Üç dinin kralı Ferdinand ve engizisyon mahkemeleri

Sesli Dinle
A -
A +

M. Fatih Oruç
Araştırmacı yazar
fatih.oruc@ihlas.com.tr

 

14. yüzyılda, İspanyol rahipleri, Yahudileri ve Müslümanları sosyal problemlerden sorumlu tutmaya başladılar ve onları ülkeden çıkarmak için baskı kurdular. Bu durum bir müddet sonra İspanya’da engizisyonun kurulmasına ve akıl almaz işkencelerin başlamasına sebep oldu. “Lugat-ı Tarihiyye” ve “Coğrafiyye” gibi eserlerde toplamda 5 milyon 403 bin kişinin cezalandırıldığı yazmaktadır.

 

 

 

8. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar İspanya'nın çoğu, Müslümanlar tarafından kontrol edildi. 13. yüzyıla gelindiğinde ise modern İspanya'nın neredeyse tamamı Hristiyan idaresine girdi. Kastilyalı Ferdinand, üç dinin kralı olmakla övünüyordu. Ancak bu hoşgörü çok uzun sürmedi.

 

14. yüzyılda, Dominik ve Fransisken rahipleri, Yahudileri ve Müslümanları sosyal problemlerden sorumlu tutmaya başladılar ve onları İspanya’dan çıkarmak için baskı kurdular. Bu durum bir müddet sonra İspanya’da engizisyonun kurulmasına ve akılalmaz işkencelerin başlamasına sebep oldu.

 

Aragon Kralı II. Ferdinand ve Kastilya Kralı I. Isabella, Katolik Hristiyanlığı “korumak ve yüceltmek” adına 1478’de, Papa Sixtus IV’ten kendi bölgelerinde engizisyon kurulması için izin aldılar. Uygulama ilk olarak Isabella'nın bölgesi olan Kastilya Tacı için geçerliydi, ancak 1483'te Ferdinand, Aragon Tacı olarak bilinen kendi topraklarına kadar genişletti.

 

Hristiyan olmaları için Yahudiler ve Müslümanlara yapılan baskının haricinde bu cezaların gücünün artmasının bir diğer mühim sebebi ise ortaya çıkan Luthercilik tehdidiydi.

 

 

 

PAPALIK BİLE BU GÜCE ULAŞAMADI

 

 

 

Yahudilerin ve Müslümanların dinlerine mahsus şekilde yapmış olduğu ibadetler veya âdetleri yapanlar, görüldükleri anda mahkemenin askerleri tarafından yargılanmak için engizisyon savcılarının karşısına çıkarılıyordu.

 

Bu durum ayrıca ihbarcılık mesleğini de zirveye taşıdı. Bu ortamda bulunan gözlemci, kendince “kâfirler” arasında bulunduğunu anlar ve onları hemen mahkemenin adamlarına ihbar ederdi. Kadın, küçük, büyük, asil veya tanıdık ayrımı yoktu ve hiçbir şekilde istisna da gösterilmiyordu.

 

Nihayetinde şikâyetler öyle bir noktaya ulaşmıştı ki; 1530’da Kanarya Adalarındaki Alonça Der Vargas, sırf “Kutsal Bakire Meryem” dendiğinde gülümsediği için şikâyet edilmişti. Kayıtlarda birbirini şikâyet eden düzinelerce komşu, arkadaş, hatta aynı ailenin fertleri bile vardı.

 

Avrupa, İspanya ve İspanyol İmparatorluğu hakkında kapsamlı yayınlar yapmış bir İngiliz tarihçi olan Henry A. Kamen, yazmış olduğu eserinde bu durumu şu şekilde özetlerken, ciddiyetin derecesini de ortaya koymuş oluyordu: “Orta Çağ döneminde Avrupa’da kurulan ve sapkınlığı yok etmeyi amaçlayan; Papalığa bağlı engizisyon bile bu güce ulaşamadı. Bu mahkemeler her zaman dinin dili olma özelliğini sonuna kadar taşıyordu ancak İspanya’daki ton çok daha sert ve totaliterdi. Protestan, Yahudi veya Müslüman olarak suçlanma korkusu, şüphenin ve düşmanlığın ağır korkusu ülkenin tamamına yayılmıştı.”

