İçeride yer kalmadı! Evde bakalım(!)

A -
A +
Refikimiz Rahim Er Bey hukukçu kimliği ile gazetemizde iki gün önce “Canavar üreten şartlar” başlıklı mükemmel bir yazı kaleme aldı. Sadece yıllar önce yaşanmış bir cinayetin safahatı üzerinden ceza kanununun nasıl vicdanları sızlattığını ifade etti. Rahim Bey’in yazısından bir gün sonra (29 Ekim) yani dünkü Türkiye gazetesinde ise şu haberler bulunuyordu:  Bursa’da yakılarak katledilen bir kadının cenazesinden fotoğraflar vardı ve acılı babası “idam gelmeden olmaz” diyerek gözyaşı döküyordu. Bir diğer haberde ise 33 yaşında bir öğretmen, eşini evlerinin on ikinci katından atarak öldürmüştü... Ulusal ve Anadolu’da çıkan yerel gazeteleri de incelediğimizde daha kaç vicdansızca işlenen cinayetlere şahit oluruz acaba? Şimdi af konuları gündeme geldiğinde konuşulan mevzulara baktığınızda insanın içi daralıyor yüreği yanıyor! Bir devlet için bu işin çaresi, “içeride yer kalmadı, affedelim” sözü müdür? Şayet çare bu ise birkaç sene sonraki çareyi de ben size söyleyeyim: İçeride yer kalmadı. Evinde yatıralım! Anasını, babasını, hanımı veya evlatlarını, kocasını veya nice masum insanları katledenlerin kirasını da devlet öder, yemeğini devlet ayağına yollar, hasta olursa bakımını da devlet yapar(!) Öyle mi? Bizim Prof. ve Doç. titrini taşıyan ceza avukatlarımız, TV’lerde Suriyelilerin geri gönderilmesi ve Türk askerinin Suriye’de durmaması gibi meselelere kafa yoracaklarına ve kalpleri yerinden fırlayacakmış gibi heyecanlı nutuk çekeceklerine biraz da bu konulara kafa yorsalar ne güzel olurdu... Yine sabah akşam afla yatıp kalkan siyasilerimiz, ağzına kadar dolmuş cezaevlerini af yasalarıyla boşaltmak için çabalamak yerine, “Cezaevleri niçin bu kadar doldu, sebepleri nelerdir” diye düşünseler, araştırmalar yaptırsalar ve ardından çözümler bulmaya çalışsalar daha güzel ve yerinde olmaz mıydı? Bu işin nice sorumlu siyasetçileri tarih sahnesinden çekildiler. Bari yenileri çözüm üretsinler. Bir dönem "Rahşan Affı"nın bu ülkeye neye mal olduğu iyi değerlendirilsin. 70 bin kişilik hükümlü sayısı afla kırk bine düşürülmüştü. Dört yıl içinde tekrar yetmiş bine ulaştığı ve bunun büyük bölümünü dışarı salıverilenlerin oluşturduğu unutuldu mu? Siz unuttu iseniz de millet unutmadı!   Bacaklar kırılmadı ama!..   3 Ocak 2018 günü MEB Şûra Salonu'nda düzenlenen Genel Güvenlik ve Uyuşturucu ile Mücadele Toplantısı’na katılan İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’nun o günkü konuşması gönüllere o kadar ferahlık vermişti ki! Çok çarpıcı ifadelerden birkaçı şu şekildeydi: “İlgililere açıkça söylüyorum; terörle mücadelede hangi mantığı ortaya koyuyorsan, uyuşturucu satıcısını gördüğünüz anda acımayacaksınız.”“Çocuklarımıza okulların etrafında uyuşturucu satmaya çalışanları gördüğünüz anda ona insan muamelesi yapmayacaksınız.”“Okulun çevresinde bir uyuşturucu satıcısını gördüğümüz zaman beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmaya polis görevlidir. Benim ülkemin gencinin canına mal olacak bir kişiye gereğini yerine getirme görevidir. Suçunu bana atsın. Bunun suçu neyse, 5 yıl içeride yatmaksa yatarız, 10 yıl içeride yatmaksa yatarız, 20 yıl içeride yatmaksa yatarız. Çok net söylüyoruz. 2018 yılında bunların kafasına çökeceğiz ve milletimizi bu illetten kurtaracağız. Ben bu talimatı veriyorum arkadaşlara. Bulduğunuz zaman gereğini yerine getirin...” Sayın bakanımızın talimatı üzere hiç bacak kırıldı mı bilmiyorum ama, uyuşturucu satıcılarına neredeyse “az sattınız, daha fazla satınız” denecek günlere gelindi! Hâlbuki işlenen suçların temelinde hep onların dahli var. Misal olarak son on yılda işlenen cinayetlerde söylenen sebeplerden en önde geleni, “psikolojik sorunları olduğu bildirilen biri tarafından işlendiği...” şeklindedir. Bu psikolojik sorunların temel kaynağına kim iniyor, kim araştırıyor ve kim bunlar için çözüm üretiyor? Milletvekilleri artık bu tip meseleler ile ilgilenseler ne güzel olurdu! İlkokul çağındaki gençlerimizi dahi uyuşturucu bataklığına sokmaktan çekinmeyen vampirleri affetmek tarihî bir gaflet olmayacak mı?   Buyurun millete gidelim!   Bakınız bu af yasası sonucu gelinecek noktayı bir anekdotla şimdiden işaret edeyim size: Antalya’da iki yıl görev yapan bir kadı efendi, Sivas’a tayin edilmiş. Derken kadıya bir dava intikal etmiş. Adamın birisi eşek çalmaktan mahkemeye düşmüş. Davacı davalı oradalar. Kadı efendi davalıya "eşeği çaldın mı?" diye sormuş. Adam gayet net “çaldım kadı efendi” demiş. Kadı “Neden” diye sormuş. “Canım öyle istedi” demiş. Bakmış adam kaşarlanmış bir hırsıza benziyor, kadı da sözü fazla uzatmamış akıllansın diyerek, “üç ay hapsine” hükmetmiş. Fakat adam gayet pişkin bir eda ile; “Kadı efendi! Kadı efendi! Sen Antalya’dan geldin. Sivas’ın kışını bilmezsin. Ya benim cezayı altı ay olarak kes veya beni bırak bir eşek daha çalayım” demiş. Bilhassa uyuşturucu ile ilgili suçların af kapsamına alınması bana eski dönemlerde yaşanan bu hadiseyi hatırlattı. Evet uyuşturucuyu af kapsamına almak bu milleti öldürmektir, mahvetmektir, geleceğini karartmaktır. Adam öldürmekten öte milleti öldürmektir. Şayet böyle felaketli bir yola sapılırsa yirmi yıl sonra neredeyse ailelerin yarısı, “ne olur çocuklarımızı hapse atın” diye yalvarır hâle geleceklerdir. Bu mudur arzuladığınız gençlik?   Kendisine karşı işlenmiş bir suçluyu affedeni millet asla affetmez! Zira suçluyu affetmek mazlumu mahkûm etmek ve cezalandırmaktır. Çok arzu ediyorsanız, "Af mı, idam mı" millete götürün sonucunu görelim bakalım!     Tefekkür   Nîk ü bed herkes bulur âlemde elbet ettiğin Kendi bulmazsa ceza miras olur evlâdına                                                 Ziya Paşa
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.