CHP başka türlü davranamazdı

A -
A +
Üzerinden sadece üç buçuk yıl geçti, mutlaka hatırlıyorsunuzdur: Kemal Kılıçdaroğlu'nun Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) genel başkanlığına seçilmesi (Mayıs, 2010), CHP'nin nihayet sırf laiklik ve devlet savunusuyla iktidar alternatifi olamayacağını anladığı yönünde ortak bir kanaate yol açmıştı. Nitekim CHP, Kılıçdaroğlu liderliğinde katıldığı ilk seçimlerde (Haziran, 2011) hiç laiklik ve devlet vurgusu yapmamış, seçmenlerin karşısına ekonomik ve sosyal projelerle çıkmış, bu da yukarıda ifade ettiğim ortak kanaatin pekişmesi sonucunu doğurmuştu.
Bense o dönemde Taraf gazetesinde peş peşe kaleme aldığım yazılarda Kılıçdaroğlu'nun bu işi böyle götüremeyeceğini, taşlaşmış tabanının ondan her şeyden önce "laiklik, ordu ve devlet" savunusu talep ettiğini, Kılıçdaroğlu'nun er geç bu tabanın arzularına boyun eğeceğini savunuyordum.
O dönemde, bu tabanı eleştirmekten imtina edip, "CHP'yi modern bir sosyal demokrat parti patikasına sokamayan" yöneticilere veryansın eden meslektaşları da eleştiriyordum... Mesela, Kılıçdaroğlu'nun genel başkan olmasından beş ay sonra kaleme aldığım "Özgürlükçü CHP yüzde 25'i de göremez!" başlıklı yazıda şöyle demiştim:
***
"CHP'nin tabanı böyleyken, ülkemizdeki 'CHP eleştirisi'nin neredeyse tümüyle 'genel başkan'a ve yöneticilere yöneltilmesini sorunlu buluyorum, bir tür popülizm ve 'halkçılık' görüyorum bu tavırda. Aslında sırf CHP eleştirisiyle sınırlı değil bu durum. Türkiye'de siyasi liderleri ve siyasal partileri, temsil ettikleri ya da duyarlılığını yansıttıkları kalabalıkları 'by-pass' ederek eleştirmek gibi bir gelenek var. 'Kitleler'e ve onların fikirlerine hiç dokunmayıp, onların oy verdiği liderleri ve partileri kıyasıya eleştirmenin ahlaken problemli bir pozisyon olduğu, sanırım izahtan varestedir... Öte yandan böyle bir pozisyon -kitlelerin etkileme gücünü hesaba katmadığı için liderlerden ve partilerden olmayacak beklentiler içine girdiği ölçüde- siyaseten de problemlidir."  (Taraf, 23 Kasım 2010)
***
Kılıçdaroğlu'nun, herkese "sırf laiklik vurgusuyla olamayacağını anladı" dedirttiği günlerin üzerinden üç buçuk yıl geçti... Geldiğimiz noktaya bakın: CHP, bütün gücüyle, hâlâ "devletin alanı" zannettiği TBMM'ye başörtülü milletvekili sokmamak için mücadeleye hazırlanıyor.
Gazetelere bakıyorum, çok sayıda köşe yazarı toplumdaki geniş mutabakatı yansıtan ve CHP'yi eleştiren yazılar kaleme almakta... Fakat bunların tümü CHP liderliğini ve yönetimini hedef alıyor.
Aynı eleştiri mantığını CHP yöneticilerinin düzenlediği "Silivri seferberlikleri" sırasında da görmüştük.
CHP yönetimi eleştirilsin, tamam, fakat şu soru da cevabını arıyor: CHP tabanı kitleler halinde Silivri'ye koşarken, ya da "Meclis'te başörtüsü" girişimi karşısında kırmızı görmüş boğa refleksleri geliştirirken CHP'nin tavanı bunun tam zıttı yönde hareket edebilir mi?
Dün Nihal Bengisu Karaca yazdı, Habertürk Televizyonu'ndaki 8 Eylül 2013 tarihli Enine Boyuna programında Kemal Kılıçdaroğlu'na, Merve Kavakçı'nın Meclis'ten kovulmasını hatırlatıp, "Siz o gün orada olsaydınız tepkiniz ne olurdu?" diye sormuş. Kılıçdaroğlu'nun cevabı şöyle olmuş: "Milletin oyuna ve seçtiği kişilere saygı göstermek her siyasi partinin görevidir."
Partinin liderinin bir ay önceki sözleriyle bugünkü fiili durumu kıyaslayın; sizce bu "U" dönüşü nereden kaynaklanıyor?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.