HIRSIZ

A -
A +

Batı reformdan bu yana zekâya tapıyor. Hıristiyanlığı onunla yıkdı. Yerine ikâme etdiği düzeni onunla kurdu. Bütün bunların yükseliş asırlarına denk gelmesi bir yanlışdan daha büyük bir yanlışa düşmesini perdeledi. Hıristiyanlığa isyân edenler kendi uydurdukları dinlere hakîkat diye sarıldı. Ateistlik mikrobunun bünyeyi esîr alması bu sâyede mümkin oldu. Garb kafası bitmek bilmeyen saçmalıklar karşısında dinsizliği tercîh etdi.

Bugün hâlâ müreffehler. Şehirleri el’an ışıltılı. Zîrâ hava yatağında bilemediğimiz bir sür’atle uçurumun dibine doğru yol alıyorlar. Çakıldıkları an her şey bitecek. Yapabilecekleri hiçbir şey yok. Toynbee vaktiyle çok şey söyledi. Âdetâ yırtındı. Evvel emirde İngiltere olmak üzere bütün garbı kurtarmak istiyordu. Dünyanın siyâsî, iktisâdî ve zihnî gücünü yönetebilirsek virajı alırız diyordu: “Eğer bu hedeflerin üçüne birden ulaşmış olsaydık şübhesiz Batı medeniyyetinin varlığını sürdürme savaşını kazandığımızı düşünebilirdik.” Aradan geçen zaman nâfile kürek çekdiğini gösderiyor. Zîrâ bu üçündeki hâkimiyyetleri kırıldı. Artık her geçen dakîka aleyhlerine işliyor. Haçı da haçlıyı da çok kötü bir son bekliyor…

Batının zekâyı, dolayısıyla “ben”i putlaşdırması bizdeki din düşmanlarını coşdurdu. Bu zavallılar kendilerini merkeze aldı. Dîne dahi böyle bakdı. Bir kısmı rejimin neferiydi. Bunlar başka bir dîne îmân etdiklerini açıkca bildiriyordu. Bırakın tarihimize dil uzatmayı Allahü teâlâya ve habîbine savaş açmışdılar. Bir kısmı ise dedesini ipe gönderenlere teslîm olmuşdu. Bunun maddî ciheti elbette mühimdi fakat işin çok daha önemli bir tarafı bulunuyordu: Beynin kaybedilmesi. Ardından sıra kalbe geldi. Onun elden çıkması îmânsızlık demekdi. Artık bunlar da ilk kısımdakilerden farksızdı. Kâfir ve mürted İslâm yurdunu târ ü mâr etmek için el ele vermişdi. Bütün oklar ehl-i sünnet i’tikâdına atılıyordu. Dîni hurâfelerden kurtarıyoruz adı altında din düşmanlığı yapıldı. İslâmı memleketimizden kazımak gâyesiyle hareket eden resmî ideoloji her birinin önünü açmışdı. Para, makâm ve akla gelebilecek bütün imkânlarla donatılmışlardı. Yapacakları iş konuşarak, yazarak ve en önemlisi yaşayarak dîni yıkmakdı. Hırsız, îmânımızı çalmak istiyordu.

Türkün bin yıllık elifbâsını, hukûkunu, kıyâfetini kaldırıp atanlar Diyânet’i kuruyordu. Maksad dîni öğretmek olamazdı. İngilizin üflediği fikirleri din diye anlatacaklardı. Dîn-i mübîne inanmıyor, çöl kânûnu diyorlardı. Diyânet çarkından geçenler istenilen kıvâma geliyordu. Her biri kısa zamanda mezhebsiz olup çıkıyordu. Mezhebsizlikle din düşmanlığı arasında bir fark yokdu. İkisi de dîni yıkmanın adıydı. İslâm’ın “elif”ine tahammül edemeyenlerin Âkif’in sakalına ses çıkarmamasını artık anlamamız gerekiyor…

Hedefe adım adım varılacakdı. İğneyle kuyu kazıyorlar, aslâ ve kat’â aceleci davranmıyorlardı. Ba’zı ayyâşların sarf etdiği cümleler her şeyi berbâd edecekdi ki Hatay Türkiye’ye bağlandı. Liderlik güçlendirilmişdi. Önce edille-i şer’iyyeden icmâ-yı ümmet ve kıyâs-ı fükahâ üzerinde durdular. Altlarını kâfî derecede oyduklarını düşününce hamle yapdılar. Yıkılmadıklarını görünce geri çekildiler. Her ikisini de nisyâna terk etmişlerdi. Din câhili nesiller yetişdirecekleri için orta vâdede böyle bir problem kalmayacakdı. Niyetleri Sünnet ve Kur’ân’ı da ortadan kaldırmakdı. Hâlbuki dîn-i mübîn-i islâm sâhibi tarafından korunuyordu. Bunlarsa ateist oldukları için Allahü teâlânın va’dinden habersiz veyâ ona kayıdsızdılar. O ümîdle deli dana gibi koşdurup dururken mutlak hakîkatle tanışdılar…

