Annem, herkese nasihat vermeye başlamıştı...

A -
A +

Anneciğimin dili çözülmüştü; bazen muziplik olsun diye komik bir şey söylüyor güldürüyor, bazen imtihan eder gibi esrarlı bir iğneleme yapıyordu.

 

 

 

Hayalimizdeki o uçsuz bucaksız beyazlıklara asla ulaşamayacaktık anlaşılan. Mazimizle yani geçmişimizle hesaba çekilecek, onunla da yetinecektik. Aklı olan daha yüksekleri istemez miydi? Buna tek bir mâni vardı o da azgın nefislerimizdi. Biliyorum ki o nefsanî isteklerimiz hâlen canlılığını koruyordu. Bu kavuştuğum nimetler bana bir teselli kaynağı olsa da az geliyordu. Çünkü görünmezleri görebilmek, anlaşılmazları anlayabilmek herkese nasip olmuyordu. Nasip olanlar da tembel, miskin, gevşek davranma lüksüne sahip değillerdi. Ebedî hayat merakı gerek hafızamın gerekse hayatımın unutulmazları arasında yerini çoktan almıştı. Pek silineceğe, solacağa da benzemiyordu…

 

Gözün alabildiğince görebildiği ufuklara kadar başı bulutlara değen bembeyaz örtülere bürünmüş gibi sisler içindeki bir şehirde, alabildiğine mavi ve yeşilin sarmaş dolaş olduğu Boğaz’ın ya da denizin, âdeta sonsuza uzanan tozpembe ufukların kıyısında insan olmak… bir nokta kadar küçülüp kalmak demekti... Kendinin bir “HİÇ” olduğunun idrakini yaşamak insan olarak gelinebilecek en yüksek derecelerden biriydi şüphesiz.

 

Fasılalarla esen her rüzgârda sağa sola savrulmak… ilimden ziyade, gözün ve özün birlikte farkına vardığı bu tefekkür ve his deryasında düşünmek, düşünürken kazandıklarımızı, kaybettiklerimizi görüp mukayese edebilmek büyük bir nimetti elbette. Bütün dert ve musibetlere sabretmek, sonra kendine gelip baharın yazın ve mevsimlerin, yaratılmış her ne varsa bütün mahlûkatın kadir kıymetini bilmek de öyleydi… İliklerine kadar tefekkür edip şükretmek elzemdi… Hakikaten paha biçilmez bir nimetti bunların hepsi de...

 

“Ey bizleri ve bütün Kâinatı, içindekileriyle birlikte yoktan var eden Rabb'im, öyle bir îmân dolu kalp ver ki bu fâni dünyamızda; kötüleri, kötülükleri geceleri ak pak bir kefen gibi sarsın sarmalasın, gündüzleri bembeyaz bir gelinlik gibi örtsün kapatsın, kimse görmesin. Güzele, güzelliklere bakmaktan gözlerimiz kamaşsın, gönüllerimiz lekesiz, tertemiz, bembeyaz kalsın her daim…” diye dua ediyordum her fırsat buldukça ve aklım erdiğince...

 

     ***

 

Anneciğimin dili çözülmüştü; bazen muziplik olsun diye komik bir şey söylüyor güldürüyor, bazen imtihan eder gibi esrarlı bir iğneleme yapıyordu. Bu sefer ciddi mevzulara girmişti. Oturduğu yerden herkese nasihat vermeye başladı.

 

- Bakın evlatlarım! Buradakilerin neredeyse en yaşlılarından biriyim. Onun için konuşma hakkımı kullanıyorum. Lütfen yanlış anlamayın! Malumunuz, ihtiyarlar hatıralarıyla yaşarlar… Hataları azaltmaya çalışmamız için bu tecrübelerden azami istifade etmemiz lazım. Benden hatırlatmak, tatbik edip etmemek de sizden. Sık sık gittiğiniz ayakkabıcınız ve terzinizle sıkı fıkı arkadaş olursunuz, herkesin işini zamanında teslim eder, sizinkini bir köşede bekletir.

 

- Şimdi o dedikleriniz mi kaldı babaanne? Her şey hazır beğenirsek alıyoruz, beğenmezsek “hadi eyvallah” deyip uzaklaşıyoruz. Ne onlar bizi tanıyor, ne de bizler onları. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.