Gönlümüz daralmasın!

A -
A +
-Variyetimiz var lakin daralıyoruz ve daraldıkça darılıyoruz! Çok öfkeliyiz, bir kaşık suda boğuyoruz birbirimizi… Gönül nedir, hatır nedir bilen kalmadı doğrusu! Geçen gün bir uçak seyahatinde önümdeki koltukta oturan olgun bir hanımefendinin yanındaki koltuktaki oturan yolcuyla sohbeti esnasında sarf ettiği bu cümle gelip düşüncelerimin arasına seriliverdi. İsim soylu bir kelime olan “dar” sözcüğünü ve yine dar sözcüğünden türemiş daralmak fiilini ne kadar geniş bir alanda kullanıyormuşuz meğer! Dar giysi, dar geçit, dar elbise, dar ev, dar sokak, dar koridor, dar araba, dar oda, dar kapı, dar koltuk, üzüntüden daralmak, sıcaktan daralmak, kalabalıktan daralmak, sıkıntıdan daralmak, gürültüden daralmak vs… Ha bir de her şeye “daral geldi” diyen argocuları da unutmamak lazım! “Variyetimiz arttıkça daralıyoruz” diyen hanımefendi öylesine büyük bir soruna parmak basmıştı ki… Aslında pek üzerinde durmadığımız ama bir ağaç kurdu gibi bünyemize girip bizi içten içe çürüten bu acaip durumu düşününce gerçekten de hem ürktüm hem de gelecek adına kaygılandım… Gönül ve hatır bilmemek ise en ürkütücü olandı… Daralmak meselesine gelince… Hatırlıyorum da eskiden evlerimizin ne çok odası vardı. Genellikle bahçe içinde genişçe odaları ve salonları olan evlerdi bunlar. Bu evlerin misafir odaları bulunurdu. Gelen misafirler, bu temiz, sadece misafirler geldiğinde açılan odalarda rahat ederdi. İsterlerse gece yatıya kalınır, hiç kimse rahatsızlık duymazdı. Akrabalık ilişkileri daha sıkı, dostluklar daha sıhhatliydi. Sonra bu kör olası apartmanlar apansız, destursuz bir şekilde girdi hayatımıza. Ve olanlar oldu. Önce oda sayıları azaldı, sonra daralttıkça daralttılar evleri ve dolayısıyla ruhumuz erbabını. Ne misafir odaları kaldı ne de gelen misafir! Kendimiz bile sığamaz olduk bu sözde evlere… Ruhumuz sıkıldıkça sıkıldı, çevremiz azaldıkça azaldı. Uzaktaki kardeşimize, akrabalarımıza eşimize, dostumuza ve hasılı en yakınlarımıza bile sıkıntı yapmayalım diye gidemez olduk. Bu daraltılmış evler bizi de daralttı! Şair Yavuz Bülent Bâkiler’in çok güzel bir şiiri vardır: “Bu apartman katlarından alın kurtarın beniTavanlar basık basık odalar yarım yarımEy çocukluk günlerimi süsleyen sofalarımAvlularım nerdesiniz?” Bu apartman katlarından kurtulmak bu çağda mümkün mü? Mümkün olmadığı gibi bağımızı, bahçemizi, zeytinliklerimizi bile elimizden aldı! Dağ taş apartman oldu. Pek çok şehirde kıyıda köşede bile meyve bahçeleri içinde saklanmış doğru dürüst ev kalmadı. Olanlar da maalesef gün sayıyor… Ev ve apartman üzerinden gittik lakin hayatımızın her safhasında bizi daraltan bu kabilden meselelerimiz var. Kafamızı dinlemek için birkaç günlüğüne veya saatliğine doğaya açılıp tefekkür etmeyi deneseniz bin pişman oluyorsunuz. Gittiğiniz her yerde izdiham var artık. Ne göl, ne ırmak ne de deniz kenarı kaldı! Her yerde bir kalabalık, bir kuyruk, bir izdiham insanı daraltıyor… Nereye giderseniz gidin canınızdan beziyorsunuz. Daralıyorsunuz. Her yer insan, her yer mangal ve her yer araba… Bu kalabalıkların doğa ile dostlukları ise çok suni. Üç beş çiçek ismini dahi sayamayan, hayatında tek bir fide dikmemiş, doğanın tahribatına bigâne kalmış, doğayı, özellikle de sularımızı alabildiğine kirletip hor kullanan bu kabilden insanların doğa keyfine insan gıcık oluyor sahiden! Daralıyoruz!.. Bir zamanlar, bahçeden, bağdan, yayladan, dağdan sıkılıp varını yoğunu satıp şehre koşan insanlar bu kez tam tersine yönelmiş durumda. Fakat bu kez turist olarak sadece kalabalık yapıyorlar; ev sahibi olmak varken, üretmek varken, özgürce doğayı temaşa etmek varken, şimdilerde herkes ama herkes doğanın tüketicisi durumunda ve tabiat bu kalabalığı kaldıramıyor! Kim bilir belki de daral geliyor!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.