Yunan-Türk ilişkilerinde “yeni bir sayfa” mı?

A -
A +
Azmi Aksoy
Emekli Binbaşı,
Yunanca Öğretmeni
 

Yazının başlığı, okuyan birçok kimsenin kulağını tırmalamış olabilir. Çünkü bizim ezberimizde “Türk-Yunan ilişkileri” var. Anlam olarak her ikisi de aynı olmasına rağmen önde “Yunan” kelimesinin yer alması bize bir tuhaf geliyor nedense... İki ülkenin tarihî münasebetlerinde de böyle çok fazla ezber ve takıntı var maalesef.

 

Türkiye ile Yunanistan arasındaki uzun yıllardır devam eden problemlerin çözülmesi her iki ülkenin de millî menfaatleri açısından olumlu bir teşebbüs olarak nitelendirilebilecek iken, problemlere hep aynı açıdan yaklaşılması, ön yargılar, ders kitaplarındaki yalan-yanlış bilgiler, basın yayın organlarının aleyhte yazıp çizdikleri, milliyetçilik duygusunun iyi prim yaptığını gören Atina ve Ankara’daki bazı politikacıların tutumları, kısacası bu tür bütün takıntılar; problemlerin adil, kalıcı bir dostluk ve iş birliğini sağlayacak şekilde çözüme kavuşturulmasına mütemadiyen engel olmaktadır.

 

Peki, bu problemlerin çözülmesi için atılacak adımlar neler olabilir? Neler yanlış ya da eksik yapılıyor? Bu noktada ilk sorulması gereken soru şu: Mademki iki taraf da ilişkileri geliştirmek istiyor; peki, neden aynı şeyler tekrar tekrar yapılıp farklı sonuçlar oluşması bekleniyor?

 

Mevcut onlarca problemin en elzem olanlarına ve muhtemel çözümlerine sırası ile bir göz atalım...

 

Mesele: Batı Trakya Türklerinin Lozan Antlaşmasından günümüze vatandaşı oldukları Yunanistan’da maruz kaldıkları azınlık hakları ihlalleri.

 

Bundan 50 yıl önce Batı Trakya’daki Türk nüfusu, Yunanistan toplam nüfusuna kıyasla çok önemli bir yere sahipti. Bu Türk nüfusu artırabilmek için herhangi bir şey yapılmadığı gibi mevcut durumda da muhafaza edilemedi. Aynı şekilde Batı Trakya Türklerinin 1923’te %84 civarında olan bölgedeki toprak sahipliği, bugün %15 seviyesine kadar inmiştir. Yunan hükûmetleri, eğitimli bir toplumun neler yapabileceğinin farkında olarak Batı Trakya nüfusunun eğitim hayatını sürekli olarak engelledi. Buna ilaveten göç ettirme ve asimilasyon politikası uyguladı. Türk hükûmetleri de bu meseleyi hep Yunanistan içinde (özelinde) çözmeye çalıştı. Bir anlamda “yol yaparken” önümüze dağ çıktı, biz de yol yapmaktan vazgeçmişiz gibi oldu...

 

Çözüm: Yukarıda da ifade edildiği gibi Batı Trakyalı Türklerin eksik olduğu iki ana konu var. İlki, büyük oranda eğitimsiz bırakıldılar, ikincisi, yeterli derecede Yunanca öğrenemediler. Türk üniversitelerinde okumuş gençler Yunanistan’da devlet dairelerinde görev almak istediklerinde veya ticaret yaptıklarında hep lisan problemine takıldılar. Avrupa Birliği’nin Batı Trakya’daki Türklerin hak ve hukuklarını savunmayacağı aşikâr. Zaten Avrupa’da insan hakları standartlarına benzer bir azınlık hakları standardı henüz oluşturulamadı. Azınlık hakları ortak bir platform üzerinden değil, her ülkenin farklı politikaları çerçevesinde ele alınmış, sadece üye olunan kurumların getirdiği şartlar çerçevesinde izafi ortak bir yapıda kalmış durumda. Bu sebeple bu insanların eğitim işini Türkiye’nin çözmesi gerekiyordu. Nitekim, FETÖ Batı Trakyalı gençleri kendi ideolojisi doğrultusunda yetiştirmek için Edirne, Tekirdağ, Lüleburgaz ve Kırklareli’de önemli bir kısmı yatılı olmak üzere çok sayıda okul açtı ve ciddi rakamlarda öğrenci aldı. Ne acıdır ki Türk devletinin yapamadığını terör örgütü yaptı. Peki şu anda ne yapılmalı? Vakıf kanununda ufak bir değişiklik yapılarak Türkiye Maarif Vakfı vasıtası ile bu çocuklara nitelikli eğitim vermek suretiyle mesele kökünden çözülecektir.

TÜRK DÜŞMANLIĞI

Mesele: Ders kitaplarında yer alan kasıtlı yalan-yanlış bilgiler.

