“Ona gerçeği söyleyemedim”

A -
A +
“Hasta kalp krizi geçirmiş. Tüm uğraşlarımıza rağmen cevap alamadık. Başınız sağ olsun...”
 
 
Hastanede bana yöneltilen sorulara kaçamak cevaplar verdim. “Bu dilenci kadın bir zamanlar evlenmeye karar verdiğim ve uğruna şair olduğum kadındı. Beni görünce, bu ani karşılaşmaya dayanamadı düştü kaldı” diyemedim.
Eveledim geveledim, olayı geçiştirmeye çalıştım. Ama hastaneden de ayrılamıyordum. Ayaklarım gitmiyordu. Merakla sonucu beklerken birkaç saat sonra yanıma bir doktor geldi:
“Beyefendi hastanın nesi oluyorsunuz?”
“Bir şeyi olmuyorum doktor bey. Bu kadın sokaklarda dileniyordu. Ben kendisine çıkartıp para verdim. Parayı aldıktan sonra yere yığılıp kaldı. Ambulans çağırdık ve hastaneye getirdik. Bir nevi vatandaşlık görevimi yaptım.”
İnsan sarrafı doktor bir müddet beni süzdü. Beden diliyle benim dediklerime inanmamış gibiydi. “Bir insan hiç tanımadığı birisi için bu kadar neden beklesin?” der gibiydi.
“Peki öyle olsun beyefendi. Artık gidebilirsiniz. Hastayı kaybettik."
“Ne! Kaybettik mi?”
“Evet… Kalp krizi geçirmiş… Tüm uğraşlarımıza rağmen cevap alamadık. Başınız sağ olsun...”
Gözlerimden süzülen tomurcuk damlalara engel olamadım susmaya gücüm yetse de…
Belli ki doktor benim dilenci kadını tanıdığımdan emindi. Ama olayın fazla üstüne gitmedi. Bana daha başka sorular sormadı. Sorsa ne fark ederdi sormasa ne fark eder? Ben resmî olarak onu tanımıyordum… Gönlümden hiç atamasam da onunla bir irtibatım yoktu...
Ve o gün hastaneden ayrılıp eve gitmem hiç de kolay olmadı. Olaya hastane polisi müdahale etti. Bana bir sürü soru sorup tutanak imzalattılar. Onlara da dilenci kadını tanımadığımı söyledim. Yapabileceğim zaten fazlaca bir şey yoktu. Onlara “ölen dilenci kadın benim yıllar önce evlenmeye karar verdiğim ama bir türlü aynı yastığa baş koyamadığım kadındı; yıllar sonra beni görünce heyecandan düştü kalp krizi geçirdi” diyebilir miydim? Diyemedim, diyemedim. Şimdi yaşıyorum ama yaşarken mezarda gibiyim. Bir zamanlar gözlerinde kaybolduğum, canımdan daha çok sevdiğim kadını tam kırk yıl sonra görmüş ama gördüğüm an kaybetmiştim. Hem de bir daha hiç görmemek üzere… Yaşarken ölmek ne tuhaf bir duygu ve ben bu tuhaflığı yaşıyorum...
Arkadaşım Yavuz’un hıçkırıklarla anlattıklarını dinlerken kahrolmamak elde değildi. Ama ölüm büyük mecburiyetti ve sözün bittiği yerdi… Başınız sağ olsun diyerek sustum.
           Rumuz: “Âşık”-Kütahya
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.