 

 

 

Üç dinin kralı Ferdinand ve engizisyon mahkemeleri

 

 

 

ENGİZİSYONUN VAZİFESİ SUÇLUYU İTİRAF ETTİRMEKTİ

 

 

 

Bir suçlunun veya İspanya tarafından suçlu görülmesi istenen kişinin mahkeme süreci olabildiğince gizli sürdürülüyordu. Dış dünyaya ne kadar kapalı olsalar da kendi içlerinde neredeyse kusursuz bir kayıt sistemi vardı. En önemsiz davalar için bile kayıt tutuluyordu.

 

Tutuklama yapılmasından sonra deliller ve suç öncelikle ilahiyatçılara sunulur ve suçlamaların kilise alanına girip girmediğine, “sapkınlık” ihtiva edip etmediğine bakılırdı. Eğer “sapkınlık” için yeterince delil olduğuna karar verilirse savcı, suçlunun tutuklanması için bir karar çıkarırdı. Ama birçok durumda ilahiyatçıların incelemesinden hemen önce tutuklama gerçekleştirildi. Böylece mahkûmlar kendilerine suçlama dahi yönetilmeden soruşturma hapishanelerine girerlerdi.

 

Engizisyonun asli vazifesi, suçluyu itiraf ettirmek ve pişmanlığını dile getirdiğini duymaktı. Eğer inceleme sırasında deliller yanlış çıkar ve “masumiyeti” ispatlanırsa serbest bırakılırdı. Ancak yapılan işkenceler o kadar ağır noktalara ulaşıyordu ki, sanık ölmese bile işkenceden kurtulmak adına yapmadığı bir suçu üstlenmeyi, yani ölümü veya hapsi kurtuluş olarak görüyordu. Masumiyet sebebiyle serbest bırakılmak ise çok azdı.

 

Henry A. Kamen “The Spanish Inquisition: A Historical Revision” kitabında, engizisyon mahkemelerinin eline düşen kimsenin, tahliye edilse bile yaşadığı acı yüzünden delirdiğini belirtmektedir.

 

Franz Kafka, “Dava” kitabında yaşanılan bu içler acısı durumu şu şekilde ifade etmektedir:

 

“Ama ben suçlu değilim. Bu bir yanlış anlama ve eğer durum böyleyse kim suçlu bulunabilir ki? Burada hepimiz insanız, birbirimizden farkımız yok” dedi.

 

“Doğru” dedi Rahip, “Ama bu, bütün suçlu adamların konuşma biçimidir.”

 

Temize çıkma durumu ise genelde gizli tutulurdu. Çünkü bunun anlamı engizisyonun hatalı olmasıydı ve bu asla kabul edilebilecek bir şey değildi. Ancak nadir de olsa böyle bir durum gerçekleştiğinde, masum kişilerin suçlamaları kaldırılır veya askıya alınırdı. Bu çok daha korkutucuydu çünkü anlamı, mahkemenin her an tekrar gerçekleşebileceği, kişinin de hâlâ şüphe altında olduğuydu.

 

 

 

HALK KORKUDAN YÜZLERİNE BAKAMAZDI

 

 

 

İş sadece şüphelinin tutuklanmasıyla bitmiyor, geride kalan ailesinin de olabildiğince eziyet çekmesi için elden gelen her şey yapılıyordu. Mahkûmun eşyaları açık arttırmayla satılır ve geliri de mahkemeye kalırdı. Yakınları ise bu satış sonrasında, kazanç kaynaklarından ve evlerinden mahrum kalırlardı. Ceza aldığında ise geride kalan aile göç etmek zorunda kalırdı çünkü halk kilisenin ve engizisyonun korkusuyla yüzlerine bakamazdı.

 

Yakalanan kişinin mahkemeye çıkması aslında büyük bir şans olarak görülüyordu. Çünkü genellikle duruşma gününü beklemek için engizisyon mahkemesine ait hapishaneye götürüldü. Çeşitli hapishane kademelerinin en kötüsü gizli hapishaneydi ki, “dinî sapkınlıkla” suçlananların uzun süre tutulduğu yerdi.

