Yükseköğretimde Kalite Üzerine Notlar

A -
A +
Tüm dünyada yükseköğretim alanı ile ilgili sıcak tartışmalarından bir tanesini kalite oluşturmaktadır. Kapasitelerini on yıllar önce genişletmiş ve artık olgunlaşmış bir yükseköğretim sistemine sahip ülkeler bile kalite güvence sistemlerini gözden geçirmekte ve güncellemektedir. Kalite güvence sistemlerinin sağlamış olduğu avantajlar ve dezavantajlar gözden geçirilmekte ve kaliteyi güvenceye almak için yeni prosedürlerin uygulamaya konulup konulamayacağı veya mevcut prosedürlerde ne gibi değişikliklerin yapılabileceği tartışılmaktadır. Türkiye’de de bu konunun tartışılması normal ve elzemdir. Ancak, aşağıda da vurgulanacağı üzere, Türkiye ile diğer ülkeler arasındaki önemli yapısal farklılıkların da dikkate alınması şarttır.
 
Küresel Bağlam
 
Herhangi bir ülkede kalite güvence sistemi olmaması, ilgili yükseköğretim kurumlarında kalitenin olmadığını göstermez. Çünkü dış değerlendirmeyi içermese de, iç değerlendirmeye sahip olan ve kaliteyi sürekli iyileştirmeyi hedefleyen sistemlerin varlığı çok eskilere dayanmaktadır. Ancak kalite güvence sisteminin varlığı, kalite kültürünün yükseköğretim kurumlarında yerleşmesi açısından çok önemlidir. Özellikle yükseköğretim kurumları tarafından üretilen hizmetlerin kalitesinin dış değerlendirmesi, eksikliklerin belirlenmesi, eksikliklere dikkat çekilmesi, eksikliklerin giderilmesi, iyileştirmelerin belgelenmesi bağlamında yükseköğretim kurumlarına önemli bir enstrüman sağlamaktadır.
Kalite güvence sistemlerinin gelişim öyküsüne yakından bakıldığında özellikle tüm dünyada İkinci Dünya Savaşından sonra yaşanan kitleselleşme (massification) evresinden sonra çok yoğun bir şekilde gündeme geldiği görülecektir. Kitleselleşme, heterojen yükseköğretim sistemlerinin oluşmasına neden olmuştur. Kitleselleşme, aynı zamanda, yükseköğretim kurumları, yükseköğretimin ana finansörü olan devlet ve vergi veren toplum arasında kitleselleşmeden önce bir şekilde var olan güvenin de sorgulanmasına yol açmıştır. Kitleselleşme, oldukça genişleyen yükseköğretim sistemlerinin getirmiş olduğu büyük maliyetleri yükseköğretimin ana finansörü olan devletlere yüklemiştir. Toplum da vermiş oldukları vergilerle karşılanan bu muazzam yükün doğru kullanılıp kullanılmadığını zamanla sorgulamaya başlamıştır. Kalite güvence sistemlerinin kurulması ve desteklenmesi, kaybolan güvenin farklı bir şekilde yeniden tesis edilebilmesinin bir aracı olarak görülmüştür. Ülkeler, kalite güvence sistemlerini kendi ülkelerinin yükseköğretim sistemlerine bir şekilde eklemleyebilmek ve kalite ile ilgili topluma hesap verebilmek için kalite ajansları kurmuşlardır.
Tüm bu gelişmelere ilave olarak yükseköğretim sisteminde roller de özellikle son yıllarda yeniden tanımlanmaya başlanmıştır. Öğrenci artık sadece bir öğrenci değil bir müşteri olarak görülmektedir. Yükseköğretim kurumları da klasik rollerinden farklı olarak bir hizmet sunucusu/satıcısı olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Müşteriler aldıkları hizmetin kalitesini sorgularken, yükseköğretim kurumları da vermiş oldukları hizmetin kalitesini göstermeye/ispatlamaya zorlanmaktadır. Yükseköğretim kurumlarından artık her bir bölüm/program için öğrenciye neleri kazandırmayı (öğrenme çıktıları) taahhüt ettiklerini tanımlamaları ve bunu nasıl kazandıracaklarını da belgelemeleri istenmektedir. Kalite güvence ajansları da bu taahhüdün ne derece yerine getirildiğini periyodik ölçümlerle değerlendirmekte ve değerlendirme sonucundan hem yükseköğretim kurumlarını ve ilgili bakanlıkları hem de toplumu bilgilendirmektedir. Ancak eğitim, piyasadaki diğer hizmetler gibi basit olmadığı, tam tersine oldukça karmaşık olduğu için, kalite güvence ajansları, öğrenme çıktılarını nasıl ölçeceklerini, doğru ölçtüklerinden nasıl emin olabileceklerini ve hangi prosedürleri kullanabileceklerini hâlâ tartışmaktadırlar. Örneğin OECD yakın zamanda, ‘Yükseköğretim Öğrenme Çıktılarının Değerlendirmesi (Assessment of Higher Education learning Outcomes)’ (AHELO) başlıklı oldukça iddialı bir proje başlatmıştır. Projenin iddialı olması, öğrenme çıktılarını, kültür, dil, eğitim sistemi ve yükseköğretim kurumlarının misyonlarından bağımsız olarak karşılaştıran bir değerlendirmeyi geliştirmeyi hedeflemesinden kaynaklanmaktadır. Ancak, farklı misyonlara sahip yükseköğretim kurumlarında bu tür bir değerlendirmenin yapılmasının makul olmadığına ilişkin ciddi eleştiriler de söz konusudur.
 
