Dünya tacir kavimler tarafından yönetilir, bunlar deniz aşırı ülkelere de yerleşir, düzenlerini kurarlar. Büyük gemileri, can yakıcı silahları vardır, acımasızdırlar.
Mısırlılar Nil boyunda, Nübye ve Libya’da kale kule kurar, Fenike ve Yunanlılar kolonilerle tutunurlar.
Romalılar harici garnizonlarda lejyoner çalıştırır, Galya’dan Kartaca’ya nokta nokta yayılır Akdeniz’i avuçlarına alırlar.
Üs meselesi mühimdir, Osmanlı’nın Rumeli macerası Çimpe Kalesi’ni ele geçirdiği gün başlar. Ufak bir hisardır ama sayesinde adım atarız Balkanlara.
Süveyş mütevazı bir kasabadır, Kızıldeniz’i açar ecdada.
Sömürgeci İspanya ve Portekiz de üsler yoluyla yayılır, Hindistan yolunu kontrol altına alırlar. İngiltere, Hollanda, Fransa ona keza.
Beyaz adam Amerika’da uçsuz bucaksız araziler bulur, gider Afrika’da köyleri basar, gençleri toplar, dipçik kırbaçla çalıştırır, hesapsız para...
Elinde sermaye birikince sanayileşmeye başlar ve önemli bir silah daha keşfeder: Propaganda.
Kayseri Talas’ta, Elâzığ Harput’ta, Adana’da, Tarsus’ta, İzmir’de, Merzifon’da ve İstanbul’da kolejler açar, muhiplerini yetiştirir, getirir kilit noktalara.
Hâkimiyet alanı meselesi!
Yazımızın mevzuu da bu aslında.
II. Cihan Harbi’nde Almanya ve Japonya mağlup olur yıpranır.
İngiltere ile Fransa galiptir, onlar da hırpalanır.
Rusya hırslıdır, yaşadığı yıkıma rağmen hız kesmez; Macaristan, Doğu Almanya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Polonya, Romanya derken yerleşir Avrupa’ya.
Kızıllar iktidarları umumiyetle ihtilal ile ele geçirir ve karşı devrim korkusu yaşar. Bu yüzden muhaliflere acımasız davranırlar.
ABD, Cihan Harbi’ne sonradan dâhil olur. Bombardımana uğramaz. Aksine silah sanayii ile parasına para katar. 100 bin tayyare, 250 bin pervaneli motor imal eder, endüstri devi olur çıkar. Daha tanklar, toplar, botlar, kamyonlar...
Zahirde özgürlükler ülkesidir, müteşebbise imkân açar. Demokrasi havariliği yapsa da Orta Doğu’da krallara oynar.
Bölgeye büyük büyük üsler kurar, faturayı şeyhlere yollar. Saltanatınızı korurum yeter ki petrolden pay ayırın bana.
Bilahare yüksek teknoloji ile arayı açar, hasımlarını fezadan izler, elektronik gözler, kulaklar…
Uçak gemileri benim diyen ülkeyi zorlayacak güçtedir, öyle torpille, torpidoyla da batmaz.
Churchill, II. Cihan Harbi’nde bizi de savaşa sokmaya zorlar. Adam sanki T.C.nin kurucu üyesi, murahhas aza.
ABD Hariciye Bakanı Cordell Hull “Türkleri eğitmek donatmak pahalıya patlar” der, “yollayacağı askere de ihtiyacımız yok şu anda. Anadolu’yu beşinci kol faaliyetlerinde kullanalım, öylesi daha büyük fayda.”
Karşı cephe için üs verenle, savaşa giren arasında fark yoktur, ikisi de müstahaktır cezaya. Nitekim Alman Büyükelçisi Franz von Papen bunu “savaş ilanı” sayar, yazar kenara.
Her ne kadar çatışmalara katılmasak da Adana’nın müttefiklere çalıştığı vakıa.
Türkiye mühim bir mevkidedir. Sinop’tan Sovyetleri dinleyip gözetleyebilir, Adana’dan Suriye ile Irak’a müdahale edebilirsiniz. Boğazı tutan Karadeniz’i dize getirir kolayca...
Moskova’nın gözü üzerimizdedir, nitekim Kars ve Ardahan’ı işgale kalkar, açık açık asılır İstanbul’a.
SSCB nükleer güç olunca ABD bizi tampon yapar, gelir İncirlik’e kazık çakar.
Orasını açalım biraz: 11 Mayıs 1950... CHP iktidarı NATO üyeliği için resmen başvuruda bulunur. ABD firmalarıyla gelir, sadece Adana değil; Afyon, Ankara, Balıkesir, Bandırma, Diyarbakır, Eskişehir, İskenderun, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kocaeli, Malatya, Merzifon, Samsun, Sinop ve Trabzon hava meydanlarına çöker âdeta.
