9 sütuna filmler
KÜLTüR - SANAT Haberleri
Türkiye tarihinde 24 Temmuz 1908, basından sansürün kaldırıldığı gün olarak biliniyor. Her ne kadar sonraki İttihat Terakki devrinde işler anlatıldığı gibi gitmese de, bu tarih “Basın Bayramı” adıyla kutlanıyor. Biz de bugün dolayısıyla basın hürriyetinin sinemadaki yansımalarına baktık.
MURAT ÖZTEKİN
1940’lardan bugüne gazeteciliği merkezine alan onlarca film, beyazperdeye geldi. Bu filmlerin bazıları basın özgürlüğü haritalarında “yeşil” renkte gösterilen Batı ülkelerinin gerektiğinde gazetecilere karşı ne kadar toleranssız olduklarını gösterdi. Gelin, algılarımızı değiştiren o filmlerin bazılarını hatırlayalım...
“Yurttaş Kane” (1941)
Kirli çamaşırların hikâyesi
Birçok yeni tekniğin ilk defa kullanıldığı “Yurttaş Kane” “gazetecilik filmleri” ile birlikte sinemanın da klasiklerinden biri. Orson Welles’in hem yönetmen koltuğuna oturup hem de kamera karşısına geçtiği eserde, bir iş adamının son sözlerini araştıran muhabirin yaşadıkları işleniyor. Bir medya patronun kirli çamaşırlarını ortaya döken eser, kendine bağlayan bir senaryoya ve unutulmaz sahnelere sahip.
“Shock CorrIdor” (1967)
Tımarhaneden manzaralar
Akıl hastanesinde işlenen bir cinayet ve bunu çözüp Pulitzer mükâfatı almak isteyen bir gazeteci... Samuel Fuller’in “Shock Corridor” filmi, işte böylesine bir hikâye üzerinden Amerikan cemiyetinin elli sene evvelki röntgenini çekiyor. Eserdeki her bir deli karakter ise farklı bir sosyal tabakayı temsil ediyor. Senaryosu ve çekim teknikleriyle zamanını aşan film, Martin Scorsese’nin “Zindan Adası”na da ilham kaynağı olmuştu.
“Başkanın Tüm Adamları” (1976)
Başkan Nixon’ın skandalı
Amerikan tarihinde istifaya zorlanan tek başkan olan Nixon’ın sonunu getiren Watergate skandalının işlendiği “Başkanın Tüm Adamları” akıllarda kalan bir film. Nixon’ın çevirdiği dolapların peşine düşen gazeteci Carl ve Bob’u merkezine alan eser, özellikle zekice yazılan diyaloglarıyla hatırlanıyor. Film, basın özgürlüğüne vurgu yaparken gazetecilerin büyük politik bir güce dönüşebildiğini de gösteriyor.
“İyi Geceler ve İyi Şanslar” (2006)
Kavganın belgeseli!
George Clooney’nin yönetmen koltuğuna oturduğu “İyi Geceler ve İyi Şanslar”da ABD’de komünistlere karşı âdeta iç savaş başlatan Başkan McCarthy devrinden bir gazetecilik hikâyesi sunuluyor. 1950’lerin hızlı gazetecisi Edward R. Murrow, Başkan’ı mercek altına alınca başına gelmeyen kalmıyor. Dokümanter bir havası olan film, zaman zaman Murrow’u yüceltirken sıkıcı olabiliyor.
“Gece Vurgunu” (2014)
Gazetecilerin günah defteri
Dan Gilroy tarafından yazılıp yönetilen “Gece Vurgunu” ise gazetecilerin kabahatlerine odaklanarak özgürlük temelli basın filmleri arasından sıyrılıyor. Lou Bloom adlı genç adamın otoyollardaki kazaları çeken bir haberci olduktan sonra düştüğü hırs batağını anlatan eser, tesirli bir hikâye sunuyor. Eser, Jake Gylenhaal’un mükemmel bir performansla canlandırdığı karakter üzerinden medyadaki çürümüşlüğü vurguluyor.
“Spotlight” (2015)
Raporlarda olmayan Batı
Tom McCarthy’nin “Spotlight”ı da, kilisede yaşanan bir taciz hadisesini kurcalayan beş Boston Globe gazetesi çalışanının başına gelenler mevzu ediliyor. Dolambaçlı bir araştırma ve çekişmenin yaşandığı eser, seyirciyi koltuğa hapsedecek cinsten bir yapım. 2001 senesinde geçen hikâyede, kilisenin ABD’deki gücü, hâkimlerin ideolojik bağları ve gazetecilerin sınırlarıyla özgürlük raporlarında rastlanmayan bir Batı tablosu çiziliyor. Filmde sadece gazeteci olanların anlayabileceği şeyler de var.