İSLAMİYET VE EVVELKİ DİNLERİN MİRASI

A -
A +

Hazret-i Muhammed, Medine’de, “Ben Yahu­dilerin öldürdüğü (terk ettiği) bir sünneti ihyaya (diriltmeye) daha lâyığım” buyurmuştur.

 

 

 

İslâm inancına göre her beldeye, her millete peygamber gönde­rilmiştir. Bunlar hep aynı imanı anlatmış, ama getirdikleri şeriat, yani ibadet ve hukuk kaideleri farklı olabilmiştir.

 

Tıpkı bir tabibin hastasına farklı zamanlardaki aynı hastalıktan dolayı farklı ilaçlar verdiği gibi…

 

Âyet-i kerimede mealen şöyle geçer: “Biz, bir âyetin hükmünü kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek), herhâlde daha iyisini veya bede­lini getiririz.” (Bakara: 106)

 

Peki Muhammed aleyhisselam, bi’setten, yani peygamberliği bildirildikten sonra evvelki peygamberlerin şeriatleri ile amel etmiş midir?

 

 

 

Hidayet yolu

 

 

 

Ulemanın ekserisine göre evet. Bir peygamber için sabit olan şeriat, neshedilmedikçe, yani kaldırıldığı bildirilmedikçe kıyamete kadar bâkîdir.

 

Kur’ân-ı kerimde buna dair müteaddit âyet-i kerimeler vardır. “İşte o peygamberler, Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy!” (En’am: 90) ve “Geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır” (Yûsuf: 111) mealindeki ayet-i kerimeler bunlardandır.

 

Resulullah Medine’de zina edenleri cezalandırdı. “Ben Yahu­dilerin öldürdüğü (terk ettiği) bir sünneti ihyâya daha lâyığım” buyurdu.

 

Hadis-i şerifte şöyle geçer: “Îsâ aleyhisselâmın yaptığını yap­makta ben herkesten ileriyim. Peygamberler babaları bir olan kardeşler gibidirler. Anaları ayrıdır. Dinleri birdir.”  Dinleri birdir sözü aynı imanda olduklarını, anaları ayrıdır sözü de şeriatlerinin farklı olduğunu gösterir.

 

 

 

İki şart

 

 

 

Evvelki şeriatlerin delil olmasının iki şartı vardır: 1-Kur’ân ve sünnette haber verilmiş olmalıdır. 2-Neshedildiği söylenmemiş olmalıdır.

 

Öyleyse bugün Yahudi ve Hıristiyanların ellerinde bulunan Tevrat ve İncil’deki hükümler, İslâmiyette delil sayılmaz.

 

Zira Kur’ân-ı kerîm, bunların zamanla tahrif edildiğini söyler (Mâide: 13-15). Şimdi eldeki bu kitaplardaki sözlerin hangisinin ilahî, hangisinin beşerî olduğu malum değildir.

 

Farklı fikirdeki ulema ise eski şeriatlerin, bu hâliyle değil, artık şeriat-i Muhammediye olarak tatbik edileceğini söyler.

 

Nitekim, “Daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere sana hak olarak Kitab’ı gönderdik” (Mâide: 48) mealindeki âyet gösteriyor ki, peygamberlerin şeriati, neshedilmedikçe, aslında birbi­rine uygun tek bir şeriattir.

 

 

 

Hangisi delil?

 

 

 

İslâmi kaynaklarda evvelki şeriatlerin hükümlerinin bazısından bahsedilir, bazısından bahsedilmez.

 

1-Bahsetmediklerinden bazısının neshedildiği anlaşılmaktadır.

 

Mesela Tevrat’ta deve ve tavşan eti haramdır. Güvercinden kurban olur. Kurban eti yenmez, yakılır. İncil’de boşanma yasaktır. Tevrat’ta ilk oğul iki kat miras alır. Oğul varken kızla­r miras alamaz. Anne vâris değildir. Efen­dinin cariyesinden olan çocukları mirasa hak kazanamaz. Ölen erkeğin zevcesi, kayınbiraderiyle evlenir ve çocukları ilk kocanın çocuğu sayılır. İslamiyet bunları kaldırmıştır.

 

2-Bahsedilmeyenlerden bazısı ise aynen veya benzer şekilde emredilmiştir.

 

Tevrat’taki 10 Emir (anne-babaya hürmet ve itaat edeceksin, adam öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, başkasının malına, ırzına göz dikmeyecek ve çalmayacaksın, yalan şahitlik etmeyeceksin, heykel yapmayacaksın), Kur’ân-ı kerimde de geçer.

 

Hayızlı kadına yaklaşmamak, hayız ve nifastan sonra gusletmek İslamiyette de emredilmiş, leş yemek ve dövme yaptırmak yasaklanmıştır. Faili meçhul cinayetlerde kolektif mesuliyet (kasame), zina mahsulü çocuğun nesebinin reddi (lian) İslâmiyette de kabul edilmiştir.

