YOKLUK EDEBİYATI

A -
A +
Elimizdeki son barutu Çanakkale'de ateşledik. Abdülhamid Hân'ın üzerine titrediği nesiller burada berhevâ oldu. Osmanlı'yı yeniden cihan devleti yapacak sebebler ortadan kalkdı...
Burada kiminle savaşdık? İngiltere, Fransa. Bunlar kim? Küçük Kaynarca sonrasının süperleri. O andaki durumları ne? İngiltere kara ordusunda Rusya'nın gerisinde. İki yüz yıllık uykusundan uyanan Almanya'nın da. Denizlere hâkim ama artık rakibsiz değil. Mamafih dünya tahtı hâlâ onun. Fransa eski günlerini mumla arıyor; bilhassa Bonapartlı olanları. Lâkin o da ilk beşde...
Yenilmez denen bir armada, hava kuvvetleri ve 500 binden fazla asker. Nasıl durdurulacak, kim durduracak?
İttihad ve Terakki'nin felâketden felâkete sürüklediği Osmanlı mâzîyi hasretle anıyor. Ancak burada da nisbîlik var. Zîrâ onun bitdiği nokta bizim zirvemizden yukarda. 1911'de dünyâ ticâretinden aldığımız pay %0,92. Bugün takdîre şâyân bunca gelişmeye rağmen %0,84. Yine cihan harbine takaddüm eden yıllarda orta seviyedeki bir memurun maaşıyla 100 kilo et alınabiliyor. Bu ise bugünkü 4.000 TL. Yani 1900'lü yılların Osmanlı memuru şimdiki memurumuzdan iki kat müreffeh. Paramızın durumunu anlayabilmek için yine iktisad tarihçimiz Vedat Eldem'e mürâcaat edelim: "Filhakika Osmanlı lirası Birinci Cihan Harbi'ne kadar, dünyada mevcut paraların en sağlamlarından biri idi ve tahditsiz ithalata rağmen, memleketin altın stoku azalacak yerde durmadan artmakta idi. Fiyatlar sabit denecek kadar istikrarlı, maaşların iştira (satın alma) kudreti yüksekti." Öte yandan 7 milyon kilometrekareden büyük vatan toprağını da unutmayalım. Şu ankinin 9 katı. Petrolüyle, doğalgazıyla, boruyla... Tekrar Eldem'e dönüyoruz: "Her halükârda Osmanlı İmparatorluğu dış ticaretinin muazzam açıklar verdiği hakkında yerleşmiş bulunan kanaatin hakikate uymadığı muhakkaktır." Yani şu yokluk edebiyâtını artık bir köşeye bırakmamız gerekiyor.
18 Mart deniz zaferi anlatılırken Nusret mayın gemisinden bahsedilir de Nara burnu gerisindeki 75 bin tonluk zırhlı ve kruvazörlerimizden söz edilmez. Bu bilgiden haberi olmayan insanımız da Çanakkale'nin her sene-i devriyesinde Seyit Onbaşı'dan vatanı kurtarmasını bekler. Evet o millî kahramânımızdır ve öyle de kalmalıdır. Ancak düşman gemilerini bekleyen donanmamızdan bugün dahi haberdâr olmayışımız îzâhdan vâreste. Peki bu gemiler düşmanı niçin orada bekledi? Onları boğazın, hattâ adalar denizinin girişinde karşılasalar daha iyi olmaz mıydı? Hayır. Çünkü o armadayı bize en uygun yerde karşılamak lâzımdı. Burası da Nara burnunun arkasıydı. Zîrâ çok yüksek tonajlı gemilerden müteşekkil birleşik filo buradan ancak tek sıra hâlinde geçebilirdi. Bu ise gönderecekleri 1 top mermisine 15 mermiyle karşılık vermemiz ma'nâsına geliyordu. Hepsini bekleyen âkıbet, boğazın soğuk ve karanlık sularıydı...
Peki ya kara savaşları? Yüzbinlere bâliğ düşman askeri nasıl durduruldu? Mehmetciğin kahramanlığını kimse inkâr etmiyor. Lâkin Fransızların 75'likleri yumruklarımızla mı parçalandı? Bu savaşda hava gücümüz bile vardı; bırakın topu-tüfeği... Evet düşman bizden daha hazırlıklıydı. Gemileri de, silahları da daha üstündü. Ne var ki askerimizin îmân ve cesâreti imkânlarımızla birleşince zafer geldi. Elimizde dengeyi kuracak silahlarımız olmasaydı Macar ordusunun Mohaç'da uğradığı âkıbet gelir bizi bulurdu.
Sâhi Mohaç'da ne olmuşdu?
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.