Yanıp kül olmazsan küllerinden doğamazsın...

A -
A +

"Bu hafta Tudor eleştirisi yapmayacağım, çünkü herkes en kolayından geldiği için vuruyor adama. Ben batmak üzere olan bir kulübün nasıl kendi küllerinden doğabileceğinin en somut örneğini Tunç Üner’in bir derlemesinden alıntılıyor ve başta ultrAslan olmak üzere tüm sevenlerine aktarıyorum…"

Son maça bakarsak iki bedava ve kişisel hatadan doğan bir gol ve en iyi kanat beki olup belli ki hücuma yönelebilecek en önemli silahını ilk 10 dakika olmadan kaybetmiş bir takımın kaybını değil, genel perspektifte bu durumdan nasıl çıkılabileceğinin bir örneğini iletmek niyetindeyim…
Lider olduğuna ve en önde olduğuna bakmaksızın bir eleştiri yapmak ancak Galatasaray öğretilerinde mevcuttur…
İngiltere’de Margaret Thatcher’in 1980’ler başlarında uyguladığı “recession” politikaları dolayısıyla ekonomide büyük bir daralma olmuş ve bu nedenle de futbol kulüplerinin çoğu sıkıntıya düşmüşlerdi.
O kadar ki bazıları ölüm döşeğindeydiler...
Bristol City bunların içinde “koma” derecesinde diye nitelendirebileceğimiz, en kötü durumda olanlardan biriydi.
İngiltere’nin batısındaki orta boy bir Bristol şehrinin 2 kulübünden biri olan Bristol City 1976 da ilk defa çıktığı “First Division” da taraftarlarını çılgına çevirmiş ve taraftar ile seyirci sayısını 12 binlerden 25binlere çıkararak bir anda ön plana geçmişti. Tabii bu arada gelirler de artmış ve yıllık 250 bin sterlinden 670 binlere çıkmayı başarmıştı...
3 yıl boyunca birinci ligde oynamanın bedeli ise kulübe çok ağır bir maliyet yüklemiş, “vizyon” değiştiren yönetim gelen paranın çoğunu akıl almaz transferlere harcamaya başlamıştı...
Sadece transfer ile is bitmediği için alınan pahalı futbolcuların pahalı maaşları da kulübün başına dert olmaya başlamış, üstüne üstlük Thatcher devri ekonomisinin şartlarında birinci lig seyirci sayısı ani bir düşüş göstermeye başlamış ve kulüplerin gelirleri bir anda altüst olmuştu…
Bristol City kulübünün bu durumdan yara almadan çıkması mümkün olmadığından aynı olgu bu şehirde de yaşanmaya başlamış ve ülke genelinde %5 olan düşüş bu küçük şehirde %15 olarak kayıtlara geçmişti...
Alınan futbolcular sadece pahalı ve yüksek maaşlı değil kontratları da haddinden fazla uzundu. Kulüp menajeri Alan Dicks bazıları için 7 yıllık (!) sözleşmeler yaptırmış ve bunun kulübe yükünün oldukça ağır olduğunu yöneticiler görememişlerdi.
Uyandıklarında (!) ilk yaptıkları menajerin yollanması oldu. Oldu ama bu arada küme düşüldü ve seyirci sayısı bir anda 9 binlere geriledi. Bütün bu olgulara rağmen yöneticiler hâlâ bütün problemlerin sahada alınacak birkaç galibiyet ile çözüleceği kanaatindeydi...
İkinci ligde oynamalarına rağmen birinci lig maaşlı futbolcularla yola devam ediyorlardı.
Sonuçta futbolcuların bir kısmından ayrılmak zorunlu oldu ve kaçınılmaz son geldi. Futbolcular gitti, mali yük azaldı ve takım bir küme daha düştü.
1982’ye gelindiğinde Ashton Gate isimli statta oynayan Bristol City kayyuma gitmek üzereydi...
Kayyum demek kulübün dağılması, stadın müteahhitlere peşkeş çekilmesi, dolayısıyla elden çıkması, bütün futbolcuların kontratlarının otomatik olarak sonlandırılması, elde edilen para ile de alacaklılara ödeme yapılması demekti.
Fakat İngiltere’de, özellikle de Bristol şehrinde futbol, müteahhitlerden çok sevildiği için basta Deryn Coller olmak üzere kulüp sevdalısı iş adamları önderliğinde üyeler ve taraftarlar harekete geçtiler ve de batmakta olan kulübü satın almak için bir teklif verdiler.