 

Yunanlar, kendilerine göre meşhur Antik Yunan medeniyetinin devamıdırlar. Ancak bu medeniyetin devamı Türkler tarafından sekteye uğratılmış, zulüm, takriben 600 yıl sürmüştür. Bu süre, çoğunlukla, “Türk egemenliği” anlamına gelen “Turkokratia” olarak adlandırılır. Turkokratia, genel olarak, şöyle tasvir edilir: Yunan milleti kendi topraklarında yaşarken zorla hâkimiyet altına alınmış, her türlü kötülüğe maruz bırakılmış ve nihayet kölelik yılları “Yunan Devrim Kahramanları” tarafından 1821’de sona erdirilmiştir. İlkokuldan itibaren bu tarzda bilgi edinen çocukların yetişkin olduklarında Türk halkına nasıl bakacağını tahmin etmek zor olmasa gerektir.

 

Çözüm: Her iki devletin tarihçileri tarafından oluşturulacak bilimsel kurum, arşivlerdeki kayıtlı belgeleri esas alarak köklü bir çalışma yapacak ve bu çalışmanın neticesini her iki dilde yayınlayacaktır. Ders kitapları da bu çalışmaya göre yeniden düzenlenip yazılacak. Ayrıca biri Türkiye’de, diğeri Yunanistan’da çift dille eğitim yapan iki lise, devamında Türk-Yunan Üniversitesi kurulacak. Burada yetişen potansiyeli yüksek gençler, arada hiçbir aktarıcı olmadan birbirinin kültürünü tanıyacak ve ileride devlet yönetiminde yer aldıklarında kurdukları dostluk ilişkilerini geliştireceklerdir. Bunun yanı sıra Yunanistan ve Türkiye’deki yükseköğretim kurumları da öğrenci ve öğretim üyesi (özellikle tarih branşında) değişim programlarını hayata geçirecektir.

 

Mesele: Yunan basın yayın organlarında etkili olan kişilerin negatif ve tahrik edici tutumları.

 

Türk ve Yunan yayın organlarında kahir ekseriyet, “karşı tarafın tahrik edici bir tutum izlediği ve kendi ülkelerinin her zaman haksızlığa uğratılarak mağdur durumda bırakıldığı” algısını işlemeye özen gösteriyor. Bu noktada diğer ülkelerin ihtiyaçlarını, kültürlerini, halklarını anlama, mesajların doğru aktarılması, hatalı algılamaların düzeltilmesi, ortak amaçlar için uygun zeminlerin tespit edilmesi gibi ilişki geliştirme metodu olan kamu diplomasisini her iki tarafta yeterince kullanamıyor. Yukarıda ülke kültürünü tanıma kavramı kullanıldı. Neden? Çünkü bazı kelimelerin ne anlama geldiği bilmeden kullanan basın mensuplarına çok şâhit olundu. Mesela balıkçı teknelerimizi taciz eden Yunan sahil güvenlik botuna müdahale eden bizimkiler için “Yunan palikaryalarını önümüze katıp sürdük” derken Yunanca “palikarya” kelimesinin “yiğit, delikanlı, mert” anlamına geldiğini bilmiyorlardı.

KÜLTÜRLER TANINMALI

Çözüm: Farklı kültürlere mensup, ancak aynı coğrafyayı paylaşan insanların hayatın çeşitli alanlarda karşılaştıkları problemleri aşabilmeleri için birbirlerini tanımaları ve kültürlerarası iletişim kurma becerisine sahip olmaları gerektiği, bilinen bir gerçektir. Bunun en somut örneği; üniversitelerin Erasmus programına katılan kişilerde görülmektedir. Bu programa katılanlar, etkili bir kültür değişmesi süreci yaşadıklarını ifade etmektedirler. Her iki ülkenin etkili basın ve yayın organları mensuplarına bir sefere mahsus olmayan ücretsiz “Ülke ve Kültür Tanıtım Turları” düzenlenmeli, her iki tarafın basın mensupları karşılıklı olarak haftada en az bir defa “konuk köşe yazarı” olarak gazetelerde yazı yazabilmelidirler.

 

Son olarak, İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’ni “Fatih Kaymakamlığına bağlı, İstanbul’da yaşayan 1.500 ila 2.000 nüfusu olan Rumların dinî kurumudur” diye değerlendirmek bilgisizlik değilse saflıktır. Ortodoksluk, Hristiyan dünyasında önemli bir mezheptir ve bu kurum, bütün Ortodoks dünyası tarafından muhatap alınmaktadır. Bu sebeple Patrikhane’nin doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlı olması, Cumhurbaşkanlığı ile Patrikhane arasında bütün hassas konulara vâkıf özel bir temsilci atanmasının daha uygun olacağı değerlendirilmektedir.

 
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.