Emre Can yağız bir delikanlı olmuştu...

A -
A +
Şerif sevgiyle baktı oğluna. Hiç üzmemişti kendisini. Fire vermeden okumuş, mezun olmuştu.
 
 
Şerif sevinçten ne yapacağını bilememişti. Emre Can yağız bir delikanlı olmuştu. Ellindeki bavulunu masanın kenarına koyarak oturdu:
- Bitti çok şükür baba! İznimi de eklediler. Terhis oldum gördüğün gibi...
Şerif hayıflanıyordu:
- Yahu, haber verseydin gelip alırdım seni oradan.
Emre Can kaşlarını kaldırdı:
- Yok artık! Olur mu baba ta Tunceli’ye gelinir mi? Mahsus bildirmedim ben sana tam gününü. Biliyordum öyle bir şey yapacağını. Ne gerek var, sezon açılmış burada, işler yığın gibidir şimdi...
Emre Can vatani görevini tamamlamıştı. Bir buçuk sene önce Ege Üniversitesini bitirmiş, mimar olmuştu. Ardından oyalanmadan askerliği için başvurmuş onu da tamamlayarak dönmüştü işte. Uzun boylu, kumral bir delikanlıydı. Gözleri annesininkiler gibi yeşildi. Zaten Şerif’ten ziyade Nazan’a benziyordu. Ama bu gerçeği Şerif asla kabul etmiyordu. 
          ***
Emre Can etrafına bakındı:
- Kimse gelmemiş daha! Kaçta gelip iş başı yapıyor bunlar?
Şerif arkasına yaslandı:
- Birazdan damlar hepsi... Ben erken kalkıyorum. Bugün turistler gelecek. Aşçı gelsin pazara gideceğiz. Oğlanlar da buraları yıkar temizler. Sen biraz uzan, dinlen. Kaç saattir yoldasın kim bilir...
Emre Can kollarını havaya kaldırdı:
- Her tarafım tutuldu otobüste... Uyumasına uyudum ama yine de yatak gibi olmuyor tabii. Garnizonda sabahın beşinde de kalktığımız için sabah uykusuna hasret kaldım baba...
Emre Can yağız bir delikanlı olmuştu. Geniş omuzları vardı. Boyu neredeyse bir doksana yaklaşıyordu. Teni güneşten yanmış, bronzlaşmıştı. Şerif sevgiyle baktı oğluna. Hiç üzmemişti kendisini. Fire vermeden okumuş, mezun olmuştu. Vatani görevini de şerefle yapıp gelmişti işte. Bundan sonrası için yapılacak planlara daha sıra gelmemişti. Hayatın önemli aşamalarını tamamlamanın keyfini çıkartacaklardı bir müddet. Baba oğul hayatlarını sürdürmüşler, birlikte birçok şeyin üstesinden gelmişlerdi. Ortaokul sıralarında birkaç kere sormuştu Emre Can annesini. Şerif önce şaşırmış ardından öfkesine yenik düşerek Nazan’ı kötülemişti:
- Bırakıp gitti senin annen bizi oğlum. Arayıp sormadı. Seni de beni de istemedi...
Diyerek zaman içinde kendisinin de inandığı bir yalana başvurmuştu. Emre Can küçücük yüreğinde açılan bu yaranın üzerine tuz basmış, “anne” kelimesini bir daha ağzına almamıştı. Onun varı, yoğu babasıydı. Baba oğul birlikte göğüs germişlerdi her şeye. Hastalandığı zaman babası baş ucundaydı. İlk aşkını babasıyla paylaşmıştı. Bir de Halil Amcası vardı Emre Can’ın. Kendi öz amcası gibi sevdiği Halil Amcası...
- Halil Amca nerede?
Omuzlarını kaldırdı Şerif:
- Oteldedir o tembel... Antalya’daki lokantayı kapattıktan sonra iyice tembel oldu adam yahu... Saat on bire kadar yatıyor... “Ayıptır, böyle olmuyor be adam” diyorum dinlemiyor...
Emre Can gülmeye başladı. Babasıyla Halil Amcasının çekişmelerine alışıktı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.