 

Tesettür ve kadınların başını örtmesi Tevrat ve İncil’de de emrolunmuştur. Tevrat ve İncil’de kabul edilen poligüni (taaddüd-i zevcat), İslâmiyette de meşrudur, ama 4 ile tahdit edilmiştir. Tevrat ve İncil’de din uğruna cihad emredilmiştir.

 

3-Bahsedilenlerden bazısı neshedilmiştir.

 

Tevrat’ta sebt (cumartesi) gününün mukaddes sayıldığını Kur’ân-ı kerim haber vermiş, ama bu hükmü kaldırmıştır. Ruhbanlık, yani evlenmeyip ibadetle meşgul olmak menedilmiştir.

 

Yusuf suresinden anlaşıldığına göre, İsrailoğullarında hırsızlığın cezası, o kimseye el konulmasıydı. Selamlaşmak birbirine secde ederek oluyordu. İslamiyet bunları kaldırmıştır.

 

Mukaddes Tur Dağında Musa aleyhisselama ayak­kabılarını çıkarması emredildi (Tâhâ: 12). Hadis-i şerifte, “Yahudilere benzemeyin. Namazı ayakkabıyla (ayağı örtülü) kılın!” buyuruldu.

 

4-Bahsedilenlerden bazısı emredilmiştir.

 

Abdest, namaz, oruç, zekât ve kurbanın önceki ümmetlerde de bulunduğu Kur’ân-ı kerimde haber verilir. Mamafih bunların şartları ve şekli farklı olabilir.

 

Taammüden katl ve yaralamada kısasın Tevrat’ta geçtiğini Kur’ân-ı kerim beyan eder. Bu hükümler, Müslümanlıkta da caridir.

 

Kur’ân-ı kerim, Nuh aleyhisselamın iman etmeyen oğlunun aileden sayılmadığını söyler. İslâmiyette de gayrimüslim evlat, Müslüman babaya vâris olmaz.

 

Salih aleyhisselam yerden çıkan suyu bir gün mucize deveye, bir gün de halka tahsis etmişti (Kamer: 28). İslâmiyette müşterek mal böyle kullanılır.

 

Erkeklerin sünnet olması evvelki peygamberlerden kalmadır.

 

Yusuf aleyhisselam firavundan kendisini maliye nazırı tayin etmesini istemişti. Gayrimüslimlerden vazife ve memuriyet almanın cevazı buna dayanır.

 

Hazreti Süleyman, babası Hazreti Davud'un (aleyhimesselam) tahtına vâris olmuştu. Monarşinin meşruiyetinin delili budur.

 

Yusuf aleyhisselam, melikin kaybolan su tasını bulana bir deve yükü mükâfat verileceğini ve buna kendisinin kefil oldu­ğunu söyledi. Bu, kefaletin delilidir.

 

Eyyüb aleyhisselam bir sebepten hanımına yüz sopa vurmaya yemin etmişti. Sonra yeminini yerine getirmesi için eline (üzerinde yüz sapı bulu­nan) bir demet alıp vurması ve böylece yeminini yerine getirmesi emrolunmuştur. Bu ise hile-i şer’iyenin delilidir.

 

“İhtilaflılar arasında hükmet­sin diye Davud’u halife yaptık” mealindeki âyet-i kerime, halifenin varlığının ve davalarda hükmetmesinin delilidir.

 

Bir gece bir ko­yun sürüsü bir bağa girerek zarar verdi. Mağdur, Hazret-i Davud’a gelerek koyunların sa­hibinden davacı oldu. O da koyunların zarara uğrayan kimseye tazminat verilmesine hükmetti. Hazret-i Süleyman da koyunların mağdura teslimine, bağlar yeniden yetişene kadar davacının bunların semerelerinden faydalanmasına, bağlar yetişince iadesine hükmetti. Bundan ictihad ile ictihadın bozulamayacağı prensibine, ayrıca mahkeme hükmünün temyiz ve istinafına delil vardır.

 

Yunus aleyhisselam kavmine haber verdiği ilahi azap gecikince, orayı terk ederek bir gemiye bindi. Gemi denizin azgın sularında yüzemeyince denizciler “aramızda efendisinden kaç­mış bir köle var, kur’a atalım da ortaya çıksın” dediler. Kur’a atılınca Hazret-i Yunus’a çıktı ve onu denize attılar. Sonra onu bir balık yuttu. Buradan kura çekmenin cevazına delil vardır. 

 

Eshab-ı Kehf 300 yıllık uykudan uyanınca içlerinden birisini yiyecek almak üzere para verip şehre gönderdi. Vekalet akdi buna dayanır...

 

     ***

Bu husustaki tafsilat için bakınız: Ekrem Buğra Ekinci, İslam Hukuku ve Önceki Şeriatler (Arı Sanat Yayınevi)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
nşm15 Nisan 2024 21:14

teşekkür ederiz