan-Türkiye kardeşliği ve stratejik güç inşa etme planı sadece zafer getirmemiş, aynı zamanda bütün Türk dünyası için de bir ilham kaynağı olmuştur. Bu kardeşlik, Türk dünyasında yeni bir sıçrayış, daha hızlı entegrasyon ve birlikte daha katiyetli adımların atılması için ortam meydana getirmiştir.
 
Genellikle Azerbaycan devleti 30 yıllık süre zarfında topraklarının düşman işgalinden kurtarılması için bütün aşamalarda; düşünülmüş, yüz ölçülüp bir biçilmiş siyaset izlerken Bakü-Ceyhan’dan TANAP’a global öneme sahip stratejik projeler hayata geçirirken, bir taraftan da ordusunu güçlendirmiş, genç neslin vatanseverlik ruhunu yükseltmiştir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Azerbaycan-Türkiye kardeşliği önce ekonomik alanda kendini göstermiştir. Sadece bölgenin değil, aynı zamanda Avrupa’nın da enerji güvenliğinin sağlanmasında öneme sahip petrol ve gaz projelerinin gerçekleşmesi, bunun en güzel örneğidir.
 
En zorlu şartlar altında birbirinden kardeş yardımını esirgemeyen ortak tarihe, kader birliğine ve millî ruha rağmen 90’lı yıllarda Azerbaycan ağır istiklal ve millî devlet kurma mücadelesi verirken, Karabağ’daki insanları Ermeni zulmünden kurtarmak için iki helikopteri Ankara’dan alamadığı zamanlar da olmuştur. Fakat 44 günlük Karabağ Savaşı’nın en şiddetli günlerinde Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, yabancı basının sorularını cevaplarken gururla Türk F-16’larının herhangi bir dış müdahale ihtimaline karşı Azerbaycan’da hazır olduklarını, Bayraktarların düşmana ölüm yağdırdığını bütün dünyaya beyan ediyordu. Azerbaycan halkı ve Türk dünyası, Erdoğan’ın bu duruşunu ve hizmetini unutabilir mi?
 

BU, BÜYÜK BİR RÜYANIN GERÇEKLEŞMESİDİR

Burada  rüyası gerçek olan, işgalden kurtarılmış toprakların bir evladı olarak hangi tarihî süreçlerden geçtiğimizi, Erdoğan’ın millî duruşunun ve liderliğinin Azerbaycanlılar için ne anlama geldiğini biraz daha detaylarıyla ele almayı gerekli görüyorum. Ben, 90’lı yıllarda Türkiye’de öğrenciyken Azerbaycan’da doğup büyüdüğüm Zengilan şehrinin Ermeniler tarafından işgal edilişini içim kan ağlayarak televizyondan seyretmek mecburiyetinde kalmıştım. 28 yıl sonra ise işgalden kurtarılan şehrimizde, Azerbaycan’ın en uzak köylerinden biri olan babamın köyü Ağalı’da sevinç gözyaşları içinde Türkiye’mizin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın resmî karşılanma merasimini izliyordum. Ay-yıldızlı bayraklarımız yan yana dalgalanmaktaydı. İki Cumhurbaşkanı, hatta Sovyetler döneminde bile havalimanı olmayan Zengilan’da, çıplak gözle bakıldığı zaman bile Aras Nehri’nin karşı tarafındaki Güney Azerbaycan’daki köylerimizin rahatlıkla göründüğü bir arazide inşa edilen modern hava limanının açılışını yapıyordu ve ben bir tarihçi olarak bu olayın tarihî ve jeopolitik önemini, televizyon kanallarımız için yorumlamaya çalışıyordum. 30 yıllık işgal devrinde mescitlerimiz hayvan ahırlarına çevrilirken hiçbir tepki vermeyen İran rejiminin Karabağ zaferinden sonra Aras Nehri’nin kıyısına ordu toplayarak Azerbaycan’a meydan okumaya çalışmasına da Şuşa Beyannamesi ile ortaya konulan; “Türkiye’nin gücü, Azerbaycan’ın, Azerbaycan’ın gücü de Türkiye’nin gücüdür” doktrini oldukça tutarlı bir cevap olmuştu.
 
Karabağ zaferinin oluşturduğu yeni gerçeklik fonunda Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) kendisini yeniden dizayn ederek bir güç merkezi gibi kendi sesini çıkarmaya başlamıştır. Çekirdeğini, Azerbaycan-Türkiye kardeşliğinin meydana getirdiği ortaklığın teşkil ettiği 2040 strateji programını hazırlayan TDT, dünya güçlerine “ben de varım” diyerek, ayağını yere çok daha sağlam basmaya başladı. İki taraflı ortaklıklar, Türk birliğini daha da sağlamlaştırdı. Bu birlik ve gelişmenin temin edilmesinde Türkiye ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın müstesna bir rolü bulunmaktadır.
 

