İbadi’nin Ankara ziyareti

A -
A +
Irak Başbakanı Haydar El İbadi’nin son Ankara ziyareti, her iki ülke için de kritik bir zamanda gerçekleşti. Ortak çıkarlar ve ulusal güvenliği koruma noktasında iş birliği için bir başlangıç olabilir…
 
Orta Doğu ülkeleri kendi aralarında barış ve iş birliğini sağlamakta ne kadar başarılı olabilirse, o derece olumlu sonuçları alır… Fakat ne yazık ki, on yıllardır bu alanda bazı dönemsel iyileşmeler hariç, kalıcı barış ve iş birliği olamadı ve bölgeye, daha çok kime ve neye hizmet ettiği belli olmayan çatışma iklimi hâkim oldu!.. Humeyni Devrimi’nin hemen akabinde, Irak ile İran’ı sekiz yıl birbiri ile savaştıranlar, daha sonrası için de kendilerince başarılı kurgulamalar yaptı. Saddam Hüseyin İran’la niçin savaştı ve sonuçta ne elde etti? En az bir milyon insanın öldüğü bu korkunç savaşın muhasebesini dahi doğru dürüst yapmadan ve yıpranmış ordusunun durumunu hiç hesaba katmadan, niçin bu defa Kuveyt’i işgal etti? Bunları söylediğimizde, birilerinin bizi komplo teorisi üretmekle itham etmeye kalkacağını da tahmin edebiliyoruz!.. Lakin Saddam’ı böyle bir maceraya cesaretlendirenler de ortada… Mesela ABD’nin o dönem Bağdat’ta görev yapan elçisinin, Kuveyt işgali konusunda Saddam’a söyledikleri dünyaya ifşa olmadı mı? Peki, Amerika bir taraftan tarihin en geniş askerî koalisyonunu ve en büyük harp yığınağını yaparken, Saddam bunun sonucunun nereye varacağını acaba kestiremiyor muydu? Hakikaten, Çöl Fırtınası Harekâtının başlamasından hemen önce, BM Genel Sekreteri kendi ayağına kadar gittiği hâlde, niçin fırsatı kullanıp geri adım atmadı? Bütün bu gelişmeler yaşanırken, Saddam neye ve kime güveniyordu? İran’la savaşırken, Saddam’a silah satmak için onun önünde iki büklüm eğilen Donald Rumsfeld, 2003’te bu defa ABD Irak’ı işgal ettiğinde Savunma Bakanı olarak hangi havalardaydı?
Netice olarak yaşanan bunca hadisenin Irak’ı getirdiği durum ortada… Bir dönem Türkiye’ye karşı da sert açıklamalar yapan Haydar El İbadi, bugün ABD’ye; “Kimse Irak’ın iç işlerine karışamaz…” derken, acı gerçeğin yani ülkesinin, hâlâ işgal altında olduğunun farkında değil mi? Bir kulağı ile Washington’u, bir kulağı ile Tahran’ı dinlemek zorunda olan Irak Başbakanı, elbette her şeyin farkında… Fakat ne yazık ki, yapabileceği fazla bir şey de yok! Bugün başta Suriye, Lübnan ve Yemen olmak üzere, birçok yerde gerçek gücünün çok üzerinde aktif olan İran, ne kadar taviz verse de, diğer taraftan Amerika’nın ekonomik ambargo ve siyasi baskılarından yakayı bir türlü sıyıramıyor… Orta ve uzun vadede olması gereken şudur: Türkiye, Irak; İran ve ülkede şartlar normalleştiğinde (Halkın desteğini arkasına alan yeni bir yönetim işbaşına geldiğinde) Suriye’nin ikili ilişkiler ve bölgesel konularda daha rasyonel hareket etmeleri, emperyalist güçlerin bölge üzerindeki hesaplarını bozacak şekilde, iş birliği ve güç birliği yapmaları tek çıkar yoldur. Bunu ne kadar çabuk ve başarılı biçimde hayata geçirebilirlerse, o derece rahat ederler. Aksi hâlde dört ülkenin de toprak bütünlüğü üzerindeki tehditler bitmeyecektir! Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin son referandum atraksiyonu karşısında, Türkiye ve İran’ın Irak Merkezî Hükûmetine verdiği doğrudan ve dolaylı destek, dış odakların hesaplarını önemli ölçüde boşa çıkarmış görünüyor. Bunun devamı da gelmeli. Bu noktada El İbadi’nin Ankara ziyareti önemli bir başlangıç olabilir.
 
SUUDİ ARABİSTAN VELİAHT PRENSİNİN AÇIKLAMALARI
S. Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman, Riyad’da yapılan bir ekonomi panelinde konuşmuş, özetle; ülkesinde hâlihazırda aşırılıkların yaşandığını, ancak yakın gelecekte “Ilımlı İslam’a” döneceklerini açıklamış. Ajanslardan geçen haber böyle… Şimdiki Kralın oğlu olan Veliaht Prens, aslında ikinci sıradaydı. Daha önce veliaht olduğu hâlde, tahta oturamadan vefat eden amcası Naif bin Abdülaziz’in oğlu, birinci Veliaht Muhammed bin Naif’e kaşla göz arasında saltanat yolunu kapattı. Sessiz ve “yumuşak” bir iç darbe ile onu ekarte edip yerine geçti… Belki de çok yakında yaşlı babasını da emekli edip yerine oturabilir. Saltanatta üçüncü kuşağın ilk ismi olması beklenen M. Bin Selman’ın işi o kadar da kolay değil tabii. Ülkede çeşitli kademelerde, güç ve iktidar kavgaları yaşandığı bilinen bir husus… Yenilikçi olarak temayüz eden veya öyle tanıtılan Veliaht Prens Bin Selman’ı, “Ilımlı İslam” tabirini kullanması bir anda dünya medyasında yankılandı ve en çok da Amerikalıları heyecanlandırmış görünüyor. Esasen “ılımlı İslam” ya da ılımlı olmayan İslam diye bir kavram yoktur. İslamiyet bir tanedir ve o inanç sistemi de her türlü ifrat ve tefriti (aşırılık ve taassubu) reddeder. Suudi Arabistan’ın ülke olarak asıl sıkıntısı, itikadi açıdan Vehhabilik cereyanına kapılmış olmasıdır. Bu mesele çok geniştir ve kökü çok derinlerdedir… Bin Selman’ın dedeleri El Suud ailesi, ta 1744 yılında, Vehhabiliğin kurucusu Muhammed Bin Abdülvehhab ile bu bozuk inancın yayılması için, resmî anlaşma yapmıştı. Merak edenler bu konuda ilgili kaynaklara bakabilir. Bir de ABD eski Dışişleri Bakanı Bayan Rice’ın, 7 Ağustos 2003 yılında Washington Post gazetesine yazdığı ve 22 Arap ülkesini dönüştürmeye yönelik görüşlerini ihtiva eden makaleyi işaret edelim. Büyük Orta Doğu Projesi’ne (BOP) dair pek çok ipucu var!..
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.