Aslen ne iş yapıyorsun?

Sesli Dinle
A -
A +
Genelde yeni tanıştığım insanlar ne iş yaptığımı sorduğunda “Öğretmenim” diye cevap veriyorum. Geçen hafta birisi aynı soruyu sordu ve ben boş bulunup “Yazarım” dedim.
Soruyu soran kişi gözlerini kısıp, “Aslen ne iş yapıyorsun peki?” dedi.
 
Bu soruya genelde memleket muhabbetlerinde maruz kalırdım. Yani “Erzincanlıyım” dediğimde “Aslen nerelisin?” diye sorarlardı. İlk kez yaptığım işle ilgili soruldu bu soru.
Bu durumda iki ihtimal var; ya soruyu soran kişi beni pek yazara benzetemedi. Ya da ülkede yazarlık işten sayılmıyor.
Bilemedim.

Kavuşmak bir dakika

Konuya yazarlıktan girdik madem, oradan devam edelim.
Küçükken iki büyük hayalim vardı. Bir bisiklet ve bir köpek… İkisine de sahip olamadım. Fatih’te daracık bir sokakta oturduğumuz için bisiklet tehlikeli görüldü. Bahçeli bir evimiz olmadığı için de köpek ihtimali hiç konuşulmadı bile.
 
Şimdi düşünüyorum da iyi ki alınmamış o bisiklet ve köpek. Çünkü ben kavuşamadığım özlemlerim sayesinde hayal kurmayı öğrendim. Çoğu zaman uyumadan önce bisikletli ve köpekli hayaller kurdum ve kendimce mutlu oldum.
İmkânlar dar olduğu için hayal gücüm genişledi. Hayal gücümün genişlemesi de muhtemelen yazmamı tetikledi.
Bunu biliyor olmama rağmen çocuklara şimdi tam tersini yapıyorum. İkisine de bisiklet aldım ve sürekli “Niye binmiyorsunuz?” diye baskı yapıyorum.
 
Belki de mutluluğu yanlış anladığım için, çocukların bütün ihtiyaçlarını gidermeye çalışarak hayallerini çalıyorum. İmkânlar genişledikçe hayal gücünün alanı daralıyor. Ve ihtiyaçları tükenen çocuklar daha yolun başında tatminsizlikle tanışıyor. Tükenmişlik sendromu da bu zaten. İhtiyaçların tükenmesi yani.
 
O zaman şunu söyleyebiliriz. Erkenden tükenmemek için insanın hayatında kavuşamadığı hayaller, gerçekleşmeyen hedefler ve özlemler olacak mutlaka.
Çünkü özlemek bir ömür sürer, kavuşmak bir dakika!

Burukluk

Birkaç hafta önce katıldığım imza gününde bir çocuk adını soyadını söyledi kitaba yazmam için. İkinci söylediği pek isme benzemiyordu. “Bu ikinci ismin mi?” diye sordum. “Hayır” dedi çocuk gülümsemeye çalışarak. “Benim bir tane ismim var. Diğerleri annemle babamın soyadları. Geçen ay ayrıldılar da…”
 
Mahkemede birbirinden ayrılan soyadlarını, kendi dünyasında bir arada tutmaya çalışan o çocuğun hüznünde kalakaldım. Ve aradan kaç gün geçti, o anda yaşadığım garip burukluğu hâlâ üzerimden atamadım.

İfadesi alınan cümleler

Sosyal medyanın insanı pervasızlaştırma etkisi çok büyük. Sokakta birbirine saygıda kusur etmeyen insanlar, klavye başına geçtiği anda başkalaşım geçiriyor.
 
Mesela yüz yüze iletişimde, “Beni anlamanızı beklemiyorum zaten” şeklinde kurulan temkinli cümleler, klavye başında “Beyinsizlere laf anlatmak zor” cümlesine dönüşüyor.
Göz göze bakarken, “Bir eğitimci olarak sizin böyle düşünmenize açıkçası biraz şaşırdım” diye nazikçe serzenişte bulunanlar, sosyal medyada “Sen de eğitimci olacaksın öyle mi? Senden bir cacık olmaz!” yazıyorlar.
 
Herkes kendi zihniyetine uygun bir şekilde yazdığınız cümledeki kelimeleri ayıklıyor ve saldırıyor. Söylenenler, söyleyen kişinin dünya görüşüne göre yargılanıyor. İfade özgürlüğü diye bağıranlar yazdığınız her cümlenin ifadesini alıyor.
 
Nasıl bir özgürlükse artık!
 
Yani bu devirde yazı yazmak gerçekten zor iş. Daha doğrusu etliye sütlüye bulaşmadan yazı yazmak zor. Çünkü sofra çok karışık. Kimin kaşığı kimin tabağında belli değil.
 
Bu yüzden makale yazarken de sosyal medyada bir paylaşıma yorum yazarken de temkinli olmak lazım. Çünkü herkesin dijital bir öz geçmişi var. Ve bir zamanlar sinirle yazılmış öfkeli cümleler, hiç olmayacak bir zamanda çıkıveriyor karşına.
Nefsine hâkim olursan tahtına kuruluyorsun. Ama çalakalem saldırırsan, artık ne çıkarsa bahtına!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.