Left
Lamba

HAYIRLI RAMAZANLAR

__:__:__
Lamba
Right

Sanat aramıza değil hayatımıza girdi!

Sanat aramıza değil hayatımıza girdi!

KÜLTüR - SANAT Haberleri

Yarım asırdan ziyadedir hayatı ve sanatı paylaşan Derman çifti: Sanatı hep hayatımızın merkezine koyduk fakat hiçbir zaman aramıza girmedi. Zaten sanattan maksat benliği yok etmektir. Siz sanatla uğraşırken nasıl ben diyebilir, kavga edebilirsiniz?

MURAT ÖZTEKİN

Hat ve tezhip, birbirini tamamlayan, kıymetlendiren sanatlar… Her ikisi de asırlardır birlikte varlar, “mütemmim cüzler” âdeta… Hattat Prof. Dr. Uğur Derman ve müzehhip Prof. Dr. Çiçek Derman da tıpkı icra ettikleri sanatlar gibi birbirine bağlılar… Necmettin Okyay ve Süheyl Ünver gibi ustalardan klasik sanatları öğrenen çift, hayatı ve sanatı yarım asırdan ziyadedir birlikte yaşıyor… Biz de Uğur Hoca’nın Kubbealtı Neşriyatından çıkan yeni kitabı “Ömrümün Bereketi-3” vesilesiyle çiftin sanat eserleri ve kitaplarla dolu evlerinin kapısını çaldık; birlikte nostaljik bir klasik sanatlar yolculuğuna çıktık…

¥ Sizin doğduğunuz dönemde sosyolojik olarak nasıl bir Türkiye vardı?
UĞUR DERMAN (U.D.): Bugün seksen yaşını geçtiği hâlde hiç dinle alakası olmayan bir zümre var ya, işte o devirde yetişti! Ailesinden bir şeyler alabilenler müstesna... Millî kültüre dair çok az şey öğretiliyordu. Benim çocukluğumda Kur’ân-ı kerim öğretilmesi büyük bir suçtu. Herkes korkardı, götürürlerdi yani…
ÇİÇEK DERMAN(Ç.D.): Biz Beyazıt’ta Soğanağa Mahallesi’nde otururduk. İstanbul’un göbeğiydi orası. Eski İstanbullu hanımlar için büyük bir meziyetti. Şimdi o semte hayali kaybolacak diye gitmek istemiyorum. Demokrat Parti devrinde mekteplere din dersi konmuştu. Zeki Ömer Defne’nin hanımı benim ilk mektep hocamdı. Namaz kılmayı ilkokulda öğrenmiştim. Ama bunu her hoca yapamazdı.

Sanat aramıza değil hayatımıza girdi!

SANATÇILAR BAĞCI OLDU
¥ Peki, klasik sanatlarda durum nasıldı?

U.D.: Osmanlının son devrinden Cumhuriyet’e intikal eden hattatlar vardı. Ancak bunlar kendi sanatlarını icra edemez hâle gelmişlerdi. Hattat Halim Özyazıcı gibi bir üstat bağcılık yapıyordu. Asırların nadir yetiştirdiği Hulûsi Efendi, zor duruma düşüp ayda kırk lira aylıkla türbedar olmuştu. Sadece hattat Hamid kendisini kurtarabilmişti. O da matbaacılığı öğrendiği için hat sanatını devam ettirebildi. O devirde Osmanlı eserleri neredeyse yerlere düşse, kimse alaka göstermeyecekti. Esad Fuat Tugay gibileri, hattatlara yardım olsun diye levhalar yazdırırdı. Ama sanata olan meraklarından ötürü az da olsa eser toplayan kimseler var o devirde.
Ç.D.: Kayboluyor, saklayayım diye toplayanlar da var. Ekrem Hakkı Ayverdi öyleydi.

NİHAL ATSIZ HOCAMIZDI
¥ O devirde klasik sanatlar demode görülüyor. Bu ortama rağmen klasik sanatlara nasıl giriştiniz?

