Bilhassa Cumhuriyetin ilk 60 yılı, bir içe kapanıklık dönemidir. Arkada kalmış yakın tarihli harplerin travması atlatılamamıştı. Etliye-sütlüye karışmama politikası güdülüyordu...
İşte bu tarihlerde Açe'yi keşfettik.
Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında Açe Müslümanları, Halife-i Müsliminden yardım talep etmiş, levedler, tâ Hind Ummanındaki Açe Sultanlığı'na giderek masum ahaliyi müstemlekeci Avrupalılara karşı korumuşlardı.
Vak'a tabiî ki bazı tarih kitaplarında yazılıydı. Ama oralarda kalmıştı. Hadisenin aktüel hâle gelmesi, Türkiye Çocuk dergisi yanında hediye olarak verdiğimiz "Deli Balta" adlı ekle mümkün oldu. Yetişkinler bile Deli Balta'yı okuyorlardı. Usta ressam ve usta yazar Gürbüz Azak yazıp çiziyordu. Deli Balta'yla nice yüreklere yiğitlik mayalandı, nice genç, yarınlara cesaretle bakar oldu.
Açe'ye yardım yapmış olmamız, yakın zamanlara kadar hep iftiharla dile getirildi. 10 yıl kadar evvel Açe Sultanlığı'nda zelzele olduğunda Türk Kızılayı ve diğer yardım teşkilatlarımız, "Açe de neresi?" demeden 4 asır evvel ecdadımızın koşması gibi yardıma koştular. Orada hem kardeşleriyle ve hem de al bayrağımızın ikizi Açe Bayrağıyla kucaklaştılar.
İçe kapanıklığı, ürkekliği, 60 yıllık üslubu kırmamız ise Afrika’ya girmemizle oldu. Türkiye Cumhurbaşkanının Afrika'ya gitmesi ile Somali ilk defa bir yabancı devlet reisini ağırlamış oldu. Ondan sonra Somali'de yeniden bir devlet inşa ettik.
Onu Aden Körfezi'ne açılmamız, burada korsanları kovalamamız ve gemilerimizin 4 asır sonra yeniden Hind Okyanusunda bayrak dalgalandırmaları takip etti.
Daha sonraki en büyük hamlemiz, bundan bir ay önce Arakan Müslümanlarına yardıma koşmamızdır. Vicdansız Budist rahipleriyle adaletsiz Myanmar Ordusunun katlettiği Arakan Müslümanları, mecburen komşu Bangladeş'in kapılarına dayandılar. İngilizlerin asırlarca sömürüp halkı birbirine düşürdüğü bu yerlerde kimse diğerinden daha iyi şartlarda değildi. Yüz binler kapıya yığılmıştı. Bangladeş'in onları kabul edecek takati yoktu. İşte tam o sırada Bangladeş Cumhurbaşkanına, Türkiye Cumhurbaşkanından bir telefon geldi: "Kapınıza yığılmış Arakan Müslümanının sayısı her ne olursa olsun, onları kabul edin. Maddî ve mânevî bütün masrafları Türkiye Cumhuriyeti Devletine aittir!"
Merhamet kapılarımıza sığınan Suriyeli Müslümanlara bizzat yaptığımız iyiliği Bangladeş vekaletiyle mazlûm ve mağdur Arakanlı kardeşlerimize de yapıyorduk.
O iyilikler durmadı ve durmayacak.
Artık içine kapanmış, cesaret ve yiğitlikleri Osmanlı'da kalmış bir Türkiye yok.
IMF'yi evine göndermiş vesayetten kurtulmuş, 15 Temmuz’da haçlı işgalini kırmış bir Türkiye var.
Filistin, Kosova ve Bosna göz önünde olduğundan onlarla benzerlerine yaptığımız yardımları saymıyoruz. Bilinmeli ki Ankara, yalnızca OMT/Osmanlı Milletler Topluluğu sahasından sorumlu değildir. Bütün ümmetin sorumluluğu Ankara'nın omuzlarında. Gelişmeler, bu sorumluluğun idrakini eda şerefidir:
14 Ekim'de Eş-Şebab adlı terör örgütünün Somali'nin başşehri Mogadişu'da bir araç patlatmasıyla 300'den fazla insan öldü. Ankara, anında devreye girdi. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, 10 küsur yıl evvel adım attığı o topraklardaki kardeşlerimize yardıma koşulması için talimat verdi. Askerî bir ambulans uçak vazifelendirildi. Sağlık Bakanı ve 16 sağlık personeli vak'a mahalline uçtular. Tedavisi mümkün olanlar orada tedavi edilecek, ağır yaralı olanlar Türkiye'ye getirilecekti.
Bunu, FETÖ ile yeryüzünde, PKK ile ülke içinde ve ayrıca Kuzey Suriye ve Kuzey Irak'ta İsrail, çok yüzlü Batı ve onların güdümündeki aldatılmış Kürt gruplarla mücadele ederken yapıyorduk.
Fırat Kalkanı Harekâtında da böyle olmuştu. 15 Temmuz’da TSK'nın ciddi bir kısmı hurdaya çıkmışken Mehmetcik, bir ay sonra Fırat Kalkanı Harekâtıyla destanlar yazdı.
Bir ay Arakan'a, sonraki ay Somali’ye yardıma koşan, yerkürede oyun kurmaya başlamış ve vizeleri askıya alan metne aynı ton ve dille cevap veren bir Türkiye'ye rahat vermeyecekleri bellidir.
Bu da büyük olmanın bedelidir.