Lazım olan irfan imiş…

A -
A +
Farkında mısınız bilmiyorum...
Hatıralı kelimeleri ya unuttuk ya da fütursuzca içini boşalttık. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün Boğaziçi Üniversitesi mezunlarına seslenirken bilginin irfanla taçlandırılmasının önemine değinmiş ve hikmetsiz bilginin yok mesabesinde olduğuna dair görüşlerini ifade etmişti. Bu konuşmayı dinlerken aklıma birden hatıralı kelimeler üşüşmeye başladı.
Önce Malatyalı Niyazi Mısri’nin meşhur dizeleri düştü aklıma:
“İnsan-ı kâmil olmaya, lazım olan irfan imiş!”
“İrfan, hikmet, ârif, âlim, irtifa, terakki…”
Sonra bu kelimelerin kavram olarak içeriğinin toplumsal hafızamızdan silinmek üzere olduğu düşüncesine takıldım ve içim ürperdi. Zaman zaman siyasilerimizin bu kabilden konuşmalar yapmalarının ne kadar önemli ve gerekli olduğunu düşündüm uzun süre. Ârif sözcüğünü bizler genellikle bilginler, entelektüeller, sanatçılar, din âlimleriyle birlikte zikrederiz.
Her zaman söylerim bu memleket, hikmet sahibi bilginlerimiz ve edep sahibi analarımızın yüzü suyu hürmetine ayakta durmaktadır. Kötülüklerin yuvalarımızı hunharca istila etmeye kalkıştığı bugünlerde eli bereketli, yüreği edep ve şefkat çağlayanı olan bu analarımızın duaları sayesindedir elimizde avucumuzda kalan iyilik ve güzellik. Biricik evladını askere yollarken vatana kurban olsun diye elini kınalayan işte bu bahsettiğim anadır.
Diyeceksiniz ki sözü nereye getireceksen getir artık.
Hemen… Mümbit Anadolu kültüründen beslenen o irfan, ahlak ve fazilet erbabı, yokluk ve sefalet içinde dahi şükür ve niyazı dilinden düşürmeyen, abdestsiz yere basmayan, yüreği merhamet çınarı gibi dal budak salan bir ana profilimiz vardı hani…
Analarımız, o bereket ve huzur yaylası yüreklerinde bütün aileyi nasıl da sarar sarmalar, yuyarlardı. O kınalı elleri hamur kokan, bembeyaz başörtülerine ekmek kokusunun buğusu sinen analarımızı hatırlıyorum birden…
Hani sizin mahalleden, bizim sokaktan Ayşe bibiler, Fatma analar, Zühre teyzeler… Onlar ne güzel komşulardı öyle. Kendi çocuklarından önde tutarlardı komşu çocuklarını, önce onlara yediren, içiren, önce onlara gülümseyen, ne şefkatli, ne merhametli ve ne iyilik timsali kadınlardı onlar…
Açıkçası burnumun direği sızlıyor.
Belki lise, üniversite ve hatta ilkokulu bile bitirmemiş kadınlardı ama baştan ayağa iyilik kadranı gibiydiler, irfan ehliydiler. Çocukların mahalle kavgalarında senin çocuğun, benim çocuğum kavgasına girmeden önce komşu çocuğunu teskin edip gönlünü alan ve kendi çocuğunun kulağını büküp komşularından özür dileyen kadınlardı onlar. Bugün gidişat çok fena... Üç genç kavgaya tutuşsa ayırmak için araya giren olmadığı gibi bu kavgalar ölüm ve kanla neticelenmektedir. Yumruklaşma yok artık, saç başa kavga da kalmadı… Peki, bu şiddete meyyal gençlerin anneleri nerede, ne yapıyorlar? Öyle ki yangına körükle gitmeseler, iyi olur noktasındayız!
Şimdilerde yetmişlere, seksenlere, doksanlara diz kırmış o hikmet ehli kadınlar, kapı önlerinde oynayan bütün çocukların annesiydiler. Elleri kuru yemiş kokan, sardunya çiçeği kokan bereket kokan bu annelerin bereketi ve huzuru mahalleye de sinerdi. Bir mahalle terbiyesi ve adabı vardı. Aile eğitimi de sokak eğitimi de, adab-ı muaşeret de bu mahalleden alınırdı işte. Genç kadınlar evliliğin gereklerini, çocuk bakımı ve terbiyesini abla, teyze ve anne dedikleri bu ârif kadınlardan öğrenirlerdi.
Rahmetli annem vefat ettikten sonra çocukluğumun mahallesine her gittiğimde beni anne şefkatiyle kucaklayan, gitmediğimde tıpkı annem gibi beni merak edip arayan bu güzel insanları alıp bütün sitelere, bütün apartmanlara yerleştirmek düşüncesi geçiyor içimden. Yeni kuşaklar sevgiyi, şefkati, merhameti ve hikmeti böylesi engin yürekli insanlardan öğrenmeli diyorum ama nasıl?
Her şey ne kadar da rengini ve ahengini kaybetmiş böyle. Toplanıp o eski mahallelerimize geri mi dönsek diyorum lakin artık çok geç…
Bugünlerde her yerde “aile terapisti, aile eğitimi” adı altında nice nice kurslar veriliyor. Batı kültüründen gözümüzü kırpmadan alıp getirdiğimiz tavsiyeleri anlatıyoruz da anlatıyoruz. İçinde bizden en ufak bir esinti yok! Anlatanların da birçoğu ya hiç evlenmemiş ya ikinci üçüncü evliliğini yapmış ya da dul! Hani kelin ilacı olsa kabilinden garip bir durum...
Diyorum ki aile eğitimlerini bu analarımız, ninelerimiz verse ne olur acaba? Seksenlik Zühre Teyze, bastonuna dayanarak kara tahta önünde altmış yıl süren huzur dolu evliliğinin püf noktalarını anlatsa hani… Nasıl olur?
Sanki daha iyi olur gibime geliyor. Sonuç alınır mı? Ne dersiniz?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.