Sinemada bu hafta | 2 Temmuz

Düzenleyen:
Sinemada bu hafta | 2 Temmuz

KÜLTüR - SANAT Haberleri

Yazar J.D. Salinger’a gönderilen mektuplara cevap vermekle vazifeli bir sekretere odaklanan “Salinger Yılım” daha ziyade kitapseverlerin seveceği, yalın bir eser.

MURAT ÖZTEKİN

Sinemaların yaklaşık 9 ay sonra seyircilere yeniden “merhaba” dediği bu günlerde, edebiyat kokan bir eser beyazperdede arz-ı endam ediyor: “Salinger Yılım”… Yönetmenliğini Philippe Falardeau’nun yaptığı eser, hayattayken yıllarca insanlardan uzak yaşayan meşhur yazar J.D. Salinger’a gönderilen mektuplara cevap vermekle vazifeli sekreterin dünyasını merkezine alıyor.

Sinemada bu hafta | 2 Temmuz

SIRADAN DEĞİL!
Perde aydınlandığında “Sıradan biri olmak istemezdim” diyen Joanna (Margaret Qualley), kendi hikâyesini anlatmaya başlıyor: Banliyöde New Yorklulara hayran olarak büyümüş genç bir kadın... En büyük hayali şehirdeki ucuz evlerde yaşayıp, kafelerde kitap yazmak! Nihayet, bir gün en iyi arkadaşını görmek için New York’a gittiğinde, bunu hayata geçirmeye karar veriyor. Bir şekilde meşhur yazarlarla çalışan edebiyat ajansına girmeyi başarıyor.

Ajansın başında eksantrik bir kadın olan Margaret (Sigourney Weaver) var ki, sene 1996 olmasına rağmen, teknolojiye ve çalışanlarına karşı biraz haşin! Bu yüzden iş yeri daktilo ve diktafon gibi nostaljik araçlarla dolu. Ajansın çalıştığı birçok meşhur yazarın başında ise J.D. Salinger geliyor... Yazarlık rüyasındaki Joanna’nın vazifesi ise kimseyle görüşmeyen münzevi edebiyatçıya gönderilen mektupları tek tek okumak ve her birine “Bay Salinger okuyucularından mektup almak istemiyor...” cevabını kelimesi kelimesine yazmak oluyor. Önce buna uyan genç kadın, zamanla mektupların bazılarına Salinger gibi dönüşler yapmaya başlıyor. Üstelik yazarın meşhur “Çavdar Tarlasında Çocuklar” kitabını bile okumamışken… Tabii, patronunun bundan haberi yok ve işler dallanıp budaklanıyor…

“HAFİF” HİKÂYE…
Filmi seyretmeden evvel “helyumlu” klişe kadın başarı hikâyelerinden biriyle karşılaşacağımdan neredeyse emindim. Ancak karşıma edebî dokunuşların olduğu hafif bir film çıktı. Dolayısıyla eserde ne bir mücadele ne de büyük bir kırılma anı mevcut. Bunun yerine, edebiyat dünyasının dehlizlerinde dolaştığınız, duygusal bir hikâye sunuluyor. Eğer kitaplarla az çok bir irtibatınız varsa, bu seyir zevki veriyor. Ama aksiyse… 

Eserin eksik olduğu taraflar da az değil. Filmi “hafif” kılma çabası beraberinde pek çok problemi getiriyor. Ana karakterin şiirsel bir şekilde yavaş yavaş derinleştirildiği eserde, sathi kalan unsurlar oluyor. 

Mesela cemalini görmediğimiz Salinger’ın dünyasına keşke biraz dâhil olabilseydik diyoruz. 

Evlilik kurumuna dair “Ne alaka?” diyeceğiniz tarzdan, radikal alt metinler de göz ardı edilecek gibi değil.

