Kendi gayretinin başarısına küsmek!

A -
A +
Yıllar önce kaleme aldığım portresinde, milli basketbol takımının eski koçu Bogdan Tanjeviç'i, "gayreti 'başarı'dan daha değerli bulan (ya da başarıyı ancak öyle anlamlı bulan) bir adam" diye tanımlamıştım.
Siyasetçiler ve entelektüeller dünyasının bazı aktörlerini "gayretli" yanlarıyla Tanjeviç'e benzetiyorum. Fakat gayretin sonunda gelen başarı karşısındaki tavırlarına gelince sıra, ortaya çok ciddi bir farklılık çıkıyor: Tanjeviç, doğal olarak başarısına sevinirken, sözünü ettiğim siyaset aktörleri, sanki başarı kendi gayretlerinin (de) ürünü değilmiş gibi, ona sahip çıkmıyorlar... Ortaya çıkan başarıyı ya küçümsüyorlar ya da görmezlikten geliyorlar.
***
İlk örneği sol'dan ve bana bu yazıyı yazma ilhamı veren Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi MYK üyesi Ferdan Ergut'tan vereyim...
Ergut'a göre sol, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) siyasetleri karşısındaki "kategorik reddiye"ci tavrını demokrasi paketiyle ilgili olarak da göstermişti. Oysa, paketteki birçok olumlu ve önemli madde sol'un (da) gayretleriyle bugünkü olgunlaşmış hâline gelmişti... O daha fazla örnek veriyor ama ben ikisini alacağım buraya:
"O ırkçı 'andımızın' kaldırılması için AKP ya da öncelleri ne zaman ağızlarını açıp laf ettiler? Bu alanda da asıl çabayı sarf eden, birçok tezviratı göğüsleyen Türkiye'nin sivil toplum kuruluşları, demokratik kamuoyu değil miydi? Nefret suçlarının kabulü için kimler uğraştı? AKP ya da onun 'düşünce kuruluşları' mı?" 
Ergut'un, buradan çıkardığı "basit soru" ise şöyle:
"Bütün bu ve benzeri konularda, mücadelenin merkezinde yer almış olan insanlar neden kamuoyuna dönüp bir başarı hikâyesi anlatmazlar? Neden mücadelelerinin başarıyla sonuçlandığını, yıllar boyunca mücadelesini verdikleri meseleleri sonuçta iktidara kabul ettirdiklerini söylemezler de; yıllarını harcadıkları alanları bir anda boşaltıp iktidara bırakırlar?"
***
Fakat, siyasi aktörlerin, payları bulunan başarılardan "soğuma" ve bilahare de onları "inkâr" tavrı sadece "sol"a ait bir davranış modeli değil bence.
Aklıma gelen örnekleri sıralayayım:
Cumhurbaşkanı Gül'ün "gurur duyuyorum" dediği Gezi'nin ilk halkasındaki gençlerin ortaya çıkmasını sağlayan şey AK Parti'nin uyguladığı siyasetler değil miydi? Eski durağan, içe kapanmacı iktisadi politikalar uygulansaydı bugünkü geniş orta sınıflar oluşabilir miydi?
Ya da: Ülkedeki iç çatışma ve askerî vesayet sürüyor olsaydı, Gezi olur muydu?
Bu soruların cevabı olumsuzdur.
Bu durumda şunu söyleyebiliriz: AK Parti, daha ilk anda o gençlerle ve duyarlıklarıyla "gurur duyduğunu" söyleyebilir, ortaya çıkan "başarı"yı paylaşabilirdi (Brezilya'da Dilma Rouseff'in yaptığı gibi).
İkinci örnek, bugün içlerinden söylediklerini sesli ifade edemeyip demokrasi paketinin hiçbir işe yaramayacağını anlatan bazı liberal kesimler...
Aslında bu paket, onların yıllardır verdikleri özgürlük mücadelesinin bir sonucu değil mi?
Üçüncü örnek, Gezi'nin ilk halkasındaki gençler... Onlar da neyi başardıklarının farkında değilmiş gibi davranıyorlar... Mesela İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Veliefendi'de ve Kadıköy'de yapımına karar verdiği dev parkların kendi başarıları olduğunu anlayamamış görünüyorlar... Onlar da kendi başarılarına küsmüş görünüyorlar!
Sonraki yazıda, siyasetteki bu "ebelik ettiği çocuğu inkâr etme" tutumunun altında nasıl bir ruh hâlinin yattığını irdelemeye çalışacağım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.