Dorian Gray Sendromu ve rıhtım

Sesli Dinle
A -
A +
Oscar Wilde’ın yazdığı “Dorian Gray’in Portresi” kitabını okuyorum bugünlerde. On Dokuzuncu Yüzyılda yayınlanan bu romanda çarpıcı bir bölüm var. Dorian Gray ismindeki karakter, ressam tarafından yapılan portresine bakarak şu sözleri söylüyor;
 
“Ne hazin! Ben yaşlanıp çirkin ve iğrenç bir şey olacağım. Oysa bu portre hep genç kalacak. Yaşı şu haziran gününde sabitlenecek, bir gün bile yaşlanmayacak. Keşke tam tersi olabilseydi. Ben hep genç kalsaydım da şu resim yaşlansaydı. Bunun için neler vermezdim. Varımı yoğumu verirdim. Ruhumu bile satardım!..”
 
Bu cümleleri okuyunca aklıma bir şey geldi. Yaz tatilinde bir ev ziyaretine gitmiştim. Evde 80 yaşını geçmiş bir amca vardı. “Nasılsınız?” diye sordum otururken. Gülümseyerek yüzüme baktı ve “Biz artık rıhtıma yanaştık oğlum. Allah size hayırlı, uzun ömürler versin” dedi. Onca hastalığına rağmen yüzünde insanı ferahlatan bir aydınlık vardı. Seksen yıllık hayattan damıtılmış bir dinginlik yaşıyordu.
 
Bir kitabın ilk bölümlerindeki bir paragrafla, bir hayatın son bölümlerinden birkaç cümle buluşunca da bir soru belirdi zihnimde;
 
“Ölüm fikrini içine sindiremeyen bir insan yaşadığı hayatı içine sindirebilir mi?”
 
Sorunun cevabını ararken de ortaya bu yazı çıktı işte.

Taş

Şimdi de şöyle düşünelim... Bir trende iki insan var. Bir tanesi çok sevdiği bir kişiyle buluşmaya gidiyor. Diğeri de buluşmaktan korktuğu ve asla görmek istemediği bir insanla görüşmek üzere yola çıkmış.
 
Bir tanesi, tren raylar üzerinde ilerledikçe kavuşma müjdesinin verdiği mutlulukla yaşıyor. Tren tünele girdiğinde bile içi ışıl ışıl…
 
Diğeri de her geçen saniyede daha fazla bunalarak ve treni bir şekilde durdurmaya çalışarak geçiriyor vaktini. Son istasyonu düşünmek ruhunu bunalttığı için anı yaşamaya çalışıyor. Ama yaşadığı anların onu hiç istemediği bir sona yaklaştırdığını bildiği için, onu da beceremiyor.
 
Siz olayı anladınız ama yine de birkaç cümle yazayım. Yolculuğun sonunda sevgiliye kavuşma ümidi varsa eğer, acılar da sevinçler de bir anlam kazanıyor ve her şey yerli yerine oturuyor. Ama ölümü bir son olarak görenlerin zamanı durdurmaya çalışmaktan başka bir çareleri kalmıyor.
Kimisi Dorian Gray gibi genç kalmak uğruna ruhunu satılığa çıkarıyor. Kimisi de ölümü unutmak için yevmiye usulü gündelik telaşlar yüklenip, taşeron bir hayat yaşıyor işte.  

Dipteyim, sondayım, depresyondayım!

Beden ve ruh arasında bir denge var ve bu dengenin bozulması her şeyi mahveder. Yaşını belirli bir yılda sabitlemeye çalışanların yaşadığı dram, bu dengenin bozulmasından kaynaklanır çoğu zaman. Bedenle birlikte ruhun da yok olacağını düşünenler büyük bir telaş yaşar ve bütün yatırımını bedenlerine yaparlar. Çünkü ellerindeki tek sermaye odur. İşin kötüsü zamanın yıpratma özelliğinden dolayı her an kaybetmeye mahkûmdurlar.
Yaşlandığında evden dışarı çıkmak için saatlerce hazırlık yapmak zorunda olan insanın yaşadığı esaret, gençlik yıllarında biriken borçlar için ödenen bir kefarettir aslında.
 
Bedeni bir emanet olarak görenlerse, emaneti bir gün teslim edeceklerini bildikleri için panik yapmaz, yolculuğun tadını çıkarırlar. Mutlu olmak için bir şeye ihtiyaçları yoktur ve bunun için çabalamaz, fiziksel değişimlere meydan okuyarak yorulmazlar. Sonsuz bir hayatın ufkunda kırışan ciltlerini, sarkan etlerini düşünüp moral bozmazlar. Ebediyet fikriyle filizlenen bir teslimiyet hâli, ruhlarını özgür kılar. Mutluluk şükürle, sıkıntılar sabırla kol kola girer ve hayat güzelleşir.
 
Ölümden sonrasını yok sayan “anı yaşayanlar” içinse hayat ancak “bir anlığına” güzelleşir. Gençliğinde “andayım” diye kendini teselli edenler de yaşlanınca “sondayım” diye depresyona girer.
 
Öyleyse hayatı doğru dürüst yaşayabilmek için önce ölüm fikrini kucaklamak gerekir. Bu kucaklaşmanın ön şartı da kul olduğunu hissedebilmektir. Acziyetle afiyet arasındaki ilişkiyi çözümleyen insan, hayatın sırrına ermiş demektir.
 
“O’ndan gelen her şey güzeldir” cümlesi kadar insana iyi gelen bir şey yoktur şu hayatta.
 
Bilen bilir. Bilmeyen de inşallah yakın zamanda öğrenir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.