EĞİTİME DAİR -ll-

A -
A +
Cumhuriyet aydını, ister solcu ve isterse sağcı olsun kendini bugün de Avrupa'nın zihnî vesayetinden kurtaramamıştır. Hakîkat şu ki eğitim değil de hukuk, iktisat, gazetecilik veya güzel sanatlar mevzuunda benzer bir çalışma olsaydı yine aynı mantık, muhakeme ve atıflar olacaktı. Yine yabancıların rehberliğine ihtiyaç duyulacak, yine bizim saklı yıldızlarımız, unutulmuşluğa mahkûm kalacaktı. 
Sunulan formda sözü edilen eğitim anlayışlarının her birinden alınacak, kabul edilecek taraflar mevcuttur. Bunları çatıştırmaya; beyaz mı, siyah mı? münazarasına gerek yoktur. Malûmdur ki Hâce-i Kâinat olan Kâinatın Hocası/öğretmeni olan Sevgili Peygamberimiz, "hikmet, mü'minin malıdır, nerede bulursa alır" buyurmaktalar. Ve yine buyurmaktalar ki: "Söyleyene değil, söze bakılır." Keza "insanların en iyisi insanlara faydalı olandır" diyorlar? Bu hadis-i şerifin her Öğretmenler Odası’nın duvarına asılması ne kadar teşvik edici olur.
Aydınımız, bugün olmuş Fransız İhtilalinin tesirlerindedir. O tesirler, bize bir imparatorluğu kaybettirdi. Atalar, "kem alatla kemalat olmaz!" demişler. Eğer bu söz, maksadı ifade etmiyorsa gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi gerçeği hatırlamalı.
Afâkî, ezber, birkaç Batılı ismi zikretmeyi icazet ve liyakat vesikası gibi düşünme yolunu  bırakıp mazi-hal-istikbal ufkunda kendimiz olarak yürümeliyiz. Bizde okumuş-yazmışlar, Aragon'un "Öyle derin ki gözlerin senin, içmeye eğildim de bütün ümidlerimi orada gördüm" demesini sevmiş ve fakat duygu dünyamızdaki "gözlerin bir içim su, içim yandı doğrusu" mısraının Luis Aragon'un terennümünden geri olmadığını fark edememiştir. Son bir asrımız, ilim-irfan ve ehliyet-liyakat öncelikli olmak yerine muhtevasız, mâzisiz ve istikbâlsiz bir diploma ve içi boş unvanlar çağıdır. 
Birinci dünya harbini kaybettiğimizde Erkân-ı harbiye/Genelkurmay, Alman kurmay subaylarının baskın yönlendirmesindeydi. Düyun-ı Umûmiye'den bu yana ilk defa IMF buyurganlığını kırdık, İstanbul Kanalı’yla da -inşallah- Montrö mecburiyetini aşacağız. Buna mukabil  temel hukuk mevzuatı a'dan z'ye ithal olarak devam etmektedir. İnancıyla mevzuatı çatışan bir toplumda yerine oturmuş bir huzurun gerçekleşmesi mümkün değildir. O cemiyet, içtimâî sarsıntıları sıkça yaşar. Eğitim yılı başında masalara ücretsiz kitap koymak çok güzeldir. Duvara akıllı tahta asmak da bir o kadar güzeldir. Ne var ki yalnızca bunlarla eğitim mes’elemizi halledemeyiz. 
Tanzimat’tan sonra başlayan Erken Cumhuriyette hızlanan kendimiz gibi olmama hastalığının bünyeyi hasta etmesinin  zararlı neticeleriyle karşı karşıyayız. Bugün, ne hukuk, ne mimari ne iktisat ve ne de maarif millîdir. Hazırladığınız çalışmada niyet iyi, ancak tutulan yol yanlıştır. Medeniyetimizde  felsefe değil, tefekkür esastır. Felsefe, bizim has bahçemizin gülü değil, başka bahçelerin ısırgan otudur. Felsefeci şüphe ve inkârla başlar. Amentüsüzdür. Bizim medeniyetimizdeyse tefekkür bizatihi ibadettir. İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani gibi büyük İslâm âlimleri, felsefecilerin görüş ve iddialarını çürütürler. Bu dediklerimizi etiketiyle gururlanırken yıldız âlimlerimize "menkıbeci" diyerek onları küçümsemeye yeltenen cahil Prof.’ların anlaması mümkün değildir. Felsefeciler, birbirlerini  tekzip ederken İslam uleması, yekdiğerinden istifadeyle tekâmül eder. 
Bugün bu cemiyetin şunu görmesi gerekir:
Hukuk, millî eğitim, edebiyat, tarih, iktisat gibi temel sosyal sahalarda fikrî dönüşüm vaktine çıkmış bulunmaktayız. Tünelin ışığı budur. Yabancı lisan  bilmeyi aydın olmanın yeterlik şartı görmek yanıltıcıdır. Eğer, yabancı lisan bilmek entelektüellik olsaydı 3-4 lisan bilen turist rehberleri mütefekkir olurlardı. İnşallah; bugün bir kere daha yıkım olmaz. Eğitim dünyamızın öze dönüşünde sömürgecilerin tasallutundan kurtulmuş ve fakat Selefilere de kapılmamış olarak millî ve yerli bir kapı aralanmalıdır. Eğer bir eğitimcimiz, bir Türk’le bir Arab’ın İngilizce konuşmasından ıstırap  duymuyorsa o millî şuur ve idrakte eksik kalmış demektir. Hazin olan  şu ki günümüzde artık bir Orta Asya Türkü ile Türkiye Türkü de neredeyse İngilizce üzerinden anlaşabilmektedir. Hâlbuki 19. asrın sonunda  Payitaht'ta intişar eden gazete ve mecmualar Kırım'da, Kahire'de Buhara'da, Urumçi’de okunabiliyordu. Zamanımıza gelince; üniversite bitirmiş çok genç bile şu yazıdaki birçok kelimeyi anlamaktan uzak düşmüştür. Sosyal medyada artık kelimelerle değil duman devirlerindeki gibi işaretlerle konuşulmaktadır. Oysa insan, kelimelerle düşünür. Merhum mütefekkir Cemil Meriç doğru söylüyor "kamus, namustur." Tanzimat sonrası en kıymetli Türkçe kamusu derleyen Şemseddin Sami Bey, Arnavut’tu. Mezarı Feriköy'de, ismi Fatih'te bir sokakta, heykeli Tiran'dadır. Acaba bir Türkçe öğretmeni bunları biliyor, Kamûs-ı Türkî'yi okuyabiliyor mu? Muallim Naci’nin fikir dünyasını ihata edebiliyor mu? Hiç sanmıyoruz. 
Değerli dostum,
Gönderdiğiniz metindeki boşlukları yarım saatte doldurmak mümkünken biz, mes'eleyi birlikte düşünelim diye 8 saati aşan uzunca bir zaman ayırarak görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istedik.
Son sözümüz şudur:
Robotlar akıllanırken, insanların robotlaşması tehlikesi gözden ırak tutulmamalıdır.
"İnsanların en hayrlısı insanlara faydalı olandır" kutlu haberine nail olmanız temennisiyle 
başarılar dileriz.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.