Psikolog kime lazım?..

A -
A +

Kutlarım Rıza Çalımbay Hoca'yı. "Burak'a psikolog lazım mı" sorusuna "Sadece ona değil, bize de lazım psikolog" demiş.
Ekleyeyim; "Sadece sporculara, teknik adamlara değil, hakemlere, federasyonları-kulüpleri yönetenlere, seyircilere, taraftarlara ve elbette sporu yazan çizenlere, yorumlayanlara da lazım!.."
Bitti mi; "psikologlar darılmasın" ama "psikologlara da, psikolog lazım", kim bilir belki de "hepimizden fazla"; bu kadar "psikoloğa ihtiyacı olan insanlardan meydana gelen bir toplumda yaşayan" psikologların, psikoloğa ihtiyacı olmaz mı?..
Ben "kendi mesleğimde olanlara bakıyorum" ve de diyorum ki; "günün her saatinde tekrarlarla beraber TV ekranlarında karşımıza çıkan konuşmacılara, yorumculara, sunuculara bakmak" bile "çoğumuzun ne durumda olduğunu" gösteriyor. Sosyal Güvenlik Kurumu, "periyodik psikolog muayenesini ve de bordrolara bu muayenelerin bedelinin konmasını mecbur kılmalı", bence!..

 

Kiğılı’nın kitabını okuyun!..

Spor yazarlığımda "tanışıp" arkadaş olduğum Fenerbahçeli yöneticiler içinde en sevdiğim insandır Abdullah Kiğılı!.. Birk aç gün önce geldi kitabı. Okumaya başladım ve bitirene kadar elimden bırakamadım; koca kitap iki gecede bitti. 
İş âlemindeki başarısının, yönetimlerdeki ağırlığının, kariyer ve karizmasının, mutlu bir ailenin babası olmanın şifreleri var, o kitapta!..
İnsan keyifle, "ders alarak" ve de "neredeyse bir polisiye okumanın merakı içinde" elinden düşüremiyor.
Kitabın kapağındaki fotoğrafı, "öyle bir mutluluğu" ifade ediyor ki; "Darısı herkesin başına" demek geliyor, insanın dilinin ucuna. İş adamlarına da, spor yöneticilerine de, meslektaşlarıma da tavsiyem, ne yapıp yapıp "Kiğılı'nın kitabını" bulmalı ve okumalılar. Hem de "çok yerinin altını çizerek!.." "Mutfaktan yetişmiş" bir öğretmeni, "tırnaklarıyla kazıyarak" bugünlere gelmiş bir Anadolu insanını yakından tanımak güzel şey!..

“Yüzde yüz penaltıcılar” nerede?..

Deniz Çoban, Fanatik'te yazdı ki: "Kayseri'de Cenk'e çalınan penaltıyı değerlendirirken rehberimiz; Oyun Kuralları, FIFA ve UEFA talimatları olmalıdır. UEFA'nın tüm ülke federasyonlarına gönderdiği eğitim paketinde benzer bir pozisyon için yorum şudur: "Topa müdahale etmek için girişimde bulunmayan bir oyuncu, rakibinin ayağının önüne ayağını engel olarak koyup, hedefe yapılan vuruşu haksız yere engelleyemez."
Ve "devam ederek" örnek veriyor; "Cenk-Umut arasında yaşanan kontağı bu açıdan değerlendirebiliriz. Topla oynamak için ayağını uzatan Cenk, topa dokunamamış; aksine Umut'un top için savrulan ayağının önüne ayağını engel olarak koymuştur. Dolayısıyla benim fikrime göre faulü yapan Umut değil, Cenk'tir. Bu pozisyonun benzeri Galatasaray-Fenerbahçe maçında, Serdar Aziz-Janssen arasında yaşanmıştı. Serdar, topa ayağını savurduğunda, topa dokunamayan Janssen; topla, rakibin savrulan ayağının önüne ayağını koyarak topu kazanmış ve ağlara göndermişti. Hakem de haklı olarak golü iptal etmişti."
Sevgili Deniz'in bu yazısından sonra kaç gün geçti, "Yüzde 100 penaltı" diyen hakem yorumcusu futbol ulemamızdan ses seda çıkmadı. Sebebi, "FIFA - UEFA talimatlarını ve de UEFA eğitim paketlerini iyi okumadıkları için" olmasın sakın?..

