Küçükken...

A -
A +
Dün doğum günümdü. İnsan yaşlandıkça geçmişine daha çok sarılıyor sanki. Bütün gün çocukluğumla ilgili sahneler geçti gözümün önünden.
O sahnelerden bazılarını montajladım, fragman tadında bir şey çıktı ortaya.
- Küçükken çamaşır yıkama günlerini nedense hiç sevmezdim. Annem plastik kırmızı eldivenlerini takınca içimi bir sıkıntı basardı. Merdaneli çamaşır makinesinin uğultulu sesi bir an önce bitsin diye dua ederdim. Bu sıkıntının sebebini hâlâ bulabilmiş değilim.
-
- Evde sadece sabit telefon vardı çocukluğumda. Her çalış ayrı bir heyecandı. O zamanlar kimin aradığını bilmeden heyecanla açardık telefonları. Şimdi kimin aradığını bilerek açmıyoruz bazen... İlginç!
-
- Babam bütün çocukluğum boyunca holdeki sobayı yaktı. Her sabah namazdan önce itinayla odunları dizer, kibriti çakardı. Eğer o saatlerde uyanıksam tıkırtıları dinlerdim. Çoğu zaman çıtırtı sesleri başlayınca huzurla uyumaya devam ederdim.
-
- Sokaktan seyyar satıcılar geçerdi gün boyu. En çok salepçiyi severdim. "Saaaliiyeeeh" diye bağırırdı ve ben salepçi olduğunu bilmeme rağmen birisi bana sesleniyor gibi hissederdim hep. Bir de bozacı geçerdi. Çok güzel rutinlerdi. Her akşam aynı saatte aynı sesler. Şimdi sokaklarda hangi akşam hangi sesin geleceği meçhul...
-
- Bizim evde yıllar boyunca devam eden bir kapı kapatma olayı vardı. Ev sobalı olduğu için mutfak tarafından gelenler hole açılan kapıyı kapatmak zorundaydı. Açık kalan kapı evin soğuması demekti çünkü. Rahmetli anneannem daha kapıyı açarken, "Kapıyı kapat" diye seslenirdi. Ergenlik dönemlerinde bir şeye sinirlenirsem, tepkimi kapıyı açık bırakarak ortaya koyardım. Şimdi de tepkiler genelde kapı çarpma şeklinde gelişiyor.
-
- Çarşamba akşamları radyo tiyatrosu olurdu. Abimle radyoya bakarak dinlerdik piyesleri. Genelde evini satmak istemeyen ihtiyar çift ve evi satmaya çalışan hayırsız evlatlar olurdu oyunlarda. Şehri betona boğan inşaat projeleri bir bir yükseldikçe o piyesleri hatırlıyorum hep. Hayırsız evlatları yani...
-
- Yatılı misafirlerimiz olurdu sık sık. Yer yatakları çıkar, yorganlara nevresimler takılırdı. Ev naftalin kokardı. Misafir naftalin kokusunu beraberinde getirirdi sanki. Ev kalabalık olunca daha mutlu olurdum. Kendimi daha güçlü hissederdim.
-
- Evimize gelen misafirler sırayla herkesin halini hatırını sorardı. Eğer kalabalıksa sıranın bana doğru geldiğini görünce vereceğim cevabın provasını yapardım içimden. "İyiyim, teşekkür ederim. Siz nasılsınız?" O günlerde hiçbir misafir kablosuzun şifresini sormazdı. Şimdi gelen misafirler ayakkabıları çıkarırken bu soruyu sorabiliyor.
-
-  Çarşamba pazarına su satmaya çıkardım. "Buuuz gibiii soğuuuk suudaan iiiçeeen" diye bağırarak dolaşırdım tezgâhların arasında. Arada bir de "Sıcağına para yoook!" diye bağırırdım. Bir gün adamın biri suyu içtikten sonra, "Bu su soğuk değil koçum" deyip para vermeden yürüyüp gitmişti. Çok bozulmuştum. Su gerçekten sıcak mıydı hatırlamıyorum.
-
- Bayramlarda çatapat, kız kovalayan ve mantar tabancası alırdık. Bol gürültülü faaliyetlerin niçin bayram günlerinde yapıldığını bilmiyorum. Ama her bayram aksatmadan bir şeyler patlatırdık. Aileler de her bayram düzenli olarak gözüne kız kovalayan geldiği için kör olan, mantar tabancasından kulağı yanan çocukların korkunç hikâyelerini anlatırlardı. Buna rağmen vazgeçmezdik.
-
- Leblebi tozunun boğaza kaçması diye bir problemimiz vardı o zamanlar. Neşeyle öksürürdük.  
-
- Apartmanın en üst katında oturan rahmetli Şinasi Abi, saksılara toprak almak için Yenikapı'ya giderdi. Bazen beni de götürürdü. O zamanlar arabayla bir yere gitmek inanılmaz eğlenceli bir şeydi. Renault 12'nin ön koltuğuna kurulur, yol boyunca "İnşallah kayboluruz" diye dua ederdim. Maksat yol uzasın işte...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.