Ülkemizdeki durum
 
Ülkemiz yükseköğretim sistemi de kitleselleşmiş ve her geçen gün daha fazla heterojen bir yükseköğretim sistemine evrilmektedir. Doğal olarak tüm dünyadaki aynı evrede yaşananlara benzer gelişmeler yaşanmakta, devlet-toplum-yükseköğretim kurumları üçgenindeki ilişkinin güvene dayalı yeniden inşası ve güçlendirilmesinde kalite güvence sistemi önemli bir enstrüman olarak kendisini göstermektedir. Bu bağlamda özellikle 2015 yılında önemli adımlar atılmıştır.
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından Yükseköğretim Kalite Güvencesi Yönetmeliği hazırlanmış ve 23 Temmuz 2015 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yönetmeliğin öngördüğü Yükseköğretim Kalite Kurulu kurulmuş ve çalışmalarına başlamıştır. Yine, Meslekî Yeterlilik Kurumu (MYK), Millî Eğitim Bakanlığı ve YÖK temsilcilerinin katkılarıyla ilgili tüm kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak uzun yıllar süren büyük emekler sonunda Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi (TYÇ) hazırlanmıştır.  TYÇ’nin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik de 19 Kasım 2015 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Bu gelişmeler yükseköğretimde kalite açısından sevindirici adımlardır. Ancak yeterli değildir. Çünkü kalite, bir kültür meselesidir. Aslında yükseköğretim sistemimizin veya tek tek yükseköğretim kurumlarımızın eksikliğini hissettiği şey, güçlü ve yaygın bir kalite kültürüdür. Ve bu kültürü oluşturacak olan da sistemle bütünleştirilecek olan mekanizmalardır. Bu mekanizmaları sistemle bütünleştirdikten sonra büyümesi ve güçlenmesi için sabırlı olmak gerekmektedir. Kalite güvence sisteminin sihirli bir değnek olmadığı bilinmelidir. Kalite bizatihi yükseköğretim kurumlarının kendi meselesi olduğu için kalite kültürünün yükseköğretim kurumlarında yerleşmesi için zamana ihtiyaç vardır. Kaliteyle ilgili problemler, yükseköğretim kurumlarında yer alan insanlarımızın bir eksikliğinden veya yetersizliğinden değil, daha ziyade tüm mekanizmaları kalite odaklı bir sistem oluşturamamış olmamızdan ve çalışanların, öğrencilerin ve paydaşların bu sistem içerisinde uzun yıllar geçirememiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla, yeni bir kalite güvence sistemi kurguladıktan sonra, bir yandan da kalitenin yükseköğretim kurumları tarafından içselleştirilmesi ve bir kültüre dönüşmesine yönelik kapsamlı adımlar atmak gereklidir. Bu adaptasyonu sağlamadan yükseköğretim kurumlarını ve akademiayı suçlamanın kimseye bir kârı olmayacaktır. Kaliteye yönelik atılacak bütün adımların nihai amacı, belli kurumları yeterli ya da yetersiz şeklinde etiketlemek değil, bütün öğrencilerimizin asgari bir kalitede eğitim almasına yönelik altyapıların kurulmasını sağlamak olmalıdır.

Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Rektörü ve Üniversitelerarası Kurul Başkanı
Prof. Dr. Mahmut ÖZER 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.