En sadık hatıralarım

A -
A +
İnsan çocukluğuna dönüp bir şeyler hatırlamaya çalışınca, karşısına çok kırık dökük şeyler çıkıyor. Bir resim albümünün sayfalarını çeviriyor gibi farklı anlar, farklı duygular birbiri ardına geliyor.
Hafızamın karanlık dehlizlerinde aradan geçen onca yıla rağmen tutunabilmeyi başarmış, yaşanan onca şeyin arasında peşimden gelmeyi sürdüren en sadık hatıralarıma bakıyorum.
Ve hepsinin ortak bir noktası olduğunu fark ediyorum.
Hatırladığım dakikalar, kendimle gurur duyduğum veya büyük hayal kırıklıkları yaşadığım anlardan oluşuyor.
Demek ki bir çocuk yaşadığı hayal kırıklıklarını ve kendisiyle gurur duyduğu anları asla unutmuyor.
Demek ki çocukların yaşadığı bazı anlar akrep ve yelkovanın arasında sıkışıp ölürken, bazıları yıllarca nefes alıp vermeye devam ediyor.
-
İlkokul birinci sınıftaydım. Arka odada ödev yapıyordum. Abim okuldan gelince heyecanla, "Bugün çarpım tablosunu ezberledik" dedim ve saymaya başladım. "Bir kere bir, bir... Bir kere iki, iki... Bir kere üç, üç..." Ben saymaya devam ederken abim, "Oğlum saf mısın? Aynı sayıları sayıp duruyorsun. Birler ezberlenmez ki... Zaten birle neyi çarpsan aynı kalır" dedi. İki ortalı, kareli defterimi kapatıp misafir odasına gittim. Yeşil koltukların üzerinde dakikalarca oturduğumu hatırlıyorum. Bu olayla alakası var mı bilemiyorum ama matematikle aram hâlâ hiç iyi değil. İnsan sevmediği dersten başarılı olamıyor. Bu kesin... İki kere iki dört yani!
-
12-13 yaşlarındaydım. İngilizce kursuna yeni başlamıştım. Abim de İstanbul Üniversitesi Amerikan Dili ve Edebiyatı Bölümünün birinci sınıfındaydı. Arka odadaydık. Abim bir yandan kitap okuyor, bir yandan sözlükten bilmediği kelimelere bakıyordu. Biraz da espri olsun diye yanına gidip, "Bilmediğin kelime varsa bana sorabilirsin" dedim. O da hemen altını çizdiği kelimeyi gösterip, "Bunu arıyorum, söyle bakalım?" dedi. Kelimeye baktım. Hiç unutmuyorum. Sararmış sayfada, "attic" yazıyordu. Ve ben o kelimeyi birkaç gün önce ödev yaparken öğrenmiştim. Hiç heyecan yapmadan, sakin bir şekilde, "Tavan arası" dedim. Abim inanmadı ve sözlüğü karıştırmaya devam etti. Kelimenin anlamını bulunca hafif bir çığlık attı. Sonra gelip beni kucakladı. "Helal olsun koçuma be! Helal olsun!" falan diye birkaç şey söyledi. Ayaklarım birkaç saat yere değmedi diye hatırlıyorum. Şu anda İngilizce öğretmeniyim.
-
- İlkokulu Muallim Yahya Efendi İlkokulunda okudum. Oturduğumuz sokakla okul arasında birkaç sokak ve bir cadde vardı. Ben o cadde yüzünden birkaç yıl boyunca okula yalnız gidemedim. Ne zaman anneme okula tek gitmek istediğimi söylesem, "Biraz büyü, caddeyi tek başına geçebilecek yaşa gelince gidersin" diyordu. Ve büyük gün geldi. Evden tek başıma çıktım. Caddeye yaklaştıkça heyecanım arttı. Birbiri ardına geçen arabaları bekledikten sonra, Sedef Pastanesinin önünden karşıya geçtim. Okulun yanındaki parka girdiğimde zevkten başım dönüyordu. İlk defa parka tek başıma adım atıyordum. İnsanlık için küçük, benim için çok büyük bir adımdı bu. Parkın köşesinde bekleşen birkaç arkadaşı gururla selamlayıp okula doğru yürümüştüm. Ne üniversiteyi kazandığımda, ne mezun olduğumda, ne de başka bir başarıda kendimi bu kadar iyi hissetmedim. Enteresan!
-
İmam Hatip 6. sınıfta okurken bir cuma günü dört arkadaş okuldan kaçıp Gülhane Parkına gitmeye karar vermiştik. Çarşamba'da otobüs durağında tedirgin bir şekilde biraz bekledikten sonra 90 numaraya atladık. Bu arada arkadaşlardan bir tanesinin babası bizi görmüş. Cep telefonu olmadığı için olay biz eve döndükten sonra patladı. Arkadaşın babası hemen babama haber vermiş. Babam da eve girince, "Bugün okula gitmemişsiniz, öyle mi?" diye sordu. Başımı öne eğip odaya geçtim. Babam peşimden geldi. Saçlarımı okşayarak, "Oğlum, sen iyi bir çocuksun. Herkes hata yapar. Üzülme. Beş vakit namazını kaçırma, senden başka bir şey istemiyorum" dedi. Babam çıktıktan sonra, arka odanın camından bahçedeki incir ağacına bakarak hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum.
-
Lise birinci sınıftaydım. Önceki sene kaydını başka bir okula aldıran Fatih ismindeki arkadaşım okula ziyarete geldi. "İzin alalım, biraz dolaşalım" dedi. Birlikte müdür yardımcısının odasına gittik. Odaya girince müdür yardımcısı kalkıp, "Oo Fatih, hoş geldin!" dedi. Biraz konuştular. Ben kenarda bekliyordum. Fatih, "Hocam, arkadaşa bir izin kâğıdı verebilir misiniz? Uzun zamandır görüşemiyorduk, biraz dolaşacağız" dedi. Müdür yardımcısı bana doğru baktı. Masada tomar halinde duran izin kâğıtlarından bir tane çekip, "Adını söyle bakalım" dedi. Ben de, "Salih Uyan" dedim. İzin kâğıdını alıp çıktık. Odadan çıkınca Fatih, "Ne kadar etkisiz elemansın be oğlum! Hoca benim ismimi bile hatırlıyor, senin ismini bilmiyor" dedi.  Bir şey diyemedim. Gülümsedim. Aradan yıllar geçti. Hâlâ tebeşir kokusu sinmiş o cümleden ve o buruk gülümsemenin hüznünden ayrılamadım...
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.