Her yönüyle Henry Kissinger 

Sesli Dinle
A -
A +

Tarihe doğrudan yön veren insanlar arasında herhâlde Henry Kissinger kadar eleştirilen çok az insan vardır. 100 yılı aşan ömründe olayları izleyen değil, olayları meydana getiren kişi olarak övüldü, yerden yere vuruldu, eleştirildi, desteklendi ama gündemden hiç düşmedi. “Savaş suçlusu” diye itham edilirken Nobel Barış Ödülü alması, hayatın garip ironilerinden biri olarak hafızalarımızdaki yerini koruyor. 

 

Kissinger’in ölümünü El-Cezire’ye yorumlayan bir tarih profesörü, “Dünyaya 30 bin fitten baktı, geniş ilgi alanları ve uzun vadeli hedefleri vardı” derken haksız sayılmazdı: Entelektüel birikimini acımasız bir reel politikle birleştiren, Amerikan devletinin ideallerine fanatizm derecesinde bağlı bir “Geniş Zaman” insanı. Evet, Kissinger’i birçok şeyle itham edebiliriz, ama asla dar bakışlı, kısa vadeli düşünen biri diyemeyiz. Parlak ve genç bir akademisyenken başlayan devlet kariyerini 1960’ların sonundan 1975’e kadar Ulusal Güvenlik Danışmanı, 73-77 arasında ise Dışişleri Bakanı olarak sürdürdü. Aslına bakarsanız Kissinger demek bir yerde Soğuk Savaş demektir: Vietnam Savaşı, Allende’yi deviren ve Şili’den başlayarak birçok ülkeyi dolaşan “Antikomünist” darbeler zinciri... Kissinger tüm bu olayların tam göbeğindeydi. Ancak kendisini milyonlarca insanın “Savaş Suçlusu” olarak tanıdığı en önemli olay Vietnam Savaşı’ydı. 

 

Yirmi sene süren ve Amerikalıların atlamadıkları bir travmaya dönüşen Vietnam Savaşı, Kissinger’in Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atanmasının ardından başka bir seviyeye ulaşmıştı. Kissinger, Komünist Vietkong’ları barışa zorlamak için savaşın şiddetinin artırıldığı, çılgınlık boyutuna ulaşan bombardıman serilerinin binlerce insanı öldürdüğü stratejilerin mimarı olarak görüldü. Kuzey Vietnam kesimiyle müzakereler esnasında savaş, bilinçli şekilde Laos ve Kamboçya’ya sıçratıldı. Birçok kesim, Kissinger’in bu politikasının savaşı en az 4 yıl uzattığı konusunda hemfikir. Ocak 1973'teki ateşkes anlaşmasının ardından Nobel Barış Ödülü aldı. Dünya çapında kazandığı şöhreti, Yom Kippur Savaşı günlerinde İsrail, Mısır ve Suriye arasında yürüttüğü mekik diplomasisiyle iyice parladı...

 

Kissinger’in anılarını okuyanlar satır aralarında Çin’e özel bir anlam atfedildiğini fark edeceklerdir. 70’lerde SSCB ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki ideolojik sürtüşmeyi çok iyi okuyan Kissinger, Başkan Nixon’ı ikna ederek Çin’e yönelik büyük bir açılım başlattı. Çin’in izole olmaktan kurtulması ve dünya piyasalarına entegrasyonunun başlamasında Kissinger’in payı büyük. Gerek siyasi kariyeri pahasına yaptığı gizli ziyaretler, gerekse Nixon-Mao görüşmesiyle sonuçlanan süreç ABD-Çin normalleşmesini başlattı ve Çin ekonomisini bugünlere getiren altyapıyı inşa etti... 

Dâhi mi, cani mi, şehir efsanesi mi?

Foreign Policy’den Stephen M. Walt, haziran ayında yayımladığı bir makalede Kissinger’in aslında bir bilmece olduğunu iddia etmişti. Bu tezini gerekçelendirirken, Kissinger’in kariyerini üç bölüme ayırarak şu sonuçlara varmıştı:

 

1954’ten 1969’a kadar Harvard Üniversitesi’nde sürdürdüğü akademik hayatında Nelson Rockefeller ve Dış İlişkiler Konseyi ile yakın ilişkiler kurdu. İlk eserleri tartışma oluşturmadı, çok satan Nükleer Silahlar ve Dış Politika (1957) kitabı dahi Glenn Snyder, Bernard Brodie, Albert Wohlstetter ve Thomas Schelling gibi bilim insanlarının gölgesinde kaldı. 

 

Kariyerinin ikinci aşamasında talih, Kissinger’i önce Nixon, ardından Ford ile bir araya getirdi. Ulusal Güvenlik Danışmanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yıllarında yukarıda bahsettiğimiz Vietnam, Orta Doğu, Çin diplomasisi ve SSCB ile imzalanan stratejik silahların sınırlandırılması anlaşmasında büyük rol oynadı. Ancak ünü arttıkça ismi etrafındaki tartışmalar da büyüdü. Kazanılamayacağını bildiği Vietnam Savaşını uzattı, Orta Doğu’da lokal faktörleri göz ardı edip etkileri günümüze kadar gelen kayıtsız şartsız İsrail desteğini başlattı. 

 

Üçüncü aşamada ise Kissinger’i artık anı yazarı, vakıf yöneticisi ve uluslararası konferanslarda konuşmacı olarak görüyoruz. 11 Eylül’ün ardından kısa süreliğine de olsa George W. Bush’a verdiği danışmanlığı saymazsak, Kissinger’in anlattıklarında ve yazdıklarında yeni bir şey yoktur. 

 

Her ne olursa olsun, Kissinger’le birlikte ölen sadece bir beden değil aynı zamanda bir tarih. O her zaman gücü, paraya ve mülke tercih etti. Almanya’dan Yahudi bir göçmen olarak gelip aidiyet hissettiği Amerika Birleşik Devletleri’nde, devletin çıkarlarını yüz binlerce insanın canı pahasına en öne koydu. Şöhretinin zirvesindeyken yaşadığı çapkınlık olaylarını soran muhabire verdiği cevap herhâlde Kissinger bilmecesinin en ironik cevaplarından birini oluşturuyor: “Güç en kuvvetli afrodizyaktır.”

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.