Öte yandan oyunculukların parlak olduğu eserde, “Bir Zamanlar… Hollywood’da” filminde haşarı bir hippi rolüyle hatırladığımız Margaret Qualley, başrolün üstesinden gelmiş ve adından daha çok söz ettireceğini göstermiş...

Sinemada bu hafta | 2 Temmuz

SERİDE 9. HAFTA
BU ÖFKE 27 SENEDİR DİNMEDİ

Hızlı ve Öfkeli, hem araba tutkusu hem de katıksız aksiyonuyla Türkiye’de tartışmasız en popüler yabancı film serisi oldu. İlk defa 2001 yılında yönetmen Rob Cohen tarafından beyazperdeye getirilen eser, geride kalan zamanda 8 filmle rekorlar kırdı. “Hızlı ve Öfkeli 7” ise 2,9 milyonluk gişe ile ülkemizde bütün zamanların en çok seyirci çeken yabancı filmi oldu. Ve şimdi serinin dokuzuncu halkası huzurlarınızda… Justin Lin’in tekrar yönetmen koltuğuna oturduğu “Hızlı ve Öfkeli 9”da (F9), Dom’un geçmişinden gelen bir tehdide karşı mücadeleye girişiliyor... Oyuncu kadrosunda yine Vin Diesel, Michelle Rodriguez ve Jordana Brewster gibi isimler yer alıyor. 
 Film, yeniden açılan sinemaların tekrar tatmin edici sayıda seyirci çekip çekemeyeceğini gösterecek olması bakımından mühim. Ama ne yazık ki, bir ön gösterim gerçekleştirilemediği için “F9” hakkında yorum yapamayacağız.

Sinemada bu hafta | 2 Temmuz

NAZİF TUNÇ’TAN BİR TÜRKİYE HİKÂYESİ
TERS YOLDAKİ 'KARINCA'

Nazif Tunç, Türk sinemasının emektarlarından biri… Uzun yıllar televizyon filmleriyle seyirciye ulaşan yönetmen, bu defa sinema filmi “Karınca”yla çetrefilli bir mevzu üzerinden Türkiye portresi çiziyor. Bir kamyon şoförünün, bir kızla yolculuğuyla şekillenen hikâye, Türkiye’de terör örgütlerinin insan kaynaklarına ve ideolojik çekişmelere ayna tutuyor.

KARINCA KARARINCA 
Kamyoncu Şemsi, vasıtasında bulduğu Fidan’a “Ters yola girmiş olmayasın? Ters yola girersen, bütün trafik insanın üstüne üstüne gelir” diyor ama yine de onu menzili olan İstanbul’a götürüyor. Sonrasında terör örgütleriyle içe içe geçen karmaşık bir hikâye ortaya çıkıyor. Neticede hedefe konan Şemsi için yeni yollar görünüyor.
“Karınca”da Türkiye’deki terör problemine nispeten milliyetçi bir cepheden bakılıyor, vicdan azabıyla yoğrulan ve tasavvufi vurguları olan bir hikâye anlatılıyor.  Diyarbakır annelerini hâlâ konuşmaya devam ettiğimiz bugünlerde, filmin terör örgütlerinin adam devşirme usüllerine dair vurguları dikkat çekici. Bunun yanında feminizmin kullanışlılığına dair yer alan alt metinler de öyle… Evet, hikâyenin gelişimde muhkem temeller üzerinden ilerlenmiyor ama bu atmosfer nispeten kırılıyor. İşin sinematografi cephesi ise takdire şayan. Kazak görüntü yönetmeni Yerkinbek Ptyraliyev, değişik kamera teknikleriyle çarpıcı bir görsellik deniyor. Doğrusu bunda da başarılı oluyor. “Şemsi” karakterini canlandıran oyuncu Halit Karaata, tecrübesiyle “Karınca”ya çok şey katıyor...

HAFTANIN DİĞER FİLMLERİ...

Hababam Sınıfı Yaz Oyunları
Cruella
Ehrimen: Kanlı Yol
Azap
Lux terna
Undine

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...