FIRSTALAR HEBA EDİLMEMELİ

Yazımıza başlarken ifade ettiğimiz gibi, dünya karmaşık jeopolitik mücadele ve şekillenme devrine sürüklenmektedir. Liderliğin, tecrübe ve bilgi esaslı adımların önemi, elverişli ortamın yetişme anında ortaya çıkmakla birlikte politik hamlelerin yerinde ve zamanında yapılması, her zamankinden daha önemli hâle gelmiştir. Yalnız Türk dünyası değil, bütün olarak Akdeniz ve Karadeniz havzaları, Yakın Doğu ve Balkan yarımadası, Türkiye’nin güçlü liderliğine, refah ve gelişimin devamlılığına ihtiyaç duymaktadır. Tarihî tecrübelerden de yola çıkarak dünya dengeleri bakımından böylesine kritik bir rolü olan, Türk-İslam dünyasının lokomotif gücü Türkiye’nin üzerinde çeşitli dış güçlerin de hesaplarının olması, ABD Başkanı Joe Biden’ın bir konuşmasında ifade ettiği; “Seçim yoluyla Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmak arzusu” dış güçler açısından da 14 Mayıs seçimlerinin önemini artırmıştır. Evet, istenilen ülkede iktidara yeni kuvvetlerin gelmesi, kaçınılmaz bir zarurettir. Ancak bu hakikatin de üstünde başka bir hakikat var ki, dünyada böyle hassas ve belirsiz süreçler cereyan ederken Türkiye gibi kritik ülkelerde daha sabit, istikrarlı bir yönetim, basiret ve tecrübeye dayalı bir liderliğe muhtaçtır. “Beşinci kol”un, aynı zamanda bu grubu dışarıdan besleyenlerin ve idare eden belli güçlerin, Türkiye’de suları bulandırmak niyetinde olduklarını ve maksatlarının hangi istikamete yöneldiğini anlamak güç değil. “Bulanık suda balık tutmak” isteyenlerin avlamaya çalıştıkları Türkiye Cumhuriyeti ve bu devletin geri planında duran 300 milyonluk Türk dünyasının istikbâlidir. Dünyayı yeniden bölmek ve kuracakları yeni dünya düzeninde bizi kendilerine hizmetçi görmek isteyenler, yarınımıza sahip olmak niyetindedirler.
 

ERMENİSTAN DOSTLARININ İTTİFAKI

Sayın Erdoğan, ister iç, isterse de dış siyasetle alakalı olarak açık aydın bir millî konsept içerisindeyken, bu vizyonun yürütme kadroları tarafından ne derecede hayata geçirilebildiği, ayrı bir tartışma konusudur. Ancak bu durum, onun katiyetli bir karaktere sahip liderliğini, Türk-İslam dünyasına dair siyasî tutumunu görmezden gelmeyi haklı gösteremez.
 
Fakat maalesef karşıdaki cephenin, yani Altılı Masa’nın durumu farklıdır. Daha doğrusu, dünyanın daha da karanlık bir geleceğe sürüklendiği bir dönemde karşı tarafın hem vahit bir siyasî konsepti hem de Erdoğan gibi güçlü bir lideri bulunmamaktadır. Millet İttifakı’nın birbirinden farklı hem de birbirine taban tabana zıt, hatta süreçlere de bakışları da birbirini tekzip eden siyasî güçler tarafından temsil edildiğini de özellikle vurgulamak isterim. Aslında seçim öncesi farklı partilerin bir araya gelerek oluşturdukları koalisyonların ortaya çıkması doğaldır. Lakin Millet İttifakı örneğinde bunu söylememiz pek muhtemel görünmemektedir. Çok üzücüdür CHP’nin de Türk dünyası ile ilgili hiçbir tasavvuru ve vizyonu yoktur. Maalesef bunu İkinci Karabağ Savaşı’nda yakından gözlemledik. Şöyle ki, CHP Genel Başkan Yardımcısı olan ve bir zamanlar Türkiye’nin Azerbaycan’daki sefirlik görevini yürüten A. Ünal Çeviköz, o dönemde Türkiye’nin Azerbaycan’ın yanında yer almasına öylesine sinirlenmişti ki “Maalesef biz Azerbaycan’a destek verdik” demişti. Her ne kadar Çeviköz sonradan “sözlerinin yanlış anlaşıldığını” söylemiş olsa da bu, kendisinin iki kardeş ülke ilişkilerine yönelik hatalı söylemlerinden sadece biriydi.
 

TÜRKİYE’NİN BÖLÜNMESİ PROJESİNE ORTAM OLUŞTURANLAR

En tehlikeli husus, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun daha çok oy almak adına PKK terör örgütünün siyasî kanadı olan HDP ile uzlaşmasıdır. Sayın Kılıçdaroğlu, seçilmesi durumunda hapiste olan  FETÖ tutuklularını serbest bırakacağının sözünü de vermektedir. Ben bu hususta Suriye’nin kuzeyinde terör devleti kurmaya çalışan ABD Başkanı Joe Biden’ın seçimlerde Erdoğan’ı mağlup etmek için muhalefete destek verileceğine dair çıkışlarını değerli okuyucularımızın dikkatine sunmak isterim. Böylece manzara iyice aydınlanıyor. Bir tarafta Türk dünyasında da kuşku uyandıran, birbirini tekzip eden siyasî güçleri zorla bir çatı altında tutanlar, diğer tarafta ise yeni bir millî güç yükselişinin mimarları...
 
Tek millet iki kardeş devletin bir aydını olarak  böyle kritik bir dönemde bizim coğrafyalardan görünen manzarayı, samimi duygularımızı  yazma ihtiyacı hissettim. Türk milletinin basiretine olan inancımız tamdır...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.