 

Genelde zincirli ve ışıksız, ısıtmasız odalarda dünyadan bihaber şekilde tutulurlardı. Bu durum kaderine rıza gösteren ve sakin duran mahkûmlar için geçerliydi. Ayak diretenlere ise “mordaza” yani tıkaç cezası uygulanırdı. Bu onların konuşmasını veya küfretmesini engellemek için kullanılırdı. Diğer bir uygulama ise “pie di amigo”, yani kafayı zorla yukarıda tutan çatal.

 

 

 

UZLAŞMAK ZORUNDA KALAN “TÖVBEKÂRLAR”

 

 

 

Engizisyonun en temel üç işkence şekli vardı: “Garrucha”, “Toca” ve “Potro”…

 

“Garrucha” bir palangadan tavana el bileklerinden asılma şeklindeydi ve ayağa bir ağırlık bağlanırdı. Suçlu yavaşça kaldırılır ve aniden bırakılırdı. Etkisi kol ve bacakları gerdirmek şeklindeydi.  “Toca” yani su işkencesi ilkinden biraz daha korkunçtu. Suçlu bir askıya bağlanıp ağzı zorla açılırdı ve keten bir bez boğazına tıkılır, ağzından içeriye yavaşça su dökülürdü. “Potre” ise 16. asırdan sonra en yaygın görülen işkence türüydü. Kurban bir gergiye sıkıca bağlanır, bunun için kullanılan kablolar vücuda ve bacaklara dolanır, işkenceci kablo uçlarını döndürürdü. Her dönüşte kablo vücuda batar ve acı tüm vücutta dolaşırdı.

 

Bu ağır işkence ve eziyetler çoğu zaman inatçıların son anda bu tutumdan dönmelerine sebep olurdu. Müslümanlar olmasa da Yahudiler yakılma korkusuyla inancından dönmeyi tercih ederlerdi.

 

Bütün bu işkenceler sonrasında mahkemeye çıkabilen “tövbekârların” çoğunun ortak kaderi uzlaşmaya varmak olmuştur. Uzlaşma töreninde her “tövbekâr” kazığa bağlanmanın haricinde, listedeki diğer cezalardan birine daha çarptırılırdı ki, bunlar haciz veya hapis cezalarıydı.

 

Bunlar sonrasında sözünden geri döndüğü tespit edilenler ise nihai cezaya yani kazıkta boğularak öldürülürlerdi. Ayrıca yaptığının “küfür” olduğunu kabul etmeyip “tövbe” etmeyenler, bunlara yataklık yapan işbirlikçiler de bu infazdan kaçamazlardı. Ancak engizisyon mahkemeleri konusunda araştırma yapan uzman tarihçiler, kazıklarda ölenleri rahatlamış olarak belirtilirler. Çünkü devamında çok daha büyük bir ceza onları beklemektedir. İnsanlık tarihinin kara lekesi olan ve hâlâ bahsedildiğinde insanın tüyleri ürperten “auto-da-fé”

 

 

 

“ACT OF THE FAITH”

 

 

 

“Auto-de-fé” suçluyu cezalandırmak maksadıyla yapılsa da bir diğer amacı ondan geriye kalanları kınamak maksatlı yapılırdı. Ceza olarak karşılığı kazığa bağlanıp diri diri yakmaktı.

 

Bu ceza İspanya engizisyonunda yaygın kullanılsa da ilk olarak Paris’te uygulanmıştır. İber Yarımadasında ise ilk olarak 1481'de Sevilla'da, suçlu bulanan altı sanığın idam edilmesiyle başlamış ve XIX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar sürmüştür.

 

Engizisyon tarafından idam edilen kişilerin kesin sayısı bilinmemekle beraber, “Kutsal Ofis”in eski sekreteri Juan Antonio Llorente, Amerikan kolonileri, Sicilya ve Sardunya hariç 31 bin 912 kişinin yakılarak infaz edildiğini belirtmektedir. Ayrıca 17 bin 696 tane temsilî kukla yakılmıştır.

 

Zorla yasalarla uzaklaştırılanlar sayısını ise 291 bin 450 olarak söylemektedir. Daha sonra 19. yüzyılda, José Amador de los Ríos daha da yüksek rakamlar verdi ve sadece 1484 ile 1525 yılları arasında 28 bin 540'ın şahsen yakıldığını, 16 bin 520'nin kukla olarak yakıldığını ve 303 bin 847'nin cezalandırıldığını belirtti.