“Engelli” Galatasaray!..
"Engelsiz sporculara ve engelsiz spora verdiği önem" ile haklı olarak övünen Galatasaray!..
Dahası, Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı’nın "Avrupa'daki, dünyadaki başarıları" ile iftihar ettiğimiz Galatasaray!..
Dahanın da dahası, "yeni bir itibarlı sponsor da bulan" Galatasaray!..
İşte bu Galatasaray'ın yöneticileri, bir Galatasaraylı, bir spor yazarı, bir gazeteci, bir insan olarak beni fevkalade mahcup etti ve de utandırdı; zira haftalarca uğraştım, ama Galatasaray adına o "utanç" kapısını kapatamadım!..
İzmirlilerin çoğunun tanıdığı, "merhaba" dediği, büyük bir süpermarketin girişinde "satış masası olan", dahası "hasta Galatasaraylı da olan" bir Millî Piyango satıcısı vardır; Ahmet Sakallı (Tel: 0543 642 88 39) 
Bu sene kendisi gibi "engelli olan" oğlu ile beraber "Galatasaray'ın maçlarını arada sırada seyretmek için" kombine bilet almışlar, birkaç defa da uçağa atlayıp İstanbul'a gitmişler.
Ne var ki, "statta sorun çıkmış", Oğlu "yürüyebildiği için" kombine biletinin olduğu tribündeki yerine çıkıp oturabiliyormuş, ama "Baba", bağlı olduğu tekerlekli sandalyesiyle tribüne çıkamıyormuş. 
"Sandalyeliler için" ayrı bir yer varmış, bir defasında "itirazlar, tartışmalar" arasında ilk yarı biterken, "sözü dinlenir" bir Galatasaraylı olaya müdahale etmiş ve "Babayı oraya aldırmış!.."
Sonraki gidişte, "Orası dolu, yer yok" cevaplarından başka şey duymamışlar.
"Peki, geleceğimiz zaman telefon edelim, bir yer ayırsanız" ricasına ise verilen cevap; "Yer ayıramayız, buraya girmeniz için stada geleceksiniz, dolmamışsa girersiniz, yoksa olmaz!.." 
Yani, koca Galatasaray'ın, koca stadının, koca koca yöneticileri sezonda belki de sadece 5-6 defa İzmir'den uçakla gelecek olan babaya "sandalyeliler bölümünde bir yer vermeyi" becerememişler. (Sormam gerek; kimler kapatıyor, o bölümü acaba; kimlerin yakınları, akrabaları, arkadaşları???)
Galatasaray'ın sicil kurulu üyesi olan sevgili kardeşim Özcan Karamahmutoğlu'na da "durumu detaylı hâlde yazdım"; o da ilgilendi, uğraştı, "yetkililere iletti"; ama "çözüm yok!..
"Tekerlekli sandalye basketbolunun ülkemizdeki en büyük temsilcisi olan" bir kulüpte "sandalyede yaşayan" ve de "kombinesi olan" bir Galatasaraylıya yapılana bakın; Utanç verici!..
Aslında söyleyeceğim, yazacağım çok şey var ama, burada nokta koyayım; yazıklar olsun!..

Şaka!

Burak'ın İstanbul gecelerinden birinde, sabaha doğru yaptığı kaza "sporcularımız bakımından çok şey gösterdi" bizlere. Ama "asıl gösterdiği", ülkemizde gazeteciliğin nasıl bittiği oldu.
Neyse, ben "Şaka" bölümünde daha fazla "ciddi şeyler yazmamayım" da, işin şakasına geleyim.
"Burak" isminin anlamını araştırdım. Türk Dil Kurumu sözlüğünde Burak'ın karşısında "Temiz, berrak" yazıyordu.
Bir başka kaynak (Mynet) ise şöyle diyordu; "Arapça kökenli bir isim olan Burak, yine Arapça kökenli olup yıldırım, şimşek, parıldamak, ışıldamak anlamlarına gelen Berk kelimesinden türetilmiştir."
Hımmm, bakalım "adının anlamı 'bunlar' olan" Burak "o gece" ne yapmış ve de olay kamuoyuna nasıl aksetmiş; "Yıldırım" gibi araba sürmüş. Kaza sırasında gözlerinde "şimşekler" çakmış. Ne var ki, "parıldamadan, ışıldamadan" gecenin karanlıklarında kaçıp kaybolmuş. Olayda "temizliğin" t'si, haberlerinde ise "berraklığın" b'si yokmuş!..
"Başını beladan kurtarmak için" zeki insanların unutmamaları gereken bir söz vardır; "Erkekliğin 10'da 9'u kaçmak, 10'da 1'i de hiç görünmemektir" diye. "Temiz ve berrak" kardeşimiz Burak da "onu yapmış", neden kızıyoruz ki?.. 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.