İslamiyet ve kölelik...

A -
A +
Kölelerin toplum hayatındaki yaşayışını insânî bir hâle getiren ve onlara birçok haklar sağlayan İslâm dîni olmuştur...
 
Dün, bir münâsebetle, bir nebze kölelikten bahsettik; bugün birkaç kelime daha yazacağız...
Yahûdîlerde kölelik, harple ve satın almak yollarından biri ile meydâna geliyordu. Yahûdîler, târihte, diğer milletlere nazaran daha merhametli muâmele yapmışlar; Yunanlıların ve Romalıların yaptıkları târihî fecâatleri onlar yapmamışlardır.
Hıristiyânlık da köleliği yasak etmemiştir. Bütün kiliseler, köleliğin varlığını kabul etmiştir. Hıristiyân dünyâsında, papalar, diğer dîn ve devlet adamları, kölelik hususunda hiçbir beîs görmüyorlardı. Hıristiyan âlemindeki kölelik, maalesef yirminci asra kadar devâm etmiştir.
Kölelik hukûkunu ilk olarak düzenleyen, kölelerin toplum hayatındaki yaşayışını insânî bir hâle getiren ve onlara birçok haklar sağlayan İslâm dîni olmuştur. Avrupa’nın 20. yüzyılda düşündüğü, fakat bir türlü temîn edemediği kölenin haklarını, İslâmiyet, Orta Çağ'da 7. yüzyılın ilk yarısında bir sosyal kurum olarak düzenlemiş ve tatbîkâta koymuştur.
İslâmiyet, köleliği kaldırmamakla beraber, kölenin hukûkunu en mükemmel bir tarzda müesseseleştirmiştir.Ancak Müslümânlara harb îlân eden ve kendisi de Müslümân olmayan kimsenin köle yapılabileceğini hükme bağlamıştır. Ama diğer taraftan İslâmiyet, köle âzâd etmeyi, ibâdet saymıştır. İslâm dininde, bâzı ibâdetlerin keffâreti olarak, köle âzâd etmek emrolunmuştur. Meselâ, özürsüz orucunu bozanlara keffâret olarak, bir köle âzâd etmek veya 60 gün oruç tutmak; yemîn keffareti olarak da, bir köle âzâd etmek veya 10 fakîri giydirmek veya doyurmak lâzımdır.
Hadîs-i şerîfte “Müslümân bir köleyi âzâd edenin, âzâd olunan her uzvuna karşılık, Allahü teâlâ da, onun bir uzvunu, Cehennem ateşinden âzâd eder” buyuruldu.
İslâmiyette köle, efendisinin âile fertlerinden biri kabul edilmiştir. Efendisine, onunla beraber yemek yemesi, kusurlarını affetmesi, âzâd ettikten sonra çalıştırmaması, onu haksız yere dövmemesi, yolculuk esnasında köleyi de bindiği hayvânın terkisine alması veya nöbetleşe, sıra ile binmesi emredilmiştir.
Nitekim, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), Şâm’ı fethettiğinde, oraya giderken kölesi ile nöbetleşe deveye binerdi. Şâm’a yaklaştıklarında, binme sırası köledeydi. Yol üzerinde bir nehre rastladılar. Hazret-i Ömer, ayakkabılarını koltuğunun altına alıp, deveyi çekerek, suyu geçti. Bir de ne görsün, Şâm vâlisi olan Ebû Ubeyde İbnü'l-Cerrâh (radıyallahü anh), onu karşılamak için nehrin kenârına gelmişti.
Vâlî Ebû Ubeyde, Halîfeyi, bu hâlde görünce; “Ey müminlerin Emîri! Şâm’ın ileri gelenleri, sizi karşılamaya geliyorlar. Sizi bu hâlde görseler, beğenmeyip başka mânâ verirler” deyince, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh); “Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ, bizi İslâmiyet ile azîz eylemiş/şereflendirmiştir. (Biz, O’nun rızâsını ararız. İnsanların sözü bizi bağlamaz. Ne derlerse desinler)” buyurdu.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.