Ç.D.: Ailemizdeki sanatla uğraşan tek kişi ablamdı. Kendisi Dr. Süheyl Ünver’in talebesi idi. Süheyl Ünver, İstanbul Üniversitesinde hocayken atölyesinde cuma günleri tezhip ve minyatür dersleri veriyordu. Batı’nın tesiriyle bu sanatlar da mahvolmuştu. Ancak Süheyl Hoca’nın gayretleriyle canlanmaya başlamıştı. Ben de orada tanıdım.
U.D.: Bu, içten gelen bir şey. Ama içimde bu ateşi tutuşturan Mahir İz oldu. Haydarpaşa Lisesinde okurken Mahir İz ve Nihal Atsız gibi mühim isimler seminer derslerimize girerdi. Nihal Bey, zaman içinde bana yavan geldi. Sadece milliyetçilik, hatta ırkçılık üzerine eğiliyordu. Ama karakter olarak sağlam biriydi, davasından dönmezdi. Atsız’ı lisede hocayken bir yerde “Gök Sultan Abdülhamid Han” adıyla konferans verdi diye hemen sürgün ettiler. Zira yüksek bir şahsiyet olarak görüyordu Sultan’ı. Ben Mahir Hoca’nın edebiyat derslerine iki sene devam edince eski yazıyı öğrenmeye heves ettim. Mezun olduktan sonra bana “Sen bu işlere heveslisin azizim ama bunun anahtarını edinmezsen hiçbir şey olmazsın” dedi. Anahtar eski harflerdi. Evvela Osmanlı Türkçesini öğrendim, üç dört ay sürdü. Sonra hat sanatına sıra geldi.

Sanat aramıza değil hayatımıza girdi!

HOŞGÖRÜYÜ HAT SANATI ÖĞRETİYOR
¥ Osmanlı Türkçesinden hat sanatına yol bulma işi nasıl oldu?

U.D.:  Bu, Necmeddin Okyay Hoca ile oldu. Bacanağı bizim iki ev ötemizde oturduğu için kendisi mahalleye gelip giderdi. Çekingenliğimden  hemen yanaşamadım ama süt dayım olan Yeni Cami kayyımı beni hocaya götürdü. Elini öptükten sonra “Evladım eğer sülüs nesih yazmak istersen Akademi’de Halim Efendi var, seni ona yollayayım. Benim ihtisasım talik yazıdır” dedi. “Ben sizden yazmak istiyorum” deyince herhâlde hoşuna gitti, beni kabul etti. Süt dayım büyük bir münasebetsizlikle “Dersi kaça olacak” diye sorunca âdeta gözlerinden ateş çıktı, “Estağfirullah, biz bunu parayla öğrenmedik ki, parayla öğretelim!” dedi.

¥  Hat sanatı bilekle beraber nefsi de terbiye ediyor herhâlde. Necmeddin Hoca’dan öğrendiğiniz en mühim şey ne oldu?                
U.D.:  Hayata hoşgörüyle bakmayı öğrendim. Arada belki sinirlendiği olurdu ama Necmeddin Hoca her şeye müspet bakardı. O hâli beni tesir altında bıraktı.

¥  Süheyl Hoca’dan her ikiniz de istifade ettiniz ama Çiçek Hanım asistanıymış. Hem tezhip hem de minyatürü ondan öğrendiniz değil mi?
Ç.D.: Liseden sonra ilk sene üniversite imtihanını kazanamamıştım. Süheyl Hoca “Kızım bana yardımcı olur musun?” dedi. “Peki” deyip yanında işe girdim. Asistanlık yaparken Süheyl Hoca’dan esas olarak tezhip öğrendim, ama eski İstanbul şahsiyetlerini, şehrin tarihî köşelerini, millî kültürümüzü tanıma fırsatı da buldum. Onunlayken her şeyi saatine kadar not ederdim. Sanat tarihi bölümüne girdikten sonra da asistanlığını yapmaya devam ettim. Bu, Uğur Bey’le evlenene kadar devam etti.

Sanat aramıza değil hayatımıza girdi!