 

“Lugat-ı Tarihiyye” ve “Coğrafiyye” gibi eserlerde ise toplamda 5.403.920 kişinin cezalandırıldığı, bunların neredeyse tamamına yakınını yani 5.000.000 kişini ise başka yerlere göç etmek zorunda kaldığı yazmaktadır. 192.154 kişi ise küreğe ve zindana atılarak telef olurken, 43.000 kişi ise korku ve işkence neticesinde zarara uğramış. Diri diri yakılanların sayısı 33.746 kişiye, idam edildikten sonra yakılanların sayısı da 18.027 kişiye ulaşmış. İşkence, zulüm gören ve sadece yaralarla ucuz kurtulanların sayısı ise 18.000.

 

Bütün bu “seremoniye”, sadece suçluların cezalandırıldığı bir faaliyet olarak bakılmazdı. Başlı başına bir organizasyon hâline dönüşmüş ve zamanla kendine has bir edebiyatı bile oluşmuştu. Eğlence hâline gelen ve perişan halk kandırılıp yapılan hoş gösterilmeye çalışılmıştı. Ayrıca yabancı elçilere, ziyaretçilere ve tüccarlara karşı da bir gözdağı niteliğini de taşıyordu.

 

Elbette ki bu zulüm ve eziyetler sadece Hristiyanlıktan çıkanlar ile sınırlı kalmadı. Elinde zorlukla tuttuğu ve bu uğurda her şeyi göze aldığı gücünü kaybedeceğini düşünen kilise, bütün ilim adamlarını çeşitli bahanelerle ortadan kaldırdı. Onlara göre fennin ve ilmin ortaya koyduğu yenilikler “günah” sayılıyordu.

 

 

 

GALİLEO’NUN DÖNEN DÜNYASI ENGİZİSYONDAN DÖNDÜ

 

 

 

Bunun en önemli örneklerinden biri, dünyanın küre şeklinde olduğunu ve döndüğünü Müslümanlardan öğrenerek, Avrupalılara nakleden Galileo’dur. Bu beyanatından dolayı yetmişi geçmiş yaşına rağmen, engizisyon mahkemelerinde yargılanmıştır ve söylediklerinden ötürü pişmanlığını dile getirip “auto-de-fé”den kıl payı kurtulmuştur.

 

Diğer bir örnek ise Galileo gibi Güneş’i merkez kabul eden görüşü savunanlardan Giordano Bruno’dur. Ancak Bruno tezini sonuna kadar savunmayı seçtiği için yakılmaktan kurtulamamıştır. Her ne kadar engizisyon Galileo’ya geri adım attırsa da akla hâlâ o ve yargılandığı mahkeme gelmektedir.

 

Kendi oğlunu bile bu mahkemelerde idama mahkûm ettiren Kral Ferdinand, “İspanya’da artık ne Müslüman ne de dinsiz kaldı” diye iftihar etmiştir.

 

18. yüzyıl itibarıyla suçluların azalması ve kazığa bağlama, yakma eylemlerinin pahalı olması sebebiyle "auto-de-fe”ler yapılmaz oldu. Bourbon Kralı V. Philip bu cezayı reddeden ve katılmayan ilk İspanya kralı olmuştur. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde ise Engizisyon sadece özel cezalandırmalar yapar hâle gelmişti.

 

Yıllarca insanların düşünce özgürlüğünün üstüne kâbus gibi çökülmüş ve büyük ölçüde başarılı olunmuştur. Şimdilerde düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğünde Avrupa sözde ve görünüşte iyi bir durumda mıdır? Evet, “iyi” durumdadır ama sadece kendisi gibi inananlarda ve menfaat ilişkilerinde geçerli olmak üzere…

 

…..

 

Kaynaklar:

 

Horizon - A Magazine of Arts (Autumn 1965, Volum VII, Number 4)

 

The Spanish Inquisition: A Historical Revision - Henry A. Kamen İngiliz Tarihçi

 

Potter, Robert. The Auto de Fé as Medieval Drama. University of Santa Barbara

 

Peters, Edward. Inquisition. New York: The Free Press, 1988.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.