Yoğurtçu çırağı kötü arkadaşlarına uyup bir hırsızlık olayına karışmış, yakalandığı gün mahkemeye çıkmış, iki ay ceza almış ve akşamına hapishaneye gönderilmişti…
Pişmanlıkla geçen iki ayın sonunda ise sabıkalı biri olarak dışarı çıkmıştı. Ustasının yanına gidince pek iyi karşılanmamış, hatta kovulmuştu dükkândan.
Oysa tek istediği işine geri dönebilmekti. Yaptığı kabahatin farkındaydı ve fazlasıyla pişmandı. Ne dese dinletememişti ustasına…
Ustasının çok sevdiği Ömer Hoca’ya gidip durumu anlatmıştı sonra da. Ömer Hoca da genç adamı kolundan tuttuğu gibi tekrar yoğurtçu dükkânına getirmişti.
-“Yapma be ustam. İnsan öldürmedi ya bu çocuk affetmeyesin! Gençtir yapmış bir cahillik. Biz büyükler onlara doğru yolu göstermeliyiz öyle değil mi? Hadi affediver de öpsün elini. Yine devam etsin işine” demişti gülümseyerek.
Fakat Yusuf Usta’nın yüzünde en ufak bir değişme olmamıştı. Eliyle dükkânın köşesindeki bir çöp varilini gösterdi. Ve şöyle dedi:
-“Yoğurdun iyisi kaliteli sütten olur. Bizim çıraklar arada bir sütü bozarlar. Ben de yoğurduma bir laf gelmesin diye bozuk sütü hiç düşünmeden kaldırır atarım çöpe. Bozuk sütten de sütü bozuktan da olmaz bu iş hocam. Şimdi bana gönül koymadan de git yoluna…”
Genç öğretmen o an titrek bir sesle başladı anlatmaya:
-“Sen bozuk sütü çöpe atarım, sütü bozuktan da bir şey olmaz, deyip o gün dükkândan gönderdiğinde beni, kendimi o kadar kötü hissettim ki. Bir hata yapmıştım ve insanların bana hep bu gözle bakacağını düşündüm. Oysa rahmetli Ömer Hoca bana bozuk sütten peynir ve çökelek yapıldığını anlattı uzun uzun. Elimden tuttu, bana inandı güvendi, bir hata yaptım diye beni dışlamadı ve hatamı telafi etmemi sağladı. Üniversite sınavına girip kazandım. Şimdi ise şükürler olsun ki öğretmen oldum… Ustam senin anlayacağın bozuk sütün işe yaradığı gibi, sütü bozuk dediğin de bir işe yaradı yani.”