Dâhilik ile delilik arasında bir yerde

Dâhilik ile delilik  arasında bir yerde

KÜLTüR - SANAT Haberleri

Tanınmış ressam Vincent van Gogh’un kendi gözünden anlatıldığı film, sanatçının ömrünün son günlerini merkezine alıyor. Detayları atlayan eser, ressamın sıra dışı ruh hâlini, sıra dışı çekim tekniğiyle yansıtıyor.

MURAT ÖZTEKİN

Hayatı dramlarla ve sıra dışı hadiselerle dolu olan meşhur Hollandalı ressam Vincent van Gogh, son yıllarda hep gündemde… Bazen resimlerinde bir şeyler “keşfediliyor”, bazen de hayatındaki bir sır çözülüveriyor. Eh, sinemada durumdan uzak kalamıyor.
Aslında sanatçının çok defa film olan hayatı (birçoğu hayal kırıklığı yaşatmıştı) geçtiğimiz sene 65 bin resimle hazırlanan “Loving Vincent” animasyon filmiyle, oldukça sanatsal ve çarpıcı bir şekilde beyazperdeye gelmişti. O çetrefilli hayat hikâyesi, bu defa sanatçı bir isme emanet edildi. Yönetmenliğinin yanında ressamlığıyla da ses getiren Julian Scnabel, “Van Gogh: Sonsuzluğun Kapısında” (At Eternity’s Gate) filminde meşhur ressamın, depresyonun derin kuyusunda geçirdiği hayatının son aylarına odaklanıyor. Zaten film, ismini Vincent van Gogh’un o günlerde çizdiği bir resimden alıyor. Eser, tanınmış ressamın ahir ömründe yaşadığı gerilimleri elle çekilen titrek kamera tekniğiyle onun gözünden ve zihin dünyasından yansıtıyor. Film, Hollandalı ressamın dâhilik ile delilik arasında gidip gelen hayatına tesirli bir bakış sunuyor.
Filmin başında Vincent van Gogh, Paris’in sanat dünyasının kavgalarından kaçarak, güneyin güneş rengi topraklarına yerleşiyor. Sanatçı, gittiği Arles kasabasında, tabiatın güzelliklerini tuvaline yansıtmaya çalışırken ruh hâlinden ötürü anlaşılamayıp etrafı ile ters düşüyor. Kendini giderek hayattan tecrit eden van Gogh’un, yanına gelen sanatçı arkadaşı Paul Gauguin’den bir müddet sonra kopuşu da filmin psikolojik yönü kuvvetli sahnelerinin oluşumunu sağlıyor…

TİTREK GÖZLE BAKIŞ
Vincent van Gogh’un ruh hâlinden ve anlaşılamamaktan ötürü verdiği kavgalar, onun zihninin bulanıklığıyla yansıtılıyor. Özellikle burada, hadiseleri van Gogh’un gözünden görmemizi sağlayan bir kamera çekimi tercih ediliyor. Titrek yakın kadrajlarla dolu bu görüntü idaresi, sizi hikâyenin içerisine sokmayı başarmakla birlikte yorucu bir seyir tecrübesi yaşatıyor.

DETAYLAR YOK RUH HÂLİ VAR
Bunun yanında hâliyle büyük bir komplosu olmayan film, ressamın hayatının detaylarıyla uğraşmaktan kaçınıyor. Tabiatın içerisinde kaybolacağınız görüntüler sunulan filmde, yönetmen Scnabel, sanatçının hayatının nihayetine giden yolda, hikâyeyi dağınık şekilde vermeyi tercih ediyor. Bu ise seyir motivasyonu için ekstra çaba harcamanızı gerekli kılıyor.
Sinema ve resim sanatı sıra dışı bir şekilde buluşturan film, klasik bir biyografik tasvirden ziyade meşhur sanatçının biraz psikozdan biraz da anlaşılamamaktan kaynaklanan dramlarına temas ediyor. Tabii onun alkolik kişiliğini ve çocuk dövecek kadar dağılmış ruh hâlini de görme fırsatı veriyor. Doğrudan duygulara hitap eden film, buna rağmen temposuyla mühim bir seyirci topluluğunun ilgi alanının dışında kalıyor.

Dafoe yorgun ruha yakışıyor
Oyuncu kadrosu zengin olan “Van Gogh: Sonsuzluğun Kapısında” filminde, meşhur ressamı Willem Dafoe canlandırırken ona Rupert Friend, Oscar Isaac, Mads Mikkelsen, Mathieu Amalric, Emmanuelle Seigner gibi isimler refakat ediyor. Filmde Vincent van Gogh’u Willem Dafoe’nun oynaması isabetli bir tercih olarak duruyor. Altmış üçlük yaşlı kurdun, otuzlu yaşların sonundaki bir adamı canlandırması hiç sırıtmıyor. Bilakis psikoz içerisindeki “yorgun ruh” bu bedene iyi oturuyor; Dafoe, sade ve sahici bir performansıyla dikkat çekiyor. Tecrübeli oyuncu böylelikle aday olduğu bu seneki En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını da fazlasıyla hak ediyor. 

Çöplükten çıkan savaşçı ruh
“Desperado” ve “Günah Şehri” gibi filmlere imza atan yönetmen Robert Rodriguez, bu defa Japon mangalarından ilham aldı. Yönetmen Rodriguez, YukitoKishiro’nun klasik japon çizgi roman dizisini “Alita: Savaş Meleği” filmiyle seyircinin huzurlarına getiriyor. ‘Avatar’ı da meydana getiren David Cameron’ın yapımcılığını üstlendiği filmde; Rosa Salazar, Eiza Gonzalez, Jennifer Connelly ve Christoph Waltz gibi oyuncular rol alıyor.
Animasyon efektlerle gerçekliğin iç içe geçtiği film, büyük savaşlarla medeniyetin yıkıma uğradığı 2500’lü yıllardaki bir gök şehrinde geçiyor. Yarı insan yarı robot Alita, bir doktor tarafından şehrin çöplüğünde bulunuyor. Yeniden hayata döndürülen Alita, önce nerede olduğunu anlamaya çalışıyor. Ancak Alita’nın mazisi ve müthiş savaşçı kabiliyetleri kısa zamanda ortaya çıkıyor. İnsansı kahraman, suçun her tarafı sardığı gök şehrinde adalet mücadelesine girişiyor. Keyif veren ölçülü bir aksiyonunun olduğu eser, daha çok duygulara hitap ediyor.

Küçük şeyler hayatı değiştirir
Yönetmenliğini Ali Bilgin’in üstlendiği “Bir Aşk İki Hayat” ufak gibi görülen bazı kararların hayatları değiştirebileceğine dair bir film. Başrollerinde Engin Akyürek ile Bergüzar Korel’in rol aldığı filmin hikâyesi şöyle: Umut, kafasındaki hayalleri gerçekleştirmeye çalışan, bağımsız bir yönetmendir. Moda’da köpeği ile birlikte yaşayan Umut’un hayatı, bir gece verdiği kararla değişir. Yalnız adam, köpeği ile dışarı çıkmaya karar verdiğinde hayatının kadını mimar Deniz ile tanışır. İkili hayatın sonsuz alternatifleri arasında neyin doğru olduğunu bilmeden ilerlerler...

HAFTANIN DİĞER FİLMLER

¥ “Hep Yek 3”
¥ “Cool Çocuklar Kampta”
¥ “Şeytanın Büyüsü”
¥ “Asteriks: Sihirli İksirin Sırrı”
¥ “Göç Mevsimi”

 

İ

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...