¥ Tanışma safhanız nasıl oldu?
U.D.: Süheyl Hoca’yı  çok sık ziyarete gittiğimden orada Çiçek Hanım’ı görmeğe ve kendisine yakınlık duymaya başladım, o da bana duyarmış. Böyle oldu…

¥  Birlikte icra ettiğiniz hat ve tezhip, birbirini tamamlayan sanatlar. Hayatlarınız da birbirini tamamladı herhâlde.
Ç.D.: Sanatı hep hayatımızın merkezine koyduk ama hiçbir zaman aramıza girmedi. Hep bizi sardı sarmaladı ve bütünleştirdi. Sanattan maksat zaten benliği yok etmektir. Siz sanatla uğraşırken nasıl ben diyebilir, kavga edebilirsiniz. Ama farklı düşündüğümüz oluyor tabii. Bazen bir hat levhasını nereye asacağımız hakkında bazen sanat hususunda fikirlerimiz çatışıyor. Allah’ın lütfu, ikimiz de sanattan zevk alıyoruz. Aksi takdirde hayatlarımız zindan olurdu.
U.D.:  Ruhî olarak bir birbirimiz tamamladık diyebilirim. İkimiz de şu an fiilen sanatla uğraşamıyoruz ama o hocalık yapıyor, ben kitap yazıyorum.

ALTI AY KURS GÖREN KENDİNİ HATTAT SANIYOR
¥ Uğur Bey, bir mülakatınızda “Türkiye’deki bütün sanatlar dejenere oldu, hat sanatı istisna” diyorsunuz. Hâlâ aynı fikirde misiniz?
U.D.:  Hattı herkes fevkalade yazamıyor. İSMEK kursuna gidip altı ay sonra “hattat” diye kartvizit bastıranlar var ama hat sanatı kendini kurtarıyor. Çünkü hattın aslı köküne sımsıkı bağlı... Bunun bazı sebepleri var. Bir, sağlam bir usta çırak münasebetiyle öğretiliyor. Bu öğretimde hiçbir suretle paraya yer yok. İkincisi, hat zaman içerisinde kendini yenileyebilmiş. En mühimmi ise Batı hiçbir suretle hat sanatına tesir edememiş. Lâkin sonunda toptan kaldırmayı tercih etmişler, o da ayrı mesele!

Sanat aramıza değil hayatımıza girdi!

¥ “Ömrümün Bereketi” eserlerinize gelirsek… Kitap serinizin üçüncü eseri bu... Nasıl bir hikâye var arka planında?
U.D.:  Macit Ayral 1961’de hayatını kaybedince Süheyl Hoca, merhumun hakkında bir şeyler yazmamı istemişti. Mütereddit olsam da kalemi elime aldım; yazı merhum Mehmet Şevket Eygi’nin Yeni İstiklal gazetesinde neşredildi. Ertesi gün Süheyl Hoca beni üniversite bahçesinde görünce “Kardeşim, Macit’i öyle bir yazmışsın ki hani beni de yazar mısın diye ölesim geldi!” dedi. İşte beni yazmaya başlatan bu sözdü.

¥  Eserlerinizde kaynaklarda olmayan ince bilgiler var. Kitapları yazarken biraz dedektif gibi çalışmışsınız sanırım…
U.D.:  Bir kere önümde Necmeddin Okyay gibi bir rehber vardı. Araştırmalar yaptım. Süheyl Bey’den ve geniş arşivinden de faydalandım. Sonra not tutmayı âdet edinmiştim. Eskiden duyduklarımı yazdığım için hatırlayabiliyorum. 2010’da eski yazılarımı toparlamam için ısrar edildi. O şekilde 50 makaleyi topladık ama elden geçirmek çok zamanımı aldı. Ben klasik sanatların sıfır noktasına indiği devirleri gördüm. Unutturulmaya çalışan bir mazinin silinmemesi içindir bütün bu gayretim…

ESKİ YAZI MI, VAH VAH!
Uğur Derman eski yazıya başladığı zamanlarda yaşadığı bir hatırasını şöyle anlatıyor: Ben Mahir İz’den eski yazıyı öğrendikten sonra, bütün notlarımı öyle tutmaya başladım. Bir gün vapurda seyahat ediyordum. İki yaşlı bey, “Vah vah, genç yaşında bunlarla uğraşıyor” diyerek bana acıdılar! Daha sonraki yıllarda hat sanatıyla uğraştığımı gören yaşlılar “Müzikle uğraşsaydın, ne işin var böyle modası geçmiş şeylerle” demişlerdi.

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...