Bizim dostumuz az, çilemiz çoktur. Ne Doğu’ya güvenilir ne Batı’ya.
Zaafımızı hissederlerse toplaşır üşüşürler başımıza.
Aralarındaki husumetleri erteler, iş birliği yaparlar.
PKK’ya dün SSCB destek oluyordu, bugün Fransa, İsveç, Norveç, Danimarka.
Düşünün kapitalist Amerika, Marksist bir terör örgütünün yanında.
Osmanlının son yıllarında birkaç cepheden birden saldırırlar. Akdeniz’den, Kafkaslardan, Balkanlardan… Rumlar ve Ruslar çok can yakar. Sırplar, Bulgarlar fırsat kollar. Ermeni gençleri babalarını dinlemez, Batı’nın emrinde çalışırlar.
Hem çok şehit verir hem de yerimizden yurdumuzdan oluruz. Katiller, komitacılar yağmacılar. Muhacirler karda kışta düşer yollara. Kafile kafile İstanbul’a gelir karışırlar kalabalığa. Aileler kopar, tıfıllar kaybolurlar.
Çaresiz kalan çocuk başının çaresine bakar. Gece üşüdü mü yanan odun kokusunu alır, gider sığınır hamama. Hamamcı onu külhana indirir, bir hasırcık serer altına. En azından donmaktan kurtulur, iyi kötü uyur kenarda. Eh bu arada hamam sahibinin işine de el atar, taşınacak odun kömür, atılacak kül cüruf varsa kolları sıvar.
Gel zaman git zaman kendisi gibi külhana düşenlerle tanışır, kaynaşırlar. Birbirlerine sahip çıkar, destek olurlar. Efendilikten anlar, güçsüzü korurlar, haksızlığa tahammülleri yoktur, çabuk öfkelenir, ansızın çoğalırlar.
Umumiyetle hamallık yapar, akşam kazandıklarını getirir koyarlar ortaya. Birlikte yer içer, biriktirmeye kalkmazlar. Yarına Allah kerim, rızkı gelecektir nasıl olsa.
Baskın taşkın oldu mu İstanbul Kadısı onları çağırtır, ellerine birer kova tutuşturur, doooğru mıntıkaya.
Muhatap alınmaları güzeldir, ayak işi de olsa adamdan sayılırlar.
İstanbul hamamları içinde Mahmut Paşa, Bayezid, Aksaray İbrahim Paşa, az yukarıda Murat Paşa, Tophane Kılıç Ali Paşa, Tahtakale Rüstem Paşa, Ayasofya, Laleli, Edirnekapı, Zeyrek Çinili Hamam ve Samatya Ağa Hamamı külhanbeyleriyle tanınır civarda.
Gedikpaşa gediklilerin mekânıdır, akademi seviyesinde külhani yetiştirir, daha bir itibarlıdırlar sokakta.
İçlerinden atik, tetik olanlar tulumbacı koğuşlarına takılır, yangınlara koşar, bir şekilde harçlığı çıkarır, çorbayı kaynatırlar.
III. Selim Han bir hattıhümayununda: “Tebdil dolaştığımda görüyorum eli ayağı sağlam kâr u kesbe (çalışmaya kazanmaya) gücü yeten gençler sâîlik ediyorlar (dileniyorlar). Gönderilsin tersaneye, sanat öğrensin, hizmet etsinler vatana!”
Evet bir kısmı o sayede meslek sahibi olur, bir kısmı tayfalığı seçer, açılır deryaya.
Kendilerine has bir lisanları vardır, 200-300 kelimeyle konuşurlar.
Zaman zaman şirazeden çıkanlar olur, çakı çakmak, tabanca bıçak taşır, ıvır zıvır aşırırlar. Güçleri yeterse kavga çıkarır, haraç alırlar. Ki it alayı, kopuk takımı denir bunlara.
Bazılarının âlemde lakabı, ünvanı vardır: Raconcu, Kavanoz, Seyrekbasan.
Derler ki Abbasi halifelerinden biri şehir halkına kızar, ceza olarak Hasib adlı bir köleyi vali yapar. Garibim külhanda çalışmaktadır, üst baş, kir pas...
Gelgelelim mükemmel bir idareci olur, halka mesafe koymaz, eskisi gibi sade yaşar. Sokağı kim daha iyi bilebilir ki, ahali hayli memnun kalır ondan.
“Kim bu çocuk?”
-Külhaninin tekidir efendim. Garip gurebadan...
Sultan onu saraya aldırır, okumasını sağlar. Harbiye’ye girer subay çıkar, değişik cephelerde savaşır, tecrübesi artar. Gün gelir Serasker Rıza Paşa olur, geçer ordunun başına.
Paşa Rus Harbi öncesi İstanbul hamamlarını dolanacak, külhanileri çağıracaktır kışlaya. Güle oynaya koşacak, çok da faydalı olacaktırlar.
Çok sevdiği yalısına da el koyar, Rehber-i İttihat Mektebi yaparlar.
Dergâhında müezzinlik yapar.
Külhânbeyliği ve ocağı her türlü melânetin yuvasıdır. İçki, esrar, zina, livata, kumar, hırsızlık, cinâyet, yaralama, ırz düşmanlığı, namussuzluk, iffetsiz kadın pazarlama... Sokağın asıl sahipleri bunlara karşı çıkanlardır.