Phoenix (Yunan mitolojisinde küllerinden doğan kuş) projesi hayata geçti.
Deryn ve arkadaşları (ortakları) BCFC yeni Bristol City diye tanımlayabileceğimiz eski kulübün küllerinden doğan Phoenix’i ortaya çıkardılar. Amaç borçların ve aşırı yüksek sözleşmelerinin dışında kulübü satın alıp ayakta kalmasını sağlamaktı.
Deryn Coller (bu isim bana derin Galatasaray’ı hatırlattı nedense) ve yatırımcı grubu satın alacakları kulüp hisselerini taraftarlara satarak kendi koyacakları parayı katlamayı ve bu sermaye ile de kulübün Ashton Gate isimli stadını kayyumdan satın almayı planlamışlardı.
Football League’den alacakları kulüp hisseleri ile de yeni şirket eskisinin yerini alacak ve 4. ligden yola çıkacaklardı. Football League projeyi, Professional Football Association Başkanı (bildiğimiz futbol federasyonu) Gordon Taylor’un futbolcularla ilgili kısmın ilgililerce (futbolcular) kabullenmesi şartı ile Phonix projesine onay verdi...
Sonuç olarak son karar futbolculara kalmış ve verecekleri kararı bütün bir şehir beklemeye koyulmuştu. Büyük sosyal baskı ve bazı oyunculara verilen ufak tefek “bahşişler” ile olay halledilmiş ve kulübün durumunu kurtarma yolunda büyük bir adım atılmıştı…
Bu arada İngiliz futbol tarihinin en büyük futbolcuları olmamalarına rağmen büyük özveride bulunan Peter Aitken, Chris Garland, Jimmy Mann, Julian Marshall, Geoff Merrick, David Rogers, Gerry Sweeney, Trevor Tainton  taşıdıkları forma için büyük bir fedakarlık örneği göstererek, kontratlarını tek taraflı olarak iptal ettiler ve kulüplerinde kalmayı ya da bedelsiz gitmeyi kabul ederek, Bristol City FC tarihine isimlerini altın harflerle yazdırdılar...
Kulübü kurtaran muhteşem 8’li bugün hâlâ şehirde saygı ile anılır. Kayyuma gitmekte olan Bristol City PLC bir anda BCFC1982PLC oldu. Yeni yöneticiler, ikinci etap olarak Ashton Gate’i satın almak üzere harekete geçtiler ve sorumlularla 590 bin paunda anlaştılar. 330 bin paundu daha önce öngördükleri gibi taraftarlara, fan kulüplere ve şehirdeki diğer sempatizanlara hisse satarak topladılar. Bu şehirde öyle bir sinerji oluşturdu ki; devam etseydiler belki de çok daha fazlasını toplayabilirlerdi.
Ama “meçhul bir alıcının” hisseleri, stadı ve arazisini müteahhitlere peşkeş çekmek üzere, toplamaya başladığı dedikodusu çıkar çıkmaz operasyonu durdurdular ve kalanı kısa vadeli kredi ile bankalardan aldılar.
Bugün İngiltere’nin en sevilen ve en saygın kulüplerinden biri olan Bristol kulübü hâlâ Ashton Gate’te maçlara çıkıyor ve 2. lige kadar yükselmeyi başardı bile…
Aston Gate şehrin merkezi sayılabilecek bir yerde (Mecidiyeköy gibi) ve konferans merkezleri salonları restoranları ile kulübe oluk oluk para sağlayan bir tesis durumunda.
İşte size küçücük bir İngiliz kulübü, kocaman yürekli camiası tarafından kurtarılışının öyküsü...
Lafa gelince mangalda kül bırakmayan ve yönetemeyen “idareci”ler ise ellerini ceplerine atmak şöyle dursun, “benim olmayan projeyi yakarım” mantalitesi ile sadece dedikodu üreterek ve kulübün maddi ve manevi getirilerinden yararlanarak medyada başrolleri oynamayı sürdürüyorlar...
Durum bundan ibarettir...
Yoksa mesele, ne Muslera’nın yediği hatalı bir goldür ne de Tudor’u bedavaya Inter’e giden ve o dönem Emre Belözoğlu ile birlikte hareket eden Okan Buruk’a meze yaptırmak… 
Sahada önceki gece ‘kuş taşa çarpmış’ olabilir ama genel tabloda kuş yere çakılmak üzeredir…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.