Uluslararası ilişkilerdeki gizli ‘Yuvarlak Masa’

Sesli Dinle
A -
A +
Dr. Cafer Talha Şeker
İstanbul Ticaret Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi
seker.talha@gmail.com
 
Amerikan toplumunda (özellikle göçmen karşıtı sağcı muhafazakâr kesimde) genel kabul görmüş bazı ezber tarih bilgileri vardır. Çoğu sağcının sahiplendiği bu bilgilerden oluşan bir görüşe göre, “Amerikan siyasetini etkileyip ülkeyi İngiliz kozmopolitanlığı (küreselci) eksende yönetmeyi hedefleyen sol tandanslı bir yapı, çoğu zaman sosyalizme başvurmuştu. Amerikan hayat tarzını oluşturan serbest teşebbüsü ortadan kaldırıp İngiliz küreselciliği ve Rus sosyalizmini ABD’ye yansıtmaya çalışmıştı. Hatta Demokratik Başkan Roosevelt ABD’yi tam olarak bu siyasetle yönetmeye çalıştı. ABD’deki sosyalist kanatlı Harvard Üniversitesi ile İngiltere’deki LSE (Londra Ekonomi Üniversitesi) bu küreselciliğin akademik üsleri olurken The New York Times ve The Washington Post gibi gazeteler basındaki sesleri oldu. Bu küreselciler ABD’yi İngiltere ve Sovyet Rusya yanında İkinci Dünya Savaşı’na sokmak istediği için Japonya’nın Pearl Harbor’a saldırması bile sağlandı.”

GİZLİ BİR İNGİLİZ YAPI

1960’lardan itibaren ABD’nin en çok okunan tarihçilerinden ve 42. ABD Başkanı Bill Clinton’ın da hocası olan Prof. Carroll Quigley’e göre, yukarıdaki sözler bir “sağcı peri masalı” gibi olsa bile doğru taraflar da içermektedir. Mesela uluslararası arenada gizli şekilde çalışan bir İngiliz yapı mevcuttur. Bu yapıyı “Yuvarlak Masa Grubu” olarak isimlendirmek mümkündür. Ancak bunların sosyalistler veya herhangi bir ideoloji mensuplarıyla bütünleşmiş bağı yoktur. Yani bu ideolojilerle ve gruplarla çıkarları gereği iş birliği yapsalar da esas hedefleri bunlarla aynı değildir.
Prof. Quigley “Tragedy and Hope” kitabında bu gizli yapıyı ve kendisinin bu yapıyla ilişkisini şöyle anlatıyor: “Bu yapının operasyonlarını biliyorum çünkü yirmi sene bu yapı üzerine çalıştım; 1960’ların ilk yıllarında iki sene bu yapının gizli kayıtları ve evrakı için vakit harcamama müsaade edildi. Bu yapıdan ve çoğu hedefinden kendimi uzak tutmadım. Hatta çoğu zaman bu yapıya ve çalışmalarına yakın oldum. Hem geçmişte hem de şimdilerde bu yapının bazı politikalarına itiraz ettiğim de oldu. Mesela İngiltere’nin Avrupalı bir güç olmaktan ziyade Atlantik bir ülke olduğu, ABD ile müttefik olması hatta bu ülkeyle aynı federal yapıda yer alıp Avrupa’ya mesafeli durması gerektiği gibi bir teze destek vermeyip karşı çıktım. Genel olarak benim bu yapıya itirazımın esası ise yapının gizliliğiyle alakalı olmuştur. Bu yapı gizli kalmaya devam etmek istiyordu; ben ise tarihteki rolü bu kadar büyük olan bir yapının artık açıkça bilinmesinin önemli olduğuna inandım.”
 
Peki, bu gizli teşkilatı kimler ne için kurmuştu? Bunu cevaplamak uzun bir hikâye ve olaylar zinciriyle ele alınabilir. Bunu şu sıralar yayına hazırlanan bir kitabımda uzunca ele aldım; burada özetle olayın akademiye yansıyan bir yönüne dikkat çekip kısa geçmişine bakarak nihayet Amerikan sağ-muhafazakâr camianın bugününe bağlayacağım.

GÖÇMENLERİN KURDUĞU AKADEMİK BÖLÜM: ULUSLARARASI İLİŞKİLER

Büyük Harp (I. Dünya Savaşı) 1918’de sona erdiğinde dönemin süper gücü Britanya’da bir araştırma merkezi kuruldu. Galler Üniversitesi bünyesindeki bu merkeze, dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın ismi verildi. Woodrow Wilson Chair ilk akademik “Uluslararası İlişkiler” departmanı olarak tarihe geçti.
 
İngiliz derin devleti gibi hareket eden bir grup tarafından oluşturulan bu kuruluş ile uluslararası ilişkiler artık akademik bir disiplin olarak burada tartışılmaya başladı. Günümüzde neredeyse her üniversitede bulunan uluslararası ilişkiler bölümlerinin atası bu merkezdir. Bölümün ilk teorisyenleri de kurucularının bazıları da âdeta uluslararası sermayenin kendisi gibi göçmen kökenlidir.
 
