“Büyük Fitne” deklarasyonunun 100. yılı

A -
A +
2 Kasım 1917’de, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, bilahare kendi adıyla anılacak olan, Yahudilere Filistin topraklarında vatan sözü veren mektubu (Balfour deklarasyonu) Siyonist Rothschild’e gönderdi…     Evet, tam yüz yıldır Filistin topraklarını kan ve ateşe boğan, geriye yüz binlerce ölü ve yaralı, milyonlarca mülteci bırakan mahut Balfour Deklarasyonundan bahsediyoruz… Yol açtığı yıkımlara bakarak, ancak “büyük fitne” diye tanımlayabileceğimiz bu deklarasyona, bugünkü İngiliz Başbakanı Theresa May şu sözlerle sahip çıkıyor: “İsrail devletinin kurulmasında sahip olduğumuz rolden gurur duyuyoruz ve kesinlikle deklarasyonun 100’üncü yılını gururla kutlayacağız…” İşte İngiliz tıyneti tam da budur! Sinsi politikalarla girdiği her yerden çekilirken, asla sonu gelmeyecek fitne tohumları eken İngilizler, Orta Doğu’da (Filistin-Irak), Hint Alt Kıtasında (Keşmir) ve Afrika’da (Nijerya başta olmak üzere) yüz milyonlarca insanın huzurunu kaçıran, hayatı onlara zehir eden bir daimî fesat ortamı bıraktı… Yahudi devletini kurmak için toplanan ilk Siyonist kongreden (1897) yirmi yıl sonra (1917), İngiltere, Yahudi lobisinin nüfuzunu kendi hesabına kullanmak üzere, bahse konu deklarasyonu hayata geçirdi. Dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Siyonist teşkilatın en önemli isimlerinden olan Lord Rothschild’e; bilahare kendi adıyla anılacak şu mektubu (özet) gönderdi: “Majestelerinin Hükûmeti Filistin’de Museviler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır…” Gerçekten de İngiliz hükûmeti elinden geleni yaptı. Bu mektuptan yaklaşık bir yıl önce, Mayıs 1916’da Fransa ile gizli Sykes-Picot anlaşmasını yaparak, Arap topraklarını aralarında taksim etmişti. Buna göre Irak ve Ürdün İngilizlere, Suriye ve Lübnan Fransızlara veriliyordu. Filistin toprakları ise sözde uluslararası bir ortak yönetime devredilecekti… Fakat daha sonra, Filistin toprakları da İngiliz mandasına verildi (1922). Dikkat ediniz, mahut mektubun yazıldığı tarihte, İngilizlerin henüz Filistin üzerinde fiilî hâkimiyeti yoktu. Lakin başkalarının toprağı üzerinde, bir Yahudi devleti kurmaya dönük planlarını birer birer işletiyordu… 1917’de Filistin topraklarında yaşayan 660 bin kişinin yalnızca 60 bini Yahudi idi (%10). Lord Balfour, herhâlde buradan yola çıkarak, mektupta şu hususu da kayda geçiriyordu; “Filistin’deki mevcut Musevi olmayan toplumların sivil ve dinî hakları ile başka ülkelerde yaşayan Musevilerin sahip oldukları hak ve siyasi statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır…” “Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonunun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım” diyerek mektubu noktalayan Balfour, herhâlde ve mutlaka; Yahudileri arkalayan sözleri dışında, bu yazdıklarının koca bir yalan ve palavra olduğunu kıs kıs gülerek kaleme alıyordu!.. Çünkü yüz yıl sonra; Filistin topraklarına, dünyanın çeşitli ülkelerinden getirilmiş yaklaşık altı milyon Yahudi yerleştirilmiş durumda. Buna karşılık, iki milyonu 1948’de İsrail’in kurulmasıyla birlikte yurtlarından sürülenler olmak üzere, en az altı milyon Filistinli Arap da, çeşitli ülkelerde mülteci yahut sığınmacı durumunda… İsrail tam 70 yıldır bölgede çıbanbaşı. Orta Doğu’daki huzursuzlukların, çatışma ve savaşların esas kaynağı. Ve buna rağmen, İngiliz Başbakanı Bayan May, İslam Dünyasının bağrına hançer gibi saplanan bu devletin kurulmasında oynadıkları rol ile gurur duyduğunu söylüyor. Burada esasen şaşırtıcı bir durum da yoktur. Zira temelde sömürgeci Batının ağababası olan İngiliz siyasetinin başı ve sonu, fitne-fesat; kan ve ateşle sürdürülen insanlık dışı bir anlayıştır. İngiliz hükûmetinin Siyonistleri arkalayan bu politikasına, Amerika, Fransa ve İtalya da katılınca, 30 yıl içinde İsrail devleti kuruldu. Başta Amerika, İngiltere ve Fransa olmak üzere Batı’nın sınırsız desteğiyle semiren İsrail, bugün bütün Orta Doğu için tehdit olacak mahiyette bir nükleer güç hâline gelmiş bulunuyor. 1960’lardan itibaren Fransa’nın tedarikçiliğinde, nükleer programını geliştiren ve belli bir seviyeye getiren İsrail (ABD eski Dışişleri Bakanı Colin Powell’in beyanına göre, en az iki yüz adet nükleer başlığa sahip…), tam anlamıyla saldırgan bir politika izliyor. 1981’de nükleer silah yapmasını engellemek üzere, Irak’ın Osirak nükleer reaktörünü bombalayarak imha eden İsrail, 2007 yılında benzer saldırıyı Suriye’ye karşı gerçekleştirdi… (WikiLeaks belgelerinde ifşa olan bilgiye göre, ABD eski dışişleri bakanlarından Condoleezza Rice, 2007 Eylül’ünde İsrail’in Suriye’deki nükleer tesisi vurarak tamamen imha ettiğini söylüyor.) Bu operasyonda istihbarat desteğinin Amerika’dan geldiğini belirtmeye gerek var mı? İsrail şimdilerde de, pekâlâ İran’a karşı benzer bir saldırıda bulunabileceğini seslendiriyor… Ve bütün bunlar olurken, Birleşmiş Milletlerin beş daimî temsilcisi başta olmak üzere, kimse İsrail’in nükleer silah programlarını gündeme getirme gereği duymuyor!.. Oysa sözde 1970’ten beri, nükleer silahların yayılmasını yasaklayan (NPT-Treaty on the Non Proliferation of Nuclear Weapons) uluslararası anlaşma var. Küresel güçlerin ikiyüzlü, emperyalist karakterli politikaları hüküm sürdükçe, dünyada barış ve huzurun sağlanması mümkün değil… Siyonizmin sembolü, Rothschild ailesinin yüz yıllık serüveni ortada!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.