Ve ittifakın parçası oluruz sonunda (20 Eylül 1951)
Nitekim kaldırdıkları U-2 casus uçakları fır döner Rus semalarında. Bunlardan biri düşürülür, yakalanan pilot “İncirlik’ten havalandım” diye ötünce iş açar başımıza.
İncirlik, Başkan Eisenhower’ın talimatıyla Lübnan krizine de müdahale eder. Kimi vurur bilmiyoruz, çünkü rapor verme gereği duymazlar. ABD bizi asker deposu olarak görür, binlerce çocuğumuz Kore’ye yollanır. Seul ile ne kadar dost olduğumuz meçhul ama Pyongyang ve Pekin’i düşman ederiz başımıza.
SSCB Dışişleri Bakanı V. Molotov, Büyükelçi’miz Selim Sarper’e ayaküstü NATO notası verir. 1925 Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması’nı fesheder oracıkta.
Peki İncirlik’te nükleer silah var mı? Bu soru çok sorulur, cevapsız kalır. Evet var diyecek halleri yok ya. Bir ara Ürdün hükûmeti ile Filistinli mülteciler arasında gerginlik çıkar. ABD, Amman’a İncirlik üzerinden köprü kurar, binlerce silah ve hayli mühimmat yollar. Bırakın izin almayı, lütfedip duyurmazlar.
Kıbrıs’ta Rumlar göz göre göre katliam yapmakta, BM seyrine bakmaktadır. Ordumuz 20 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs’a çıkar. Amerikan Kongresi çok kızar, ambargo koyar. Bize yaptığı en büyük iyilik de bu olur. Evet, silahımızı kendimiz yapmalıyızdır bundan sonra.
Hükûmet de Amerikan üslerini kapatır.
İncirlik ne kadar önemliymiş meğer. Paşa paşa gelirler hizaya.
ABD Irak ve Afganistan’da keyfî Müslüman kıyımı yapar. Felluce ve Bağram’daki iğrenç sahneleri hatırlıyorsunuz, Guantanamo’da günahsızlar buğulama olur güneş altında.
Afganistan operasyonlarına Operation Enduring Freedom (Sonsuz Özgürlük) adını koyarlar. Sanki öldürün gitsin derler, sonsuzluk öte tarafta. SİHA’larla bilhassa hafızlık cemiyetlerini, düğün konvoylarını, taziye meclislerini vurur, ne ceza, ne tazminat; özür dileme lütfunda bile bulunmazlar.
Kıbrıs’ta dik duran Bülent Ecevit, İkiz Kule tezgâhında ABD’ye taşeron olur âdeta. Türk hava sahasını ABD uçaklarına açar. Limanlar, kara yolları, yakıt ikmal, istihbarat ve lojistik... Neye ihtiyaçları varsa.
ABD, II. Cihan Harbi’nde 100 üsse sahiptir, savaş bittiğinde üs sayısı 2 bini aşar.
Kanat, karakol, ikmal ve eğitim merkezi gibi tesisleri saymıyoruz daha.
Irak’a girmek için kitle imha silahı yalanına sığınır, Afganistan’a çökebilmek için İkiz Kuleleri patlatır.
Bir kere gökdelen iskeleti çeliktir, jet yakıtıyla vasfı bozulmaz.
Michael Moore bunları anlatmak için yırtınır ama Amerikalı zırcahildir, gazete okumaz, “9-11 Fahrenheit” belgeselini çeker, yine uyandıramaz.
Ve son bir marifet daha. İncirlik, 15 Temmuz gecesi FETÖ’ye destek olur açıkça.
Hani neresinden tutsan derler ya...
Yankiler Türkiye’yi mahrumiyet gibi görür, tez bıkar, her vesile ile aşağılarlar. Alkol uyuşturucu kullanır, çıngar çıkarırlar. 11 Mayıs 1956. Çavuş Bolton askerî vasıtayla Eskişehir’de beş çocuğa çarpar, yaralıları hadise mahallinde bırakıp kaçar. Yavrucaklar bulunduklarında kan kalmamıştır damarlarında, üçü mevta.
Zikrolunan çavuş, yakalanır, tutuklanır, hapishaneye kapatılır. ABD değişik bir vazife tarifi yapar, mahkûmu aparır, koparır ve sadece ihmalden yargılar. “Ayda yüzerden 600 dolar” cezaya çarptırır. Ancak USAF Adli İnceleme Kurulu delilleri kifayetsiz bulur, hükmü tatbike koymaz. Maktul çocukların ailelerine üç beş dolar atar, dosyayı kapatırlar. Sanki dilenci var karşılarında.