Kendisiyle problemi olan insan, hep başkalarıyla problem yani sorun yaşar. Kendisiyle barışık olmayan insan, başkalarıyla hep bir kavga hâlinde olur. Ama ne enteresandır ki genel olarak kendisinden memnun olmayan insan, bir başkasının mutsuzluğu ile mutsuz olmaz, aksine gizliden gizliye içten içe onun mutsuzluğundan mutlu olur. Çünkü bu nankör nefis ve bencillik sayesinde kendinde göremediği hiçbir güzelliği bir başkasında görmeye tahammül edemez.
Ne enteresandır ki böyle bir karaktere sahip kimse karşısındakini küçük şeylerle manipüle etmeyi de sever. Aslında karşısındaki başarılı kimseyi, mutlu kimseyi, bir mesleği, bir özelliği bir kimliği ve kişiliği olan kimseyi içten içe kıskanır. Fakat kıskanmıyormuş gibi yapar. Seviyor(muş), destekliyor(muş) vb. gibi yapmayı çok iyi becerir...
Böyle insanlarla bir arada bulunmak içindeki bu fesatlık sebebiyle kendini yer bitirir ve esasında kendi sinir sistemini yıpratır.
Böylesi durumlarda kendimizde eksiklik, değersizlik duygusunu hissederiz. İnsan önce kalbini korumalı. Önce kendisine iyi gelmeyi öğrenmeli. Kendi hatalarını gözden geçirip düzeltmeye çalışmalı. Sonra bir başkasına da iyi gelmeli. Bir yerde okumuştum: "En hayırlı insan, nefret olan yere sevgi, şüphe olan yere inanç, ümitsizlik olan yere ümit getiren insandır" yazıyordu. Ne güzel kelâm.
Omuzlarındaki yükleriyle, derdiyle, imtihanlarıyla barışan insan, hayatta her şeyi başarır. Hiçbir acı sonsuza kadar sürmez şu fâni dünyada. Bir gün hepsi biter. Bitmeyen bir şey yoktur. Sevinçlerimiz de kalıcı değil, üzüntülerimiz de. Bu gerçeği kabullenebilirsen hayatındaki her şey dengeyi bulur. Kimseyle davası olmadığı için Yunus Emre asırlardan beri yaşamaktadır. Yani kimseye haset gütmemiş bir kimsedir Yunus... Rabbine ettiği dua zincirinde kim ne isterse isteyene ver onları diye dua etmekte sonra da kendisi için “bana seni yeter seni” demektedir... Onun için gönüllerin sultanı Yunus Emre olmuştur.
Şeyda Şahin
ESKİMEZ KELİMELER
ÇERAĞ: Yağ kandili ve genellikle mum, meş’ale gibi ışık veren şey. 2. Yağa bulanıp yakılan fitil. 3. Işık, alev.
ASUMAN: Gök, gökyüzü, sema, felek.
MÜFREDAT: 1. Basit şeyler, mürekkep olmayan şeyler. 2. Bütünü bilinen bir şeyin ayrıntıları, maddeleri, tafsilatı. 3. (Edebiyatta) müfret, tek beyitler. 4. Müfredat programı, öğretim programı.
NAHOŞ: Hoş olmayan, hoşa gitmeyen, kötü, çirkin.
UMDE: İlke, kural, prensip.
MİHMAN: Konuk, misafir. Mihmandar: 1. Değerli misafirleri, resmî konukları ağırlamak, gezdirmek ve onlara kılavuzluk etmek gibi işlerle görevli olan kimse. 2. Misafir kabul eden, konuk ağırlayan kimse.
MEŞRUTİYET: Hükümdarlıkla yönetilen bir ülkede hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan hükûmet etme biçimi.
MEŞRUİYET: Meşruluk. Kanunlara uygun olmak.
KASVET: İç sıkıntısı, gam keder, tasa hâli.
RÜÇHAN: 1. Üstünlük. 2. Yeğlik. 3. Öncelik.
REAYA: 1. (isim) Bir hükümdarın yönetimi altındaki halk. 2. Osmanlı Devleti'nde Tanzimat'tan önce halkın vergi ve haraç veren, genellikle toprakla uğraşan gayrimüslim kısmı.
Ne arar isen kendinde ara! (Hacı Bektaş Veli)