CHP'nin büyük çaresizliği -2-

A -
A +
Sosyal-Demokrat Halkçı Parti (SHP), yani bir zamanların CHP'si, 1989 yerel seçimlerinde sandıktan birinci parti olarak çıktı.
O yıllar, kendilerini Atatürk'le özdeşleştiren darbecilere duyduğu tepki nedeniyle toplumun Atatürkçülüğü "almadığı" yıllardı.
Fakat 1990'ların ortalarına doğru "laiklik hassasiyeti" üzerinden darbe ve iktidar kotarma stratejisiyle birlikte Atatürkçülük yeniden bir "litemotif" haline gelmeye başladı. Bu nevzuhur gelişme o kadar şaşırtıcıydı ki, 1990'ların ortalarına doğru üniversitelerde gençler yeniden Atatürkçülük panelleri düzenlemeye başlayınca, 'Aktüel' dergisi "Atam, inanmayacaksın ama..." başlıklı bir haber bile yayımlamıştı.
***
Bu girişle birlikte, "CHP'nin büyük çaresizliği" başlığını taşıyan ilk yazının sonuna, yani CHP tabanının "zır" laikliğin ve statüko bekçiliğinin deli gömleğini ne zaman ve ne surette giydiği noktasına bağlanmış bulunuyoruz.
***
SHP'nin seçimlerden birinci parti olarak çıktığı 1989, aynı zamanda Sovyetler Birliği'nin de dağıldığı yıldır.
Türkiye'nin darbeci generalleri bu gelişmeden hiç hoşlanmamışlardı. Çünkü "komünizme karşı mücadelenin vazgeçilmez gücü" olarak onlara artık ihtiyaç kalmamıştı ve Batı artık askerlerin ülke içinde demokrasiyi boğma girişimlerine uzak duracaktı. Keza, toplumu "komünizm tehlikesi"yle korkutarak siyasete müdahale imkânı da kalmamıştı.
Türkiye'nin sivil-asker darbeci güçleri o çaresizlik içinde, iki yeni korku nesnesinin üzerine abanmaya karar verdiler: İrtica ve bölücülük!
1989-1993 arasında Güneydoğu'da gerçekleştirilen faili meçhul cinayetler ve köy yakmalar ile Batı'daki laik aydın cinayetleri (Muammer Aksoy: 31 Ocak 1990... Çetin Emeç: 7 Mart 1990... Bahriye Üçok: 6 Ekim 1990... Uğur Mumcu: 24 Ocak 1993) bu iki korkunun daha da derinleştirilmesi amacına matuftu.
Uğur Mumcu'nun cenaze töreni bu korkular üzerinden darbe ve iktidar devşirilebileceğini net bir biçimde göstererek Türkiye'nin darbecilerine yeni bir umut verdi.
CHP işte o dönemde bugünkü haline evrilmeye başladı. Gerisini, 12 Eylül darbesinden sonra İsveç'e gidip oradaki sosyal demokrasiye hayran kalan ve yıllar sonra Türkiye'ye dönen Şahin Alpay'dan dinleyelim:
"9 Eylül 1992'de biraz merak, biraz da heyecanla CHP'nin yeniden açılış kurultayını izlemeye Ankara'ya gittim. Baykal o kurultayda, bana bugün dahi 'muhteşem' görünen bir konuşma yaptı. Şöyle diyordu: 'CHP'yi yeniden tanımlayacağız. Artık CHP devlet partisi olarak değil, toplum ve halk partisi olarak anlaşılmalıdır.' (...) 15 Şubat 1993'te CHP Genel Başkan ve Grup danışmanı ve de Araştırma Merkezi direktörü olarak işe başladım. Fakat görevim, başlamadan bitmişti. Zira rahmetli dostum Uğur Mumcu'nun 24 Ocak 1993'te menfurca katledilmesinden sonra Baykal, bu cinayete gösterilen kitlesel tepkilere bakarak, CHP'nin kendini yenilemeye ihtiyacı olmadığına karar vermişti."
Şahin Alpay'ın tanıklığı, CHP'deki "laik hassasiyetler" üzerinden iktidar olma hevesinin başlangıcına işaret ediyor.
Yaşanan her seçim bunun ne büyük bir yanılgı olduğunu kanıtlasa da her seçim yenilgisinden sonra "laiklik" vurgusu daha da sertleştirildi. Sonuçta, ortada "laiklik"ten başka hiçbir siyaset kalmadığı için en az laiklik kadar taşlaşmış bir CHP tabanı çıktı ortaya.
Benim gözümden "CHP'nin büyük çaresizliği"nin, yani CHP tabanının oluşumunun kısa tarihi işte böyle...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.