Vaktiyle Diyânet’den sorumlu bir devlet bakanı vardı. Âkif kadar cür’etliydi. Söyledikleri bir müslimânın kurabileceği cümleler değildi: “Avrupa Birliği’ne girecekseniz bu âyeti batılılara îzâh edemezsiniz. Mü’min kadının hıristiyan erkekle evlenemeyeceğini söyleyen âyet batıda sıkıntı doğurur. Bunu gidermek lâzım.” Gidermekden kasdı söz konusu âyet-i kerîmeyi Kur’ân-ı kerîmden çıkarmakdı! Ona göre kitâbullahın %40’ı tasfiye edilmeliydi. İslâm düşmanlığında çoğu müsteşriki gölgede bırakmışdı. Başka bir vesîleyle de “Atalarımız bizi yoldan çıkarmışlar” diyordu. Doğrusu bakanın atalarını merâk etmedik değil…

Bunun gibiler bitmez. Dün varlardı, bugün varlar, yarın da olacaklar. İsim isim gitmeye, satırlarımızı daha fazla kirletmeye gerek yok. Şu kadarını bilelim ki ağızlarından küfür akıyor. Tıpkı mülevves bir dere gibi!

İlâhiyatlar her sene ehl-i sünnetin kal’asına mezhebsiz pompaladı. “Din Felsefesi, Türk Din Mûsikîsi” gibi dersler genç dimağlara zehir akıtdı. O çarkdan geçip de kendini korumak âdetâ imkânsızdı. Din adına felsefe yapılıyor, çalgı çalınıyordu. Dîne, düşünce diyorlardı. İslâm felsefesi, İslâm düşüncesi gibi ta’bîrler buldular. Yaydıkları bilgiler küçük bir çocukken nenelerimizden öğrendiklerimizle uyuşmuyordu. Bu çokbilmişlere göre ayakda yiyip içmemek, eşikde oturmamak, nazar boncuğu takmak hurâfeydi… Savaş açdıkları başlıkları sabâha kadar sayabiliriz. Hâlbuki her birinin dinde yeri vardı. Demokrat Parti döneminde yeniden açılan İmâm Hatip’ler de mezhebsizliğe hizmet etdi. Arada iyi misâller olsa da kâhir ekseriyyet böyleydi. Bunca me’zûn ehl-i sünnet i’tikâdıyla dolu olsaydı bu hâllere düşer miydik? FETÖ gibi ayak takımı bu kadar tarafdâr toplayabilir miydi? CIA’ya, MI6’ya, MOSSAD’a rağmen…

Tevhîd-i Tedrîsât Kânûnu’nun 4. maddesi gereğince 1924’de açılan “İmâm ve Hatip Mektepleri”nden 5’i ertesi yıl kapatılarak 2 yeni okul küşâd edilmişdi. Bir sonraki yıl ise 8’i kapatılmış yine 2 yeni okul açılmışdı. 1926-1927’de İstanbul ve Kütahya dışındakilerin kapısına kilit vurulmuşdu. Nihâyet onlar da 1931-1932 öğretim yılında lağvedilmişdi. Şimdi düşünen beyinlere soruyoruz: Bu kadar aç kapa yapmanın ve sonunda 29 okulu târihe gömmenin sebebi nedir?

Ehl-i sünnet şablonunun dışında kalan herkes yanlış yolda. 72 fırkanın cehenneme gideceğini Resûl-i Ekrem efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” haber veriyor. Asîl milletimizin yapacağı iş dünki sapıkları da bugünki sapıkları da elinin tersiyle itmekdir. Osmanlının “sâhib-i mezheb-i millet-i bâhire ve zâhib-i me'âsir-i sünnet-i zâhire su'ltâni'l-ulemâi'r-râsihîn üstâd-ı eimmeti'l-müctehidîn câmi'u'l-usûl ve'l-fürû' muhakkıku'l-ma'kûl ve'l-mesmû' müfti-i ehli'l-yakîn ve rehnümây-ı dîn-i metîn ve mübeyyin-i şer'-i mübîn imâmu'l-enâm ve'l-ümem allâme-i fühûli'l-Arab ve'l-Acem İmâm-ı a'zam hazretleri” dediği ehl-i sünnetin reîsi o büyük zâta biraz mürekkeb yaladığı için tâbi olmayanların sonu bakalım nasıl olacak?

Yakın zaman önce birini gördük. Deist olarak cehennem çukuruna gitdi. Son hâli Ramses'in mumyası gibiydi…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.