Zehra bir şey yemedi... Ruhu sıkılıyordu!..

A -
A +
Çocuklar sağa sola devrilip uyuduktan sonra, pencereden dışarıyı seyreder gibi oturdu...  
Zehra’nın kalbi sıkışmaya başladı. “Beni nereden tanıyor ki, istesin?” diye soramadı. “Çok varlıklı insanlar, ben tanıyorum” dedi Akif Aga. Zehra’nın morali bozulmuştu. Babasının sözlerini ses çıkarmadan üzüntü ile dinledi. “Komşu köy sayılır. Taşkesen.” Başını biraz yukarı kaldırarak işaret etti, “A, şu dağın ardında. Ben ziyaretine gelirim, sen buraya gelirsin. Bence iyi bir izdivaç olacak kızım. Yarına hazırlan, ben götüreceğim, âdetleri böyleymiş” dedi ve kalkıp köy içine doğru yarı karanlığa karıştı. Kaçmıştı aslında. Zehra nisan sonu soğuğuna rağmen terleyen parmaklarının arasında hamurlaşmaya yüz tutan bisküvileri götürüp çöplüğe atınca tavuklar sağa sola kaçıştı. On dört yıllık hayatında ilk kez yemesi mümkün olan bir şeyi yememişti. Hem de en sevdiği şeyi. Bacaya konan kara bir karga birkaç tiz, çekilmez ve gırtlaktan ötüşten sonra havalandı...                *** Zehra, kardeşleri Salih ile Halil’e hiçbir şey söylemedi. Sadece, “Birlikte yatalım mı bu gece?” diye sordu. “Bana ne” diye kayıtsızca omuz silkti Halil. “Ben yatarım” dedi büyüğü Salih. Hala, Aganın şehirden geldiği akşamüstü iki arada bir derede durumu öğrenmiş, ayakaltından çekilmişti, kızla muhatap olmamak için. Zaman zaman akşam oturmasına gittiği Nene’deydi. Nene, yalnız yaşayan bir kadındı. Zehralara en yakın evdi. Kocasının Ermeni savaşında öldüğünü söylüyordu. “Yiğit bir adamdı” diye anlatırdı, kireç duvardaki boyası solmuş, grileşmiş pala bıyıklı fotoğrafı gösterirken. Zehra, annesinin yıllarca yattığı sekide dizlerini başına doğru çekmiş, kollarını bacaklarına dolamış, yavaş yavaş ileri geri sallanarak düşünüyordu. Bu çocuklar ne olacak? Halil sedirin öbür ucunda uzanmış, uyuklamaya başlamıştı bile. Yarı açık karnının her nefes alışta bir şişip bir inmesini seyretti Zehra. Kim bilir nasıl acılar bekliyor seni canım küçüğüm. Uzandı, Halil’in sağ ayakaltını hafifçe gıdıkladı: “Uyuma akoaş koyacağım.” Kalkıp dastarı yere serdi, duvara dayalı tahtadan sofrayı indirdi. Babasının komşu kadınlara para karşılığı pişirttiği tandır ekmeklerinden iki tanesini mendil katlar gibi katlayıp sofraya koydu. Sıcak, yarpızlı ayran çorbasının bulunduğu kuşkanayı sobanın üstünden aldı. Kepçe ile tek tabağa çorbayı doldurdu, “Hadi gelin” dedi. Salih oturdu, Halil uyumaya devam ediyordu. Gidip dürttü Halil’i, “Kalk hadi,  soğuyor.”                *** Zehra bir şey yemedi. Ruhu sıkılıyordu. Çocuklar sağa sola devrilip uyuduktan sonra, karanlık olmasına rağmen pencereden dışarıyı seyreder gibi oturdu. Taşkesen’i duymuştu. Ama bugüne kadar babasıyla tarlaya gitmenin dışında köyden hiç çıkmamıştı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.