​Lokanta şelalenin tam dibindeydi...

A -
A +
Bugün aşçılar da geldi. Yarın kısmetse açılışı yapacağız. Sen hele bir yerleş evine...
 
 
Şerif bu soru karşısında donup kalmıştı. Emre Can buraya geldiklerinden beri ilk defa annesinden bahsediyordu. Yutkundu:
- Hayır oğlum, yeni evimize gidiyoruz. Çok güzel bir yere. Sen hiç şelale gördün mü hayatında?
Küçük çocuk merakla baktı babasına:
- Şelale mi? O ne baba?
- Dökülen sular... Göreceksin şimdi...
Sorduğu soruyu geçiştirmişti. Gözlerini kapatıp arkasına yaslandı. Oğluna yaşattığı bu hasretin bedelini onun ödemesine göz yumarak vermişti kararlarını. Yarından sonra oğlunun kendisine hesap sorma korkusuyla olacak bir gün bir şeyleri anlatmak zorunda hissederse kendisini, olanı biteni sadece kendi açısından ve bütün sorumluluğu ve suçu Nazan’a yıkarak anlatacaktı. Şimdi de oğlunu yitirme korkusu sarmıştı bedenini. Karısını kaybetme korkusu ona yanlışları birbiri ardına yaptırmış, bunları yüreğinde kabullenip kendisini mağdur hissetmesi çok zaman almamıştı. Emre Can sanki babasının hâlini anlıyormuş gibi bir daha annesinden bahsetmedi. Manavgat’a indikleri zaman kendilerini bekleyen Halil’i gördüler:
- Gel bakalım Emre Can! Burayı daha çok seveceksin bak... Kocaman kır sana. Koca bir bahçe, dilediğin gibi koş oyna, balık tutmayı da öğretirim sana istersen...
Şerif’e döndü:
- İyi olmuş lokanta. Görünce beğeneceksin. Bugün aşçılar da geldi. Yarın kısmetse açılışı yapacağız. Sen hele bir yerleş evine...
Lokanta şelalenin tam dibindeydi. Küçük, tek katlı sevimli bir yerdi. Tam arkasında yirmi beş metrekare kadar bir kulübe daha vardı. Orada kalacaktı Şerif ve oğlu. Yan tarafta tuvalet ve banyo bulunuyordu. Kulübenin içine iki yatak bir masa ve iki de sandalye koydurmuştu Halil. Bir de dolap vardı elbiseler ve diğer eşyalar için. Şerif beğenmişti yeni evini. Gülümsedi:
- Eline sağlık emeği geçenlerin, çok sevimli, çok güzel olmuş...
Emre Can ise koşturmaya başlamıştı bile... Halil durumdan memnun gülümsedi:
- Beğendiğine sevindim. Şimdi çalışmak zamanı Şerif. Göreyim seni...
            ***
Nazan günden güne iyileşiyor, toparlanıyordu. Yüzünün rengi değişmiş, hareketleri daha serileşmişti. Değişmeyen sadece gözlerindeki mahzun ifadeydi. Geceleri bu tanımadığı insanların kendisine sunduğu rahatlık içinde yatağına yattığı zaman bu saltanatın daha ne kadar devam edeceğini düşünüyor, bir an önce sonuca ulaşıp oğluna kavuşmak için dua ediyordu. Ama asla “ben gidiyorum” deyip çıkamazdı kapıdan. Her şeyden önce minnet borcu vardı, hepsinden önemlisi nereye gidecekti ve hayatını ne ile geçirecekti? Bir kuruş parası yoktu. Mutlaka bir iş bulmak zorundaydı…
O sabah bütün geceyi düşünceler içinde geçirmekten yorgun bir şekilde uyandı. Giyinerek aşağıya salona indi. Neveser Hanım kalkmamıştı daha. Önder bir saat kadar önce uyanmış ve salonda kahvesini içip gazete okuyordu... DEVAMI YARIN 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.