Uzun ve zahmetli bir AB yolu

A -
A +

Hükümet, dün Ulusal Programı onayladı. Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın da programı takdim konuşmasında işaret ettiği gibi Türkiye'nin adaylığını perçinleyen cevap verilmiş oluyor... Program son derecede tafsilatlı. Olanca dert, Avrupa Birliği müktesebatına uyum. 28 ana başlık ve bunların uzayıp giden alt başlık ve metni. Hemen her konuya temas edilmekte. Anayasadan başlayarak, ceza kanununa, MGK'ya, RTÜK'e, bankacılığa, demiryolculuğa, istatistik sistemlerine, Kıbrıs'a kadar akla gelebilecek her müessesede değişikliklere gidiliyor. Üzerinde kalem oynatılmayan Türkçe, ülkenin birliği, laiklik ve idam cezaları. İdam cezaları da uygulanmadığı için anlayış beklenmekte. Kamuoyu bu kadar teferruatlı bir program beklemiyordu. A'dan Z'ye değişikliği öngören mezkür program, çok sancılı günlere denk getirildi. Zamanlama enteresandır. Önce kriz doğdu. Sonra ABD'den meçhul bir isim gelerek kabineye girdi. Bu bakanın tercihi ile istikrar programından sarfı nazar edilerek "ulusal program" haberi verildi. Kemal Derviş'in sözünü ettiği ekonomik Ulusal Program'ın doğuşu beklenirken, AB'ye dahil olmak için hazırlanan Ulusal Program daha evvel açıklandı. Bilerek ve istenerek bir tehir-takdim söz konusu herhalde. Bu program, öncekine de müsait bir zemin hazırlasın diye öne alınmışa benziyor. Veya hükümet, isbatı vücut için, Derviş'i gölgelemek maksadıyla böyle bir taktik güttü. 4 bin noktada çalışılacak. Ortada dev bir proje var. Hayli kanun ve kanun değişikliği yapılacak. Acaba kriz ortamında bu onayın yapılması iyi mi olmuştur, zamanla hatası düşünülebilir mi yoksa bilhassa mı böyle davranıldı? Avrupa, bugün Türkiye'ye açlık sınırındaki Afrika ülkeleri gibi bakarken, gazeteleri, Türkiye, battı diye manşetler atarken yeniden yapılanmamız onlar için fazla bir şey ifade edecek midir? Karamsarlık olsun diye değil. Gerçeği bulmak için şöyle düşünülemez mi? Türkiye, herhangi bir üçüncü dünya ülkesi ile ortak olur mu, ekmeğini, zenginliğini onlarla paylaşır mı? AB açısından da durum aynı. Galiba AB'ye girme şansımız düne göre biraz daha zayıflamıştır. Şu son ekonomik krizle beraber işsiz sayısı milyonlarla ifade edilmekte. İktisadi hayat durmuş, ticaret mefluç, insanlar çaresiz. Böyle bir memleketin mensuplarını hangi hayırsever AB'li kucaklayarak buyur eder. Bir başka sual de şu olabilir. Eğer ekonomik kriz çıkmasaydı bu kadar tavizler veren, bu kadar esnek, bu kadar teferruatlı bir program yapılabilir miydi? Yılmaz, hedefin AB ile bir ân evvel tam üyelik müzakerelerine başlamak olduğunu söylüyor. Aslında AB kadar tarihin de kapısı önündeyiz. 1923'ten başlayarak 1928'e kadar yoğun bir şekilde yapılan reformlar rötuşlanmakta. İkinci kere batılılaşmaya gidiliyor. Hatta Tanzimat'ı da sayarsak üçüncü kere. Programa Türkiye'yi kurtaracak program olarak bakılmakta. Ulusal bir programla ulusal kurtuluş umulmakta. Ne gariptir. Batılılara karşı "ulusal kurtuluş savaşı" verilmişken şimdi bir kere daha onlarla birlik olmak, daha doğrusu AB'ye entegre olarak Avrupa'yla bütünleşmek için ulusal kurtuluşu temin maksadıyla ulusal program hazırlanıyor. Bir viranhanenin kendini imarı gibi. Peki AB demiyecek midir ki İstiklal Marşı'nızda "tek dişi kalmış canavar" dediğiniz kim? Milliden ulusala... Müzakere eşitler arasında olmayacak. Ne yazık ki olmayacak. Güçlülerle bir güçsüz arasında cereyan edecek. Hükümet, çağdaş uygarlık arayışında olduğunu ifade etmekte. Takdim rüya cümlelerle dolu. Ne yazık ki her şey o kadar da kolay değil. Millete gelince. Millet, kırk katırla kırk satır arasında.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.