Şükür, nimeti Allahü teâlâdan bilmektir...

A -
A +

Allahü teâlâya şükretmek, O'nun dînini kabûl etmek ve dîninin ahlâkımını yapmak demektir. İslâm âlimleri, şükrü çeşitli şekillerde târif etmişlerdir. Bunlardan bazıları şöyledir: "Şükür, nimeti Allahü teâlâdan bilmektir." "Şükür, kendini şükürden âciz görmektir." "Şükür, nimeti emre uygun kullanmak ve Allahü teâlâya itâat etmektir." Kur'ân-ı kerîmde buyuruldu ki: (Îmân ederseniz ve şükrederseniz neden size azâb edeyim?) (Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.) Hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki: (Allah bir kula büyük veya küçük bir nimet verince, "Allaha hamdolsun" derse, ona verdiğinden daha fazîletlisini verir.) Taş bile şükrederken!.. Peygamberlerden biri, su çıkan bir taşın yanından geçiyordu. Allahü teâlâ o taşı konuşturdu ve taş, (İnsan ve taşlar Cehennemin odunu olurlar) âyetini duyduğumdan beri, ben hep böyle ağlarım, dedi. O Peygamber, (Yâ Rabbî, bu taşı korktuğundan emin eyle) buyurdu. Duâsı kabûl oldu. Başka bir zaman yine o taşa uğradı, eskisi gibi yine su çıkıyordu. (Şimdi niçin ağlıyorsun?) deyince, "O ağlamak korkudan idi. Bu ağlamak da şükürdendir" dedi. Şükrün ilmi, nimeti Allahü teâlâdan bilmektir. Padişahın emri ile hazinedâr birine para verse, o kimsenin bunu hazinedârdan bilmesi şükür olmaz. Kâğıt ve kalemin elinde bir şey olmadığını, kendiliklerinden bir şey yazamayacaklarını herkes bilir. Bunun gibi yeryüzündeki nimetleri yağmurdan ve yağmuru buluttan ve sahrada kurtuluşu rüzgârdan bilmek câhillik olur ve insanı şükür makâmından uzak tutar. Fakat, yağmuru, bulutu, rüzgârı, güneşi, ayı, yıldızları ve mevcut olan her şeyi, kâtibin elindeki kalem gibi, Allahü teâlânın kudret ve emrinde olarak bilinirse şükre zarar vermez. Böylece kimsenin elinde bir şey olmadığı anlaşılınca, bütün nimetleri için Allahü teâlâya şükredilir. Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâya suâl etti: - Yâ Rabbî! İnsanlara el, ayak, göz, kulak ve bunlara benzer birçok nimetler verdin. Bu nimetlerin şükrünü nasıl îfâ edebilirler? Allahü teâlâ buyurdu ki: - Yâ Mûsâ! Bir kimse kendine verdiğim nimeti benden bilip, kendinden bilmezse, nimetlerimin şükrünü edâ etmiş olur. Bir kulum rızkını kendi çalışması ile bilip, benden bilmez ise, nimetin şükrünü edâ etmemiş olur. Mûsâ aleyhisselâm bunları işitince hemen şükür secdesi yaptı. Dâvud aleyhisselâm, Allahü teâlâya münâcât edip, (İlâhî, Âdem aleyhisselâma o kadar ikrâm ve ihsânda bulundun. O sana nasıl şükretti?) dedi. Allahü teâlâ, (Ey Dâvud, o bütün bu ikrâmların benim tarafımdan, kendisine yapıldığını bildi. Bu bilmesini onun şükrü olarak kabûl ettim) buyurdu. Dâvud aleyhisselâm, (Yâ Rabbî, nimetin şükrünü nasıl edâ edeyim? Çünkü şükrü edâ etmek de senden bir nimettir) deyince, Allahü teâlâ, (Ey Dâvud, şimdi şükretmiş oldun. Çünkü kendi aczini, nimetin şükrü olarak gördün) buyurdu. Hadîs-i şerîfle bildirilen bir menkıbe: Benî İsrâil'de bir âbid (çok ibadet eden) vardı. Allahü teâlâya beşyüz yıl ibâdet etmiş idi. Küçük bir adanın üstünde bulunurdu. Adanın denize yakın kısmında, bu âbid için tatlı su çıkıp akardı. Allahü teâlâ bu pınarın yanında bir de nar ağacı yaratmıştı. Bu ağaçta her gün bir nar yetişirdi. Âbid her akşam, o pınardan su alır ve o bir narı koparır ve orucunu açardı. Namaz kıldığı zaman duâsı, (Yâ Rabbî, öldüğüm zaman, rûhumu secdede iken al ve hiç kimseye beni defn etmelerini buyurma ki, kıyâmette secdede iken kalkayım) idi. Allahü teâlâ, duâsını kabûl eyledi ve canını secdede iken aldırdı... "Rahmetimle Cennete gir!" Allahü teâlâ kıyâmette onu diriltir ve (Kulumu, fadlım, ihsânımla Cennete götürün) buyurur. Âbid, (Ben ihsânla değil, amelimle Cennete girmek isterim) der. Allahü teâlâ, (Ey Melekler, kulumu, üzerindeki nimetlerimle beraber hesâba çekiniz, onun yaptığı taat beşyüz yıllıktır) buyurur. Melekler, hesâb ederler. Ölçerler ve yalnız göz nimetini, beşyüz yıllık ibâdetten fazla bulurlar. (Ey kulum, Cehenneme git!) buyurur. Melekler onu Cehennem tarafına sürüklerler. O zaman, (Yâ Rabbî, beni kendi fadlın, ihsânın ile Cennete sok) der. Sonra Allahü teâlâ buyurur (Ey kulum, seni yoktan kim yarattı?) (Sen yarattın, yâ Rabbî) der. (Benim bu yaratmam senin tarafından mı, benim ihsânımla, rahmetimle mi oldu?) buyurur. (Senin rahmetinle oldu yâ Rabbî) der. (Karalardan çok uzak adada, tatlı su yarattım. Senede bir defa meyve veren nar ağacından, her gün bir nar bitirdim. Sonra rûhunu secdede almamı istedin, öyle yaptım. Bütün bunları senin için kim yaptı?) buyurur. (Hepsini sen yarattın, yâ Rabbî) der. Sonra, (Benim rahmetim ve fadlım ile Cennete gir) buyurur...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.