Her iki dünya savaşında da büyük acılar yaşayan Almanyalı Yahudi göçmen toplumundan bazı bilim adamları, uluslararası ilişkiler disiplininde teorileriyle öne çıktı. Bu göçmenlerden biri olarak İngiliz vatandaşlığına geçip bu ülkeye yerleşen ve aynı zamanda Prof. Quigley’in bahsettiği gizli İngiliz yapı üyelerinden Prof. Alfred Zimmern (1879–1957), dünyanın ilk akademik uluslararası ilişkiler departmanının kurucu başkanı oldu.
 
Uluslararası ilişkiler bölümünün kuruluş maksadı, dünya çapında yıkıcı olan büyük bir savaşın tekrar çıkmaması için gerekli akademik ve diplomatik ilişkiler ağını yayıp geliştirmekti. Prof. Zimmern, milletlerarası barışın ancak Milletler Cemiyeti gibi global bir çatı altında inşa edileceğini öne süren ilk teorisyenlerden biriydi. İdealist-liberal teori öncülerindendi. Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşunu yakından takip eden tarihçi Arnold Toynbee gibi o da bir süreliğine İngiliz Hariciyesine bağlı istihbarat bölümü Political Intelligence Department için çalışmıştı.
 
Bir diğer Almanyalı Yahudi göçmeni Hans Morgenthau (1904–1980) ise ABD’de yayınladığı çalışmalarında realist teori ile öne çıkan isimlerden birisi olarak Zimmern’in savunduğu tezlere karşıydı. Aslen Almanya göçmenlerinden olan bir diğer Amerikalı teorisyen ise Prof. Alexander Wendt oldu. Prof. Wendt’in temsil ettiği sosyal inşacılık (social constructivist) yaklaşımı özetle uluslararası yapı ile aktörler arasındaki çizgiyi analiz eder.
 
Bütün bu tartışmalar yeni teoriler ve yaklaşımlarla onlarca sene akademilerde devam etti. Uluslararası İlişkiler öğrencilerinin çoğu bir daha hiç hatırlamayacağı bu teorileri ezberlemekle vakit geçirdi; master ve doktora tezleri bu teorilere göre yaz(dır)ıldı. Oysa esas mesele, akademik tartışmadan ziyade büyük çıkar gruplarına hizmet sunan üst düzey tartışma masaları ve politikacıların işiyle alakalıydı. Savaş mağduru göçmenlerin öncülük ettiği tartışmalar ve teoriler, globalleşmeyi savunan liberaller ile buna karşı çıkan milliyetçi gruplar arasında bugüne dek devam etti.

LORDLARIN AKADEMİYE VE ABD’YE UZANAN YAPISI

Prof. Quigley’in bize sunduğu tarih bilgileri üzerinden gidelim. İngiliz sermayesinin önemli isimlerinden Cecil Rhodes (1853–1902) ve William T. Stead (1849–1912) henüz Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce uluslararası bir proje üzerinde lobi yapıyorlardı. Bu, İngilizce konuşan ülkelerden oluşan bir ittifak projesiydi. Londra’daki Rhodes Vakfı mütevelli heyetinden Lord Milner, bu işi organize etmeye girişti. Böylece Milner’in ekibi tarafından yarı gizli olan bir buluşma, tartışma ve lobi merkezi olarak 1908–1911 arası dönemde “Yuvarlak Masa Grubu” (Round Table) oluşturuldu. 20. yüzyılda İngiliz dış politikasını yönlendirmeyi hedefleyen bu grubun finansörlüğünü Rhodes Vakfı üstlendi.
 
1915’te “Yuvarlak Masa” artık yedi ülkeye yerleşti: İngiltere, Güney Afrika, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Hindistan ve ABD... Bu ülkelerdeki grupların koordinasyonu ve yapının devamlılığı için düzenli buluşmalar yapıldı. Bu buluşmalarda tartışma ortamları oluşturuldu; bunu desteklemek için gerekli fikrî altyapı The Round Table mecmuasıyla belirleniyordu. İlk sayısı Kasım 1910’da yayınlanan bu dergideki yazılar iyi hazırlanmış anonim metinlerden oluşuyordu.
 
Önceleri Rhodes Vakfı tarafından finanse edilen yapı zamanla İngiltere ve ABD’deki büyük zenginlerden destek görmeye başladı. Lord Milner bu bankerlere yakındı. Kendisi İngiltere’nin önde gelen siyasi ve mali aktörlerinden biriydi. Lord’un yetiştirmeleri ülkenin pek çok kilit makamına yerleşmişti. The Times ve The Observer gibi etkili yayın organlarının yayın politikasını belirleyenler, Lazard Brothers bankasının idarecileri, vakıflar, kamu daireleri, siyaset, kabine, finans, Oxford ve Londra Üniversitelerinde Lord’un adamları önemli noktalarda yer alıyordu. Böylece “Yuvarlak Masa”nın İngiltere’den ABD’ye uzanan bir derinliği vardı.
 
Birinci Dünya Savaşı (1914–1918) esnasında “Yuvarlak Masa”nın düşünce kuruluşları altyapısı kuruldu. Bunlar küresel yapının Atlantik eksenli iki büyük entelektüel ayağı olacaktı. Londra’daki kuruluşa The Royal Institute of International Affairs (sonradan Chatham House) dendi; New York’taki kuruluşun ismi The Council on Foreign Relations (CFR) oldu. Bu kuruluşlar, üniversitelerde yeşermeye başlayan uluslararası ilişkiler bölümleriyle paralel gelişti.
 
ABD’deki bazı gazeteler ile İngiltere’dekilerin editoryasını aynı kişiler yönetiyordu. Bu yarı gizli İngiliz yapının hedefi İngiliz kolonilerinde kalkınmayı sağlamaktı. Bunu Oxford ve Londra üniversitelerinde öne sürülen bilim ve teknik usulleriyle yapmak istediler.
 
Özellikle LSE ve SOAS gibi akademik yapılardan istifade ederek geri kalmış dünyayı toparlayıp yönlendirmek gerekiyordu. Demokratik sosyalizm, finans kapitalizmi, tekel kapitalizmi, sekülerlik, uluslararasıcılık üzerinden programlar hazırlandı.
 
İşte Amerikan sağcıların yıllarca “solcular” ve “komünistler” diyerek saldırdığı kesimin arkasında aslında bu İngiliz yapı vardı. Yani “Harvard Sosyalizmi” yahut sol yayınlar yapan The New York Times ve The Washington Post’a bakıldığında sağcıların gözünde beliren tablo buydu. Bu elbette bir İngiliz – Amerikan yapısıydı ve global anlamda gerçek bir güç merkeziydi.

AMERİKAN MUHAFAZAKÂRLAR VE ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN GELECEĞİ

İngiliz İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı sonrası global gücünü zamanın yeni iletişim imkânlarına göre yapılandırdı. Artık emperyal gücünü 19. yüzyıldaki gibi askerî valiler ve istihbaratçılar kullanarak değil yeni akademik ve entelektüel kanallar oluşturarak sürdürmeye çalıştı. İkinci dünya savaşından sonra iyice zayıflayan askerî gücü yüzünden 1950’lerde küresel rolünü artık ABD’ye devretmek zorunda kaldı. Türkiye’de çok partili seçimle demokratik bir düzene geçiş bile bunun neticelerinden biriydi.
 
ABD’nin süper güç oluşuyla bütün dünyada İngiliz dili “lingua franca” oldu. İngiltere’nin fikir sahasındaki gücü akademik ve basın camiası üzerinden sürdürüldü. Ancak “İngiliz küreselciliği” ile anlaşmazlık yaşayan en güçlü gruplar da gene ABD’de yer alıyordu.
 
Soğuk Savaş sona yaklaşınca Francis Fukuyama liberalizmi kutsamış ve geleceğin tek muzaffer ideolojisi olarak ilan etmişti. Hocası Samuel Huntington ise buna itiraz edip gelecekte dünyanın liberal küreselleşmeye direnen kültürler savaşına sürükleneceğini savundu.

ABD’DE LİDER TARTIŞMASI VAR

Bugün Amerikan muhafazakârlar (Cumhuriyetçi Parti) 2024 seçimlerine hazırlanırken liberal küreselcilere meydan okuyacak bir lider seçmeye çalışıyorlar. Cinsiyet, aile anlayışı, iklim politikaları, serbest piyasa, mahalli idare, kapitalizm, inanç hürriyeti, gıda ve sağlık politikaları konusunda büyük tartışmalar var.
 
Bu mücadelede öne çıkarılan eski Başkan Donald Trump; Evanjelikal cemaatler, petrol lobisi, polis teşkilatı, Pentagon’un bir kanadı ve göçmen karşıtı beyaz Amerikan halkı tarafından destekleniyor. Bu kanat gelecek için AB, Çin ve bir İngiliz atı olan küreselcilik akımıyla yarışıyor.
 
Dünyada bunlar yaşanırken bizler üniversitelerde Uİ teorilerini anlatmaya ve tartışmaya devam ediyoruz. Sanırım artık şunu da düşünmek zorundayız: Sosyal bilimlerde akademide doğan ışık mı toplumun ve siyasetin tepesini aydınlatıp yönlendiriyor yoksa tepede yakılan ışık mı akademi üzerinden aşağıya iniyor? Bu sorunun tek bir cevabı olmayabilir ama en az teoriler kadar üzerinde